BURAK ABATAY

1962 yılında yayımladığı ilk şiirinden günümüze şiir hayatımızda olmuş bir şair, gazeteci ve yazar, Refik Durbaş. Uzun zamandır da BirGün’de yazdığı köşe de, şüphesiz ki her edebiyat sever için usta bir şaire dokunmak, onu okumak yanıyla da harikulade. Durbaş, Islık Yayınları tarafından basılan 3 cilt kitapla ilk şiirinden günümüze kadar olan süreçteki tüm şiirlerini toplayarak okurlarına sundu. Şiir için heyecan verici bir seri olarak elimizde duran kitapları hakkında Refik Durbaş ile konuştuk. Durbaş, şiiri ile alakalı “Umut elbette. Umut olmazsa yaşam cehennem olurdu. Devrim bir gülümsemedir, devrimciye de gülmek yakışır. Umut bu gülümsemedir” diyor.

»Yeni şiirlerinizin de aralarında bulunduğu tüm şiirlerinizi 3 ciltlik bir kitapta topladınız. Bu kapsamlı ve iyi bir çalışma. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?

Üç cilt olan toplu şiirler, benim 1962 yılının Şubat ayında yayımlanan ilk şiirimden geçen ay yazdığım son şiirime kadar, yani 54 yıllık şiir birikiminin bir dökümü. Ben düşünce ve duygularımı bu zaman dilimi içinde zaten ortaya dökmüşüm. Artık benim değil, okuyanların ne düşündüğü önemli. Toplu şiirlerde İzmir’de çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan, ama kitaplarıma almadığım şiirler ile son iki-üç yıl içinde yazdığım, bunların içinde BirGün’de çıkan şiirler de yer alıyor. Yine yedi şarkı sözü var. Bunlardan üçünü “Yeni Türkü” rembet müziğiyle “Külhani Şarkılar” adıyla 90’lı yıllarda kasete almıştı. Üç kitabı (Çırak Aranıyor, Menzil, Kırık Ayna) elime aldığımda doğrusu biraz ürküyorum, bütün bunları ne zaman, nasıl yazdım diye...

»Bu kitapların haricinde kalan ve yayımlamadığınız şiirleriniz de var mı?

Şu an itibariyle yayımlamadığım hiçbir şiir kalmadı.

»10 Ekim Ankara’da yaşanan patlama, Soma ve otomobil işçilerinin grevi... Şiirinizi bu bağlamda nefes alan ve hayatı gören bir şiir olarak görmek mümkün. Bunu şairin bir görevi olarak mı düşünüyorsunuz?

Şairin görevi demeyeyim de sorumluluğu daha doğru geliyor bana. Şair ya da yazar, kalemi eline her kim ise yaşadığı topluma karşı sorumludur diye düşünüyorum. Şiirin, yani yazının tarihi de bunu gösteriyor. Nâzım Hikmet Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazmasaydı, bugün o savaşın hüznünü, kederini, sevincini nasıl yaşayabilirdik? Ülkenin büyük bir baskı altında olduğu, gericiliğin yaşamın her alanını kuşattığı, bir yanda akademisyenler barış isteği nedeniyle cezaevlerine gönderilirken, bir yanda kimi üniversite rektörlerinin iktidarın başındakilere bol kepçe fahri doktorluk dağıttığı bir ülkede şair sorumluluk almayacak da ne yapacak? Tabii iktidar sahipleriyle sabah kahvaltısında, akşam yemeğinde baş başa verip sohbete dalanlar için böyle bir sorumluluk söz konusu değildir, ki şairlikleri de kuşkuludur bence...

»Sizi ve şiirinizi illa bir şekilde tanımlamam gerekirse umudun şairi ve umudun şiiri demek isterdim. Her koşulda umuda dair bir şeyler bulunabilir şiirinizde.

Umut elbette. Umut olmazsa yaşam cehennem olurdu. Devrim bir gülümsemedir, devrimciye de gülmek yakışır demiyor muyuz? Umut bu gülümsemedir işte...

»Şairler hakkında “edebiyatın içinde ayrı bir yerde duruyor” görüşü mevcut. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Şairler değil de, şiir edebiyatın içinde ayrı bir yerde duruyor. Kapitalizmin alamadığı, giremediği tek alan şiirdir çünkü. Parayla alınıp satılmaz. Yasalara da, anayasalara da karşıdır. İtiraz eder. Baş ve boyun eğmez. Elbette edebiyatın içinde ayrı bir yerde duracak.

Toplu şiirlerin son şiiri, yani yazdığım son şiir de bu konuşmanın son noktası olsun...

CEZA

Dudağın dudağıma

tenin bedenime

misafir olsun bu gece

uyumam sabaha kadar

Rüyada dahi olsam

tek ayak üstünde

durmaya razıyım

sabaha kadar

Kaynak: Birgun.net