DENİZ AYHAN

Yönetmen Kıvanç Sezer ilk uzun metrajlı filmi ile sinemaseverlerin karşısında. Yaşamın sorunlu alanlarına değinen yönetmen, toplumsal cinsiyet temalı filminin ardından şimdi de işçi ölümlerine dikkati çekti. Eleştirmenlerden olumlu değerlendirmeler alan ‘Babamın Kanatları’ 23. Adana Film Festivalinde ulusal uzun metraj yarışmasında aday filmleri arasında. Babamın Kanatları, ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenen inşaat işçisi İbrahim’in çaresizlik içindeki hikayesini anlatıyor. Sezer filmine, festivallere ve işçi ölümlerine dair konuştu.

>> İşçi ölümleri konusunun işlendiği bir film ile karşımızdasınız. Böyle bir konuyu seçmenizde nelerin etkisi oldu?
2010 yılında okuduğum bir haber ile bu konuyla ilgilenmeye başladım. Ömer Çetin adında bir üniversite öğrencisi okul harçlığını kazanmak için İstanbul’da çalıştığı okul inşaatında yüksekten düşerek hayatını kaybetmişti. 2012 yılında da uzun metraj bir film yapmaya karar verdim. Türkiye’nin bu konuda Avrupa’da birinci ve Dünya’da üçüncü sırada olduğunu gördüğümde bunun arka planına dair araştırmaya başladım. Fakat rakamların ötesinde bir insanın çalışırken ölmesi bana büyük bir trajedi olarak göründü. Çünkü bu tekil olay, sistemin aksayan her yönünü gözler önüne seriyordu. Ayrıca Ömer Çetin’in ve ailesinin içinde yaşadığı zorluklar da beni derinden etkilemişti. Yani her konuda olduğu gibi rakamlardan ziyade hayatlar daha dehşet vericiydi. İşin ön planında insani bir çelişki, arka planında sistemsel bir çelişkinin olduğu bir film hayal ettim. Bu aynı zamanda çalışma yaşamının zorluklarını da anlatacak bir film olmalıydı. Taşeronlaşma, güvencesiz ve güvenliksiz koşullardan kaynaklı işçi ölümlerini merkeze alacak bir film. Umarım öyle de olmuştur.

>> Basında eskiye göre daha çok işçi ölümleri ve işveren kaynaklı ihmallerle ilgili haberlerle karşılaşıyoruz. Sizin de sosyal medyada bu konuda paylaşımlarınız bulunuyor. Filme başlamaya karar verdiğiniz süreçten şu anki sürece kadar olan emekçilerin yaşadığı problemlerin çözümünde ilerleme kaydediyor muyuz?
Türkiye’nin bugünü için birbirinden bağımsız mücadele odakları, direnişler ve kazanımlar üzerinden ilerleyen dağınık bir sınıf mücadelesinden bahsedebiliriz. Özellikle Soma faciasından sonra bu konuya kamuoyunda yoğun bir ilgi oluştu. Ama eğer işçi sağlığı perspektifinden bakacak olursak rakamlar ne yazık ki azalmıyor. Örneğin Ağustos ayında 199 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş. Bu, günde altı işçiden de fazla demek. Buradaki en büyük sorun işçilerin sendikasız, örgütsüz ve birbirinden uzak duruşları. Ortak bir mücadele hattı yerine bireysel kurtuluşa umut bağlamak zorunda kalmaları. Bütün bunlara rağmen yer yer umut verici gelişmeler yaşanabiliyor. Örneğin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi her ay bu raporlamaları yapıyor ve her ayın ilk pazar günü yakınlarını kaybeden işçi aileleri Galatasaray Meydanı’nda ‘’Vicdan ve Adalet Nöbeti’’nde inatla bu işlerin peşini bırakmıyor.

>> 15 Temmuz’dan itibaren birçok sendika ve kuruluş yaşanılan süreçten emekçilerin olumsuz yönde etkilendiğini dile getirdi. Sizce sanatçıların bu konuya dair gösterdikleri farkındalık yeterli mi?
Sanatçıların önemli bir kısmının bu konuda duyarlı olduğunu düşünüyorum. Zaten bu öyle bir konu ki kimse, insanların çalışırken ölmesine karşı tavır almadan duramaz. Vicdan da duyarlılık da bunu gerektirir. Sanatçı olmak da gerekmiyor. Ancak sanatçı, bilim insanı ya da aydınların bu konuda etki alanı ölçüsünde daha cesur çıkışlar yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ülkenin bu yoğun ve acılı gündemine rağmen bu tür konuları da bir şekilde gündemde tutma çabalarının çok değerli olduğunu düşünüyorum.

>> Filmin adı çok güzel, nereden geliyor?
Filmin adı ana karakterin uzaktaki kızıyla yaptığı görüşmeden geliyor. Babasını çok seven kızı yaptığı resimlerde babasına kanat çiziyor. Çünkü onun diğerlerinden farklı olduğunu uçabileceğini hayal ediyor. Filmin ilk adı ‘’Kan Parası’’ idi. Fakat sonra bu yeni ismin filmin ruhuna daha uygun olduğunu düşündüm.

>> Film için bir destek kampanyası başlatmıştınız. Bu kampanya amacına ulaştı mı?
Biz filmi yalnızca Kültür ve Turizm Bakanlığından aldığımız destekle çektik. Bu yüzden de çekimler öncesi böyle bir dayanışma kampanyası başlattık. Bu kampanya sayesinde birçok dostumuz bize destek sundu. Ama bunun çok ötesine varan bir şekilde projemizi duyurduk. Birçok dostumuz o dönemde çeşitli sebeplerden destek olamadı. Ancak vizyona girdiğimizde bu desteği vereceklerinden eminim. Bu arada bu tarz filmlerin seyirci ve salon bulamadığı bir ortamda gösterim zamanı olabildiğince çok ve farklı şehirlerde yapacağımız gösterimlere bu konuda duyarlı bütün kesimleri bekleriz.

>> 51. Karlovy Vary Film Festivali’ne davet edildiniz ve tamamen Türkiye yapımı ilk film oldunuz. Eleştirmenlerin yorumları da çok iyiydi. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Doğu Avrupa’nın Cannes’ı olarak tabir edilen bu festivalde Dünya prömiyerini yapmak bizim için heyecan vericiydi. Seyircinin de eleştirmenlerin de çok olumlu tepkilerini aldık. Binlerce filmin üretildiği bir ortamda görünür olmak için bu tür festivaller çok önemli. Umarım filmimiz bundan sonra da dünyanın farklı kültürlerinden seyircilerle buluşur ve ben de bu buluşmalarda seyircinin tepkilerini birebir dinleyebilirim.

>> Filistin için İsrail’e boykot girişimi hareketinin küresel boykot çağrısına katıldınız ve Hayfa Film Festivali’nin yaptığı daveti geri çevirdiniz. Bu konuda söylemek istediğiniz şeyler var mı?
Bazı arkadaşlarım vesilesiyle haberdar olduğum BDS’nin kültürel boykot çağrısını ilk duyduğumda açıkçası ilk önce filmin seyirciyle buluşması noktasından baktığım için çok sıcak gelmedi. Ancak internet sitesinden etraflıca okuyup araştırmaya başlayınca bunun somut bir hedefi olan ve sanatçı ve akademisyenleri de buna destek vermeye çağıran bir programı olduğunu öğrendim ve bunu destekleme kararı verdim. O sırada Hayfa Film Festivali’nden filmimizi değerlendirmek istediklerini söyleyen bir mail aldık. Ben de bu gerekçeleri belirten bir mail ile taleplerini geri çevirdim. Bu aslında o kadar da mühim bir şey değil bizim açımızdan. Ancak sanıyorum bu mücadeleyi verenler için önemli bulundu.

>> Son olarak 23. Adana Film Festivali... Ayın 19’una çok az kaldı. Sizce festival nasıl geçecek?
Umarım iyi geçer. Adana ülkemizin en eski festivallerinden. Bizlerin hocası konumunda olan çok önemli yönetmenlerin filmleriyle aynı seçki de olmak da mutluluk verici. Filmimizin Türkiye prömiyeri 22 Eylül’de gerçekleşecek. Türkiye seyircisiyle aynı anda filmi izleyecek olmanın heyecanı şimdiden beni sardı diyebilirim.

Kaynak: Birgun.net