Yaramaz peri, afacan ruh ve gürültücü cin gibi anlamlara denk gelen poltergeist ve içine ruh girmiş oyuncak bebekli filmler fazlasıyla işlendi. Bu filmlerde önce ana kahraman paranormal olaylar yaşamaya başlar. Yaklaşık ilk 30 dakika sonunda önce kendi yaşadığı şeylere inanır ancak çevresindeki eşi dostu inandırması biraz daha uzun sürer. Herkes inandıktan sonra kötü ruhla bir savaş başlar. Yaşanan poltergeist vakalarını açıklamak senaryolara göre değişir, kimi zaman gerçek bir ruhla bağlantı ortaya koyulurken kimi zaman da hikayedeki bir kişinin psikokinezi gücüne bağlanabilir veya The Boy – Lanetli Çocuk filmindeki gibi twist (sürpiz hamle) ile orijinal bir sebep ortaya konur. Ve savaşı çoğunlukla iyilik veya iyi olan kazanır.

Orijinalin peşinde
Bu klişe döngüyü kırmak ve seyirciyi biraz daha şaşırtmak için özellikle Blumhouse yapımı olan filmlerde son yıllarda harcanan çaba kayda değer ancak sonuç hâlâ tam tatmin edici değil. Bu hafta vizyona giren The Boy filmi de bu klişe döngüyü kırmak için yola çıkmış bir yapım. Filmin başrol oyuncusu Greta (Lauren Cohan) dadı olarak çalışma üzere yaşlı İngiliz bir çiftin evinde işe başlar. Fakat Greta’nın dadılık yapacağı çocuk 8 yaşında görünen porselenden yapılmış bir oyuncak çocuktur. Greta’ya çocuğun bakımı ile ilgili uygulaması zorunlu kurallar listesi verilir ve bu kuralların dışına çıkmaması gerektiği üzerine basılarak tembih edilir. Fakat oyuncak çocuğun gerçek olduğuna inanmayan Greta bu kuralları uygulamayı ihmal eder. Film için ilginç bir başlangıç yaptıran bu enteresan konu biraz önce bahsettiğimiz poltergeist vakaları ile devam eder. Evde kendiliğinden kapanan kapılar, yer değiştiren eşyalar gibi garip olaylar yaşanmaya başlar.



Porselen çocuk
Atmosfer kurma konusunda başarılı olan filmin sanat yönetimi şık ve gotik detaylara sahip. Filmin çoğunda güzel ve düzenli gözüken her şey hikâyedeki twist gerçekleştikten sonra adeta rayından çıkıyor ve tam bir kaosa dönüşüyor. Işığın kullanımı ve el kamera hareketleri ile bu kaos iyice destekleniyor. Porselen çocuk yüzyıl öncesine ait bir sanat çalışması gibi duruyor. Saçı, bakışları, dudak kenarındaki sinir bozucu gülümsemesi hoşuma giden bu porselen çocuğu The Omen filmindeki Damin’e benzettim. Tam şeytani gözükmese de arkasında bir bıçak saklıyormuş hissi veren bir görünüşü var adeta. Özellikle porselen çocuğun tek başına çekildiği sahnelerin hissettirdiği tekin olmayan ruh hali yansıması konusunda çok sağlam iş çıkarılmış.

Kalın çizgi
The Boy, senenin ses getiren korku filmlerinden olmak için gereken önemli unsurlara sahip; korkunç gözüken oyuncak bebek, ıssız bir bölgede şato gibi bir ev ve sürpriz final. Fazla sıkılmadan sonuna kadar izleyebildiğiniz filmin en büyük problemi orijinal bir final twisti yapmak adına yönetmenin riskli bir seçim yapmış olması. Zaten bu filmlerin en mühim kısmı finale giden son 15 dakikalarıdır. Bütün olan biteni bir sebep üzerinde toparlamak işin zeka kalitesinin göstergesidir. Seyirciye ‘aman bu muymuş!’ dedirtmekle ‘oha bu muymuş!’ dedirtmek arasındaki kalın çizgidir bu. Sonuç olarak The Boy korku, gerilim ve gizemin birlikte ilerleyerek izleyiciyi germeyi başardığı ortalamanın biraz üzerinde bir film.

Kaynak: Birgun.net