JONATHON COOK

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu geçen hafta alışık olduğumuz bir tutarsızlıkla bir yandan barış lafları etti, diğer yandan konuyu ele alan tek diplomatik girişim olarak cuma günü Fransa’da gerçekleşen zirveyi acımasızca eleştirdi.

29 ülkenin dışişleri bakanları Paris’teki tek günlük toplantıya katıldığı sırada Netanyahu aynı eski mavalı okuyarak, herhangi bir diplomatik destek ibaresi verilmesi halinde Filistinlilerin “uç taleplerde” bulunacaklarını iddia etti.

Fransa’nın ümidi, toplantının bu sene içerisinde başlatılacak bir barış sürecine ön ayak olması. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande “sağlam, sürdürülebilir ve uluslararası gözetim altında” bir barışın sağlamayı umduğunu söyledi.

İsrailli diplomat Dore Gold zirveyi, müthiş bir küstahlıkla ‘koloniciliğin altın çağına,’ Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu’yu aralarında paylaştıkları döneme kıyasladı. Bölgede yaşayan Filistinli nüfusun yerine Yahudi ‘anavatanı’ kurulmasını öngören planın da aynı İngiliz koloniciliğinin ürünü olduğunu ise görmezden gelmeyi seçti.

Geçen aylarda ise Netanyahu ve aşırı sağcı yeni savunma bakanı Avigdor Liberman, ‘barışın yollarını kararlılıkla arayacaklarını’ kamuoyuna açıklamışlardı.

İsrail Başbakanlık sözcüsü David Keyes CNN’e verdiği iki dakikalık ropörtajda “iki ulus iki devlet” terimini 5 kez kullanmayı başardı.

Netanyahu, Fransız müdahalesinden ziyade, İsrailli ve Filistinlilerin bir tür yüz-yüze görüşme sürecine girişmesi ve daha önce süreci çökerten ‘önkoşulların’ bir kenara bırakılması gerektiğini iddia etti. Tabii bunun sebebi de, açık ara farkla ‘güçlü taraf’ olan İsrailin kendi koşullarını öne sürerek görüşmeleri sabote etmesiydi.

Görünüşe bakılırsa Netanyahu barış için bütün imkânları kullanmaya istekli, tabii şu an Paris’te başlatılan hariç. Lieberman’ın hükümete sokulmasının bir amacı da diplomatik manevra alanı yaratmaktı. Liberman ile Netanyahu aşırı sağcıların güvenini kazandığına göre, artık barış konusunda boş laflar atabilir çünkü koalisyon ortaklarının sözlerini ciddiye alıp hükümeti devirmeyeceklerini biliyor.

Diğer yandan, ülke içinde kendini sağlama almış olsa da, yurtdışında aykırı sesler çıkıyor. Özgüveni yerine gelmiş İsrail hükümetinin Batı Şeria’daki ana bölgelerin tümüne el koyabileceği ve küçücük bir Filistin devletinin dahi kurulmasını imkansızlaştıracağı konusunda Batı gitgide daha da endişeleniyor.

Paris zirvesi, Avrupa’nın İsrail’i dizginleme konusundaki çaresizliğine işaret ediyor. Fransa henüz büyük bir atılım gerçekleştirecek durumda olmasa da, Netanyahu endişeli. İsrail ilk defa Washington himayesi dışında gerçekleşen görüşmelerin içine çekilme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu da tehlikeli bir ‘milat’ niteliğinde.

ABD sektreteri John Kerry zirveye katılsa da görüşmeleri soğuklukla karşıladı. Netanyahu’yu endişelendiren ise Washington’ın bu sefer arkasını almaması, ya da alamaması ihtimali.

Zirve neticesinde bu yıl görüşmeler başlarsa, zamanlama Obama’nın başkanlığının bitimine denk gelecek. Netanyahu sürprizlerden korkuyor. İsrailli diplomatlar, Netanyahu yüzünden karşı karşıya kaldığı utanç verici durumlar için, Obama’nın ‘hesaplaşma’ aramasından endişe ediyorlar.

Washington bunu şöylece gerçekleştirebilir: Görüşmelerin Fransa gözetmenliğinde gerçekleşmesine onay verir, sıkı bir ajanda belirler, ‘nihai-tanım’ problemlerini çözecek diplomatik ‘ekipler’ oluşturursa. Müzakereler kaçınılmaz şekilde sonuçsuz kalsa da, gelecekteki görüşmeler için belli ‘standartlar’ oluşmuş olur.

Netanyahu, geniş diplomatik ortamda ‘inatçı taraf’ damgası yemesinin daha olası olduğunu da biliyor. Diplomatik dörtlünün yakında çıkaracağı raporun, İsraili barışa yönelik adımlar atmakta başarısız olmakla suçlaması bekleniyor. Amerikalı ve İsrailli savunma uzmanlarının geçen hafta tamamladığı diğer bir rapor, Filistin’in devletleşmesine yoğunlaşan İsrail kaynaklı ‘güvenlik endişelerinin’ zaruri olmadığını ifade ediyor.

Netanyahu gözleri bir tür ‘bölgesel barış zirvesine’ çevirmek istiyor. Burada kilit nokta, İsrail ve Filistin arasında 2002 tarihli Arap Barış Planına uygun, doğrudan barış görüşmelerine yeniden başlanması fikrine destek veren Mısır oldu. Bu plan, İsrail’in işgali sonlandırması halinde Arap dünyasıyla normalleşmiş ilişkiler vaat ediyor. İsrail’in plana birden ilgi duymaya başlaması garip çünkü Suudiler tarafından 14 yıl önce hazırlanmasından beri kabinede hiç tartışılmadı. Netanyahu fikre destek veriyor çünkü bölgesel bir uzlaşmanın Ortdoğu’daki karmaşa olmadan imkansız hale geleceğini biliyor.

İsrailli diplomatlar 2002 planının bazı detaylarının ‘güncellenmesi’ gerektiğini dillendirmeye başladılar bile. Örneğin, 1967’de işgal ettiği, şu günlerde yeni petrol kaynakları vaat eden Suriye toprağı Golan’da egemen olmak istiyor.

Gerçekleştirilen zirvede Suudi Dış İşleri Bakanı İsrailin planı ‘sulandırma’ girişimlerinin reddedileceğini söyledi. Mısırlı diplomatlar Netanyahu’nun teklifiyle aralarına derhal mesafe koydular ve Paris sürecine destek verdiler.

Her halükârda, İsrail Fransız girişimini atlatmaya çalışacak ve Obama’dan koltuğu devralacak kişiyi bekleyecek. Netanyahu, o gün geldiğinde ‘iki devlet’ tehdidini ilelebet unutabileceğini umuyor.

* Martha Gellhorn Gazetecilik Özel Ödülü sahibi, Ortadoğu üzerine çalışan gazeteci

bit.ly/1UbtHde’den çeviren: Fatih KIYMAN

Kaynak: Birgun.net