Ne severdim bayram yazıları yazmayı… Çocukluğumun mutlu bayram anılarına, hayatın gürültüsüz patırtısız, durağan aktığı bir Anadolu kasabasında yaşananlara gitmeyi, o günlerden bugünlere bir yudum keyif, mutluluk taşımayı ne severdim… Çok zaman önce değil, gazetenin ilk yıllarında, şunun şurası 5-10 yıl öncesine kadar bile keyifti bayram yazıları.

Artık iyiden iyiye çıldırmış, her gün kurbanlar veren ama bayram duygusu yaşayamayan bir toplum olduk. Bırakın bugünümüzü bayram kılmayı, dünün bayramlarını anımsayıp bir gazete sayfasına davet etmek bile zor.

IŞİD’in canlı bombalarını, PKK’nin bombalı araçlarını, TSK’nin uçaklardan atılan bombalarını, Kuzey Irak’ta Suriye’de yaşanan çatışmaları da geçtim. Bir savaştır gidiyor; her savaş gibi zalim, kanlı ve çılgın.

Dün, bayramın ilk günü, Hürriyet’in haberlerinden birine attığı başlık geldiğimiz noktanın özeti gibiydi. “TSK açıkladı: 3 dakikada 10 terörist öldürüldü.”

3 dakikada 10! İyi skor… Bu haldeyiz işte; ölümleri çok sayı yapılan karşılaşmaların skor tablosu gibi veriyoruz artık. Bir haftada 180, 200 terörist öldürüyoruz, ama bitmiyor!

Seçilmişliği bütün değerlerin üzerinde ilan eden bir iktidar bir günde 28 belediyeye kayyım atadı!

Bunları da geçtim. Dedim ya, bir savaş hali içerde ve dışarda ve sürekli kurbanlar vermekten bayram yapmayı çoktan unuttuk.

Askeri, politik çatışmalar şöyle dursun, sıradan insanların gündelik hayatının bir savaş gibi yaşandığı bir toplum olduk.

Bizde asker arkadaşlığı arkadaşlıkların en üstünde bir yerdeydi. Şimdi, incir çekirdeğini doldurmayan bir nedenle kavga eden askerlerin “arkadaş”ının üzerine kolonya döküp onu ateşe verdiği günleri yaşıyoruz.

İstanbul’da, iktidarın “en büyük” sevdasının ürünlerinden biri olan 3. Havaalanı inşaatında, ikisi de ekmek peşinde iki işçiden biri, oda arkadaşını, uyurken kapıyı üzerine kilitleyip 6 litre benzin dökerek yaktı. Olay siyasi miydi, kız meselesi miydi, yoksa bambaşka bir nedenle mi yaşandı o vahşet, önemli mi?

Ölmeyi ve öldürmeyi kanıksayan, vahşet dozunu gün geçtikçe arttıran bir toplum olduk işte. Artık, bir kızgınlık anında bıçağı ya da tabancayı çekip vurmak geride kaldı. Hepimizin aynı kaderi paylaştığı asker ocağında da, bir inşaat şantiyesinde de yakabiliyoruz birbirimizi.

Gaziantep’te, kim bilir ne kafasının tasını attırdı M.D.’nin. Bayram alış verişi yaparken karşısına çıkan fiyatlar mı, çocuğa bir şey almak isteyip de alamamanın öfkesi mi, ya da iş yeri sahibinin ses tonu mu? Ne bileyim? Her nedense, bayram alışverişi sırasında sinirlenen M.D. “Canlı bombayım” diye bağırıverdi.

Gündelik hayatlarımız, bayram alışverişi sırasında öfkelenen birinin, öfkesini “Canlı bombayım” diye bağırarak yatıştırmaya çalıştığı, ona öfkelenenlerin de onu linç ettiği bir hal aldı.

Hayatın sakin, durağan, bazen sıkıcı denecek kadar durağan aktığı Anadolu kasabaları da çıldırdı.

Durağan’ı duymuş muydunuz? Sinoplu değilseniz, sanmam!

Sinop, Karadeniz’in nükleerle hançerlenen güzeller güzeli ili. Doğa harikası, huzur veren, tam tatillik yer. Çok sevip çok gittiğim halde Sinop’a, Durağan’ı ilk kez dünkü gazete haberlerinde duydum.

Sinop’un güneydoğusunda, Samsun sınırında, sürekli göç veren 7 bin nüfuslu küçük bir ilçesi. Türkiye’nin en verimli çeltik ovalarından birine sahip. Suları her daim coşkun akan Kızılırmak’la Karadeniz’in en büyük ırmağı Gökırmak’ın birleştiği yerde kurulmuş, her halde hayatın da adı gibi durağan aktığı bir ilçe. …idi.

Dünkü gazeteleri okumuş, televizyondan ya da videolardan izlemişsinizdir. İki grubun sıradan bir nedenle kavgası bütün kasabanın birbirine girdiği bir savaşa dönüştü. Teyzeler, amcalar ellerinde sopalarla, taşlarla, silahlarla birbirine girdiler. Anadolu kasabalarında insanların küslükleri unutup kucaklaşmalara hazırlandığı bir bayram arifesinde!

Durağan’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi! Daha ne diyeyim.

Artık kurbanlar vermeyip bayramlar kutlayabildiğimiz günler dileyeyim.

Kaynak: Birgun.net