İLKER KÜÇÜKPARLAK*

Ülkede art arda patlayan bombalar ve kayıplar toplumun güvenlik duygusunu bir hayli zedeledi. Bunun üzerine tabloya asılsız bomba ihbarları, bomba ihbarı nedeniyle alınan tedbirler, bomba ihbarı olduğu gizlenerek alınan başka tedbirler ve en son olarak da Dolmabahçe’de sırt çantalı bir kişinin canlı bomba olduğu şüphesiyle vurulmasıyla birlikte duygusunun daha da zedelenmekte olduğunu söyleyebiliriz. Artık bireylerin kendini güvensiz hissetmesinin iki ayrı boyutu belirmekte. İlki patlayacak bir bombanın hedefi olma endişesi, ikincisi de Dolmabahçe’deki gibi bombalı bir saldırgan olarak algılanıp zarar görme endişesi. Bu iki boyutu ele almadan önce güvensizlik hissi derken neden bahsediyor olduğumuzu biraz irdelemeyi önereceğim.

Endişe doğuran bir şüpheyi tanımlamak için sıklıkla paranoya tabirine başvurulduğunu görüyorum. Doğrudur fakat endişe doğuran tek şüphe paranoya değildir. Örneğin “Ya annem yemeklerime zehir koyuyorsa” paranoyak bir düşünceye örnek olabilir. “Ellerimi 4 kere kaynar suyla yıkamama rağmen bütün mikropları öldüremediysem ve ya beni hasta ederlerse” düşüncesi ise obsesif bir kaygıyı körükleyen bir düşüncedir ve paranoya kapsamına alınamaz. Dolayısıyla her şüphe paranoya değildir.

Bireysel psikolojik düzenekleri grup ölçeğine uyarlamak sorunludur. Tıpkı 3 boyutlu yerkürenin 2 boyutlu düzlemde temsil edilmeye çalışılması gibi. Yine de tıpkı bu sorundan mevcudiyet bulan harita projeksiyonları gibi bireysel ve sosyal psikoloji arasında mükemmel çözümü olamayacağını zaten bildiğimiz projeksiyonları yapmak gerektiğini düşünmekteyim. Alttaki satırlara geçmeden önce bu hatırlatmayı yapmak gerekliliği doğdu, kaldığımız yerden devam edelim;

Paranoya diğerlerinden zarar görmekle ilgili endişelerdir ve kabaca iki temel niteliği bulunur: Yansıtma ve büyüklenmecilik. Yansıtma kişinin aslında kendisinde hissettiği ama kabullenmesi zor olan bir duygu ya da arzuyu bir diğerine atfederek yaşantılaması demektir. Klasik örneği kıskançlık hezeyanlarıdır. Kişinin partnerini aldatmaya yönelik arzuları vardır fakat bunu partneri her an kendisini aldatabilecekmiş gibi yaşantılamaktadır. Sosyal ölçekte inkarcı söylemin her taşın altında Ermenileri aramasını buradan okuyabiliriz. Seküler, muhafazakâr, dindar, milliyetçi olmak durumu değiştirmiyor. Ermenilere yapılan zulmü inkâr eden kişi kimliğinden bağımsız biçimde Ermenilerden büyük bir zarar görme endişesi içinde ve kendine zarar verebilecek herkesi gizli Ermeni olarak yaftalıyor. Zamanında Ermeni’ye yönelmiş olan saldırganlıkla yüzleşemeyince bu saldırganlığı Ermeni’ye yansıtıyor.

Paranoyanın büyüklenmeci niteliğini ise bireysel boyutuyla zarar görme hezeyanlarında görürüz. Birkaç gizli servis peşine adam takmıştır, gittiği her yerde hareketlerini gözlemleyenler vardır, aslında hepsi kendi servislerine katılmalarını istiyorlardır ama katılmazsa da öldürebilirler çünkü diğer gizli servise katılması onlar için kabul edilemez bir durum olacaktır... Bu düzenek de dünya lideri olmamızı istemeyen “lobilerin” faaliyetlerini hatırlatmış olabilir. Lufthansa havaalanımızı kıskanmıştır, faizciler büyümemizi istemez, büyük devletler Türkiye’nin gelişinden çok korkmaktadır vs.

Ülkemizde gerçekleşen bombalama olayları ve ardından oluşan toplum psikolojisinde ne yansıtma mekanizmasının ne de büyüklenmeci bir doğanın bulunduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla durumu paranoya olarak adlandırmak mümkün değil. Böyle giderse “kitlesel panik” olarak adlandırılabilecek bir duruma evrilme riski bulunuyor. Yani kitlelerin tehdit altında dezorganize davranışlar göstermesi hali. Böyle gitmezse? Reyhanlı’dan sonra Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da bombalar belirli bir siyasi kimlik hedeflenerek patlatıldı. Sultanahmet’tekiler de Türk değillerdi. Sonuçta ülke insanında “Eyleme gitmezsem aslında güvendeyim” algısı halen devam ediyor. Suçu kurbana yükleme lüksü ile fazlaca travmatize olmadan hayatlara devam edilebiliyor. Bir iskele ya da durakta patlayan bir bomba ile bu algı değişirse o zaman bir paranoya dalgası ile de karşılaşabiliriz. Elbette bu paranoyanın “olağan şüphelileri” yine en esmerler olacaktır, yani aslında olup bitenin esas mağdurlarının kurban edildiği bir sürece de girebiliriz.

Atılan her manşetin, mikrofondan kurulan her cümlenin vebalinin çok ağır olduğu bir dönemdeyiz.

*Psikiyatrist

Kaynak: Birgun.net