Temmuz ayında karavanlarımızla Yunanistan’a gerçekleştirdiğimiz ve iki haftayı aşkın süren turumuza dair iki haftadır izlenimlerimi günce tadında sizlerle paylaşırken, Yunanistan’ın insanlarından, yemeklerinden, tanıştığımız yeni arkadaşlardan, keşfimize konu olan her şeyden bahsetmeye çalışıyorum. Geçtiğimiz iki hafta Alexandroupoli ve Thassos üzerine demlenen yazımın bu haftaki odağında ailecek gözümüzün bebeği Selanik var.

Selanik’i sanırım altıncı ziyaret edişimiz... Birisi çıkıp da, “Selanik’e gidelim mi?” dese, yine heyecanlanır, yine “Haydi, ne zaman çıkıyoruz yola” derim. Sıkılmam. O derece seviyorum, seviyoruz hesab’edin işte. Selanik’te daha önce hostelde kaldık, apartta kaldık, Vosvos sayesinde tanıştığımız Dimitri ve Tina dostlarımızın evinin önünde bile kaldık. Bu sefer beş karavan birlikte olduğumuz için ve Selanik’in içerisinde araç park etmek gittikçe zor hale geldiğinden ötürü, merkeze 5 km uzaklıkta bulunan ve aslında sadece park yeri olarak kullanılan bir alanda iki gece konakladık. Selanik’e taksi ile gidip geldik ve her seferinde sadece 8 avro ödedik.

EFTAPYRGIO’DAN KENTE BAKIŞ
Gezmeye başlama noktamız Beyaz Kule’nin önüydü. Beyaz Kule, Osmanlılar döneminden kalma bir simge eser. Günümüzde müze olarak kullanılan yapı Selanik’in en bilinen ikonu. Zamanında esirlerin zindanlarda tutulduğu, bir esirin gizlice kulenin bir kısmını beyaza boyadığı ve bu tarihten sonra da Beyaz Kule olarak anıldığı rivayet ediliyor. Yunanlılar, Beyaz Kule’ye “Lefkos Pyrgos” diyorlar. Hatta bu yeri sormak istediğinizde “White Tower” diye sorarsanız anlamayanlar bile olabiliyor.

Beyaz Kule’nin önünden kalkan “Sight Seeing Thessaloniki” üstü açık otobüsüne binmeye karar verdik. Bir kenti özümsemek için bolca yürümek ve bu şekildeki üstü açık bir otobüsle gezmek en doğru yol. Biz ilk gün hem yürüyüş, hem de böyle bir otobüsle gezinti koyduk plana. Selanik’teki ikinci gün de uzun denecek bir yürüyüş ile Selanik’i gezdik diyebiliriz. Ne kadar mı yürüdük: 13 kişi olmamıza rağmen, ilk gün 9 km civarında, ikinci gün ise 12 km civarında yürüyüş yaptık Selanik sokaklarında!

Lefkos Pyrgos önünden kalkan otobüsümüzün toplam 8 durağı vardı. White Tower, Arkeoloji Müzesi, Agia Sofia Kilisesi, Agios Dimitrios Kilisesi, Yedikule (Bizans Kalesi), Kamara, Aristotales Meydanı ve Liman (Kordon). Biz otobüse bindikten sonra 5. durak olan Yedikule (Eftapyrgio) yani Bizans Kalesi’nde indik. Çünkü otobüsün ulaşacağı en tepe nokta burasıydı. Buradan tüm kente baktık, surların önünde fotoğraf çektirdik ve çok özel şeyler satan hediyelik eşyacıdan alışveriş yaptık. Kale içinde yer alan müze ise ne yazık ki kapalıydı.

Sonra yaklaşık yarım saat süren ve ucu Tsinari’ye (Çınar) dek uzanan yürüyüşümüz başladı. Arşınladığımız yollar Eski Selanik olarak biliniyor. Evler, sokaklar, dik yokuşlar ve bol çiçekli bahçelerin önünden geçerek muhitle aynı adı taşıyan Tsinari Taverna’ya geldik. Biz buraya Burcu ile 4 yıldır geliyoruz. Kaç kere geldik sayısını hatırlamıyorum ama bu seyahati paylaştığımız, enerjisi hep pozitif olan bu grupla da gelmeyi çok istemiştik. Toplu halde uzun bir masa kurma olanağımız bu ufak mekanda pek olmasa da üç masaya dağıldık. Efendim, feta saganakiden tutun, her masanın gülü Yunan salatasına, mezelerden tutun kalamarlara öğle yemeği keyfi yaptık Tsinari Taverna’da. Hem de kişi başı 8-9 avroya.



Ardından yeniden yürüyüşe başladık ve Agios Dimitrios Kilisesi’ne ulaştık. Kilise kentin en önemli yapılarından ve kiliselerinden sayılıyor. 1988’den beri UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan kilise, Osmanlı Dönemi’nde yaklaşık 500 yıl cami olarak hizmet vermiş. O dönem adı Kasımiye Camisi olan Agios Dimitrios Kilisesi’ni gezdikten sonra 10 avro verip de aldığımız biletlerle daha da gezmek için, açık otobüsümüzü beklemeye koyulduk. Kısa süre sonra gelen otobüsle kentin geri kalan rotalarını da gezdik ve güneş batmaya yakın kordondan Beyaz Kule’ye ulaşıp turu tamamladık.

Taksilerle araçlarımızın yer aldığı park alanına gittik. Bu bölge Kalamaria olarak geçiyor ve kent merkezinin 5 km doğusunda yer alıyor. O bölgede yer alan Imbroz Taverna’ya, yani geçen yıl da ziyaret edip leziz yemeklerinin tadına baktığımız Gökçeadalı Pangel’in mekanına ulaştık. Selamlaştıktan sonra masayı donatması için ona sözü bırakmadan evvel, “Buyrun, bu hoş geldiniz rakısı. Girit’ten...” diyerek üç küçük şişe Girit rakısını (Tsikoudia) masaya getirdi. Henüz kadehleri doldurup da “Ya mas” diyemeden, bu sefer kızarmış sarımsaklı ekmek ve kurufasulyeden yapılan fava ile gönlümüzü çaldı!



Pangel, masayı öyle bir donattı ki keyfimize diyecek yoktu. Sonra ouzoların anasonlusu anasonsuzu geldi. İçtik de içtik, yedik de yedik. Nihayetinde masaya gelen hesap kişi başı 10 avro’yu bulmamıştı! Masada yiyemediğimiz yiyeceklerin neredeyse üçte biri de ne yazık ki duruyordu. Hatıra ouzo şişelerinden alıp, karavanlara doğru yürüdük. Leziz geçen bu geceyi de hatıralarımız arasına yazıyorduk.

ÖZGÜRLÜK ALANI ARİSTO MEYDANI
Ücretsiz park alanında geçen gecenin sabahında ekmek üstü ufak lezzetlerle hızlı bir kahvaltı yaptık. Vakit azalmasın, Selanik’te uzun uzadıya gezelim istiyorduk. Yine taksilerle Selanik merkezine indik. Bugün rotamız Aristo Meydanı’nda başlıyordu. Sabah akşam cazibe merkezi olan bu meydan özellikle akşam güneş batışından hemen önce çok özel bir hale bürünüyor. Şu an bir kısmı ev, bir kısmı da otel olarak kullanılan tarihi binaların gölgeleri tüm meydana vuruyor. Her milletten genci yaşlısı meydandaki banklarda, yerlerde, çimenlerde keyif çatıyor. Sokak sanatçıları marifetlerini sergiliyor. Bu meydan gerçekten özgürlükler alanı.

Biz de Aristo Meydanı’ndan yola çıkıp tarihi kalıntıların bulunduğu Forum’a, ardından da Bit Pazarı’na yöneldik. Her gün açık olan pazar bir sokağın sağlı sollu dükkanlarından ve avludan oluşuyor. Bit Pazarı’ndan ufak tefek alışverişin ardından istikamet iç içe bulunan Kapani Çarşısı ve Mediano Market’ti. Envai çeşit şeyin bulunduğu bu yerler Tahtakale, Mısır Çarşısı tadında pazarlar. Çarşı içindeki Modigliano Cafe ise buraların en güzel kahvesini yapan yerlerden. Eh, Türkiye’de de öyle değil midir? Avlu içindeki kıraathanelerde satılan çaylar en demli, en taze, en tavşankanı olanlar değil midir?



Sonraki durağımız ise Mustafa Kemal’in müze olarak derlenen eviydi. Buraya giderken Rotondo ve Kamara’nın önünden geçip, ufak kiliseyi de ziyaret etmeyi unutmadık. Yüzlerce objenin de sergilendiği evde Mustafa Kemal’in mumyadan heykelleri de bulunuyor. Her odasını titizlikle gezen arkadaşlarımızla bahçede bir hatıra fotoğrafı çektirip, kapı önünde ikram edilen demli çaylardan içmeyi ihmal etmedik.

Buradan sonra Hagia Sophia Kilisesi (Aya Sofya) ziyaret noktamızdı. Ama kilise ne yazık ki kapalıydı. Dışardan fotoğraflarını çektiğimiz kilise, İstanbul’daki Aya Sofya ile benzer mimari ve teknik özellikler taşıyor. Ama ona göre daha ufak bir yapı olduğunu belirteyim.



Aya Sofya Kilisesi’nin hemen birkaç alt sokağında enfes tatlılar üreten Konstantinidis Pastanesi var. Mübadele sonrasında buraya gelen ve İstanbul’dan geldikleri için Konstantinidis soyadı verilen ailenin açtığı pastanenin geçmişi çok eskilere dayanıyor. Aslen Niğdeli olan aile 1923’te Selanik’e göç ediyor. Hemen profitol ikramıyla başlayan mekan turumuz, dondurma ile son buldu. Pastanenin şu andaki işletmecisi Yorgo ile uzun uzun sohbet ettik. Kendisine bu denli özenli bir işletme yarattıkları için teşekkür edip, ziyaretçi defterine uzun uzun güzel şeyler yazdık.

İyice yorulmuştuk. Bir yorgunluk birası için Ladadika’ya yürüyecek kadar enerjimiz vardı ama. Selanik merkezinin bir nevi Nevizade’si sayılan Ladadika’da yer alan bir kafede buz gibi biralarımızı içip günün muhasebesini yaptık. Ardından araçlarımızın bulunduğu park alanına gidip uykuya hazırlandık. Çünkü yeni bir yolculuk hikâyesi, yeni günle birlikte bizi bekliyordu.

Kaynak: Birgun.net