Türkiye’de 1994 yılı 27 Mart Yerel Seçimleri sonrasında çok sık olarak duyup okumaya başladık:

-İslamiyet hoşgörü dinidir!

Laik görüşün temsilcisi olarak ekranlardaki tartışma programlarına çıkanlar bile yayılan havanın etkisine kapılmışlardı. Sözlerine başlarken:

-Biz de Müslüman’ız! demeyi ihmal etmiyorlardı.

Oysa söz konusu olan şey “bir arada yaşamak” üzerine yürütülen bir tartışmaydı ve bel kemiği “Müslüman olmayanlar” üzerine oturturmalıydı. O zaman birlikte yaşayabilecek miyiz? Sorusunun anlamı olabilirdi.

Bu mesele aradan 10 yıl geçtikten sonra bir Alman kuruluşu sayesinde gündeme geldi.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez 24-25 Kasım 2005’te Konrad Adenauer Vafkı’nın Ankara’da düzenlediği “Türkiye ve Avrupa’da Çok Dinli Yaşam” konulu sempozyumunun “giriş” konuşmacısıydı.

O zamanki unvanı Doç.Dr. olan Görmez’in makamı da Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı idi.

Görmez tarihin eski dönemlerinden ve yazılı kaynaklardan alıntılar yaparak İslamiyet’in nasıl insanlığı öne alan bir din olduğunu anlatıyordu:

“Eğer Allah isteseydi elbette sizi tek ümmet yapardı, fakat verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyleyse iyiliklerde yarışın!”(Maide 48)

Bir başka alıntıda Görmez şöyle diyordu:

“Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mümin olsunlar diye insanları zorlayacaksın!” (Yunus 99)

Görmez sunumunun ilerleyen bölümlerinde “Kur’an’da din konusunda insanlara baskı yapılmasını yasaklayan ayetler vardır” dedikten sonra şöyle devam ediyordu:

“Başka din mensuplarına anlayış gösterilmesi gerekmektedir!”

İyi, güzel, hoş sözler ve görüşler bunlar.

Aradan 10 yıl daha geçti. Artık dinler arası diyalog temalı sempozyumlar yok.

Bırakın farklı dinleri, aynı dinin aynı mezhebinden olanlara bile farklı davranılabiliyor.

Mesela Mehmet Görmez’in başında bulunduğu Diyanet İşlerinden “Cenaze namazı kıldırmayın” fetvaları çıkabiliyor.

Ama efendim onlar darbeci!

Geçmişte Türkiye’de pek çok darbeci öldü. Onlar için hiç kimsenin aklına böylesi bir fikir gelmedi. Din görevlileri, ölenin siyasi eylemlerini musalla taşında sormak vicdanına erişemediler. Darbe ile hiç ilgisi olmayan yakınların acıları üzerinde böylesine hunharca tepinmek nasıl bir duygudur?

Dindarlık adına İslami hoşgörüyü dillerinden düşürmeyenler referans aldıkları dinin hiçbir yerinde bulunmayan, şimdiye kadar da hiç uygulanmamış nefret projeleriyle gürlüyorlar:

-Hainler mezarlığı yapacağız!

Şimdi ağızlardan çıkan ve akıl fikirle bütün bağlarını koparmış görünen bu sözler, ülke sınırları içinde kalmıyor. Anında bütün dünya aleme yayılıyor. Din referanslı bir parti olduklarını defaten açıklamış olan AKP ile birlikte İslamiyet hanesine yazılıyor.

Yazının girişindeki Mehmet Görmez’in sempozyum konuşmasındaki alıntılarını okuyanlar, dinleyenler, alkışlayanlar, haliyle soracaklardır:

-Nerede İslam’ın hoşgörüsü?

***

Gazetecilik Suç Değildir!

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ertesi günü BirGün gazetesinde yer aldı haber… Darbe başarılı olsaydı gözaltına alınacak 45 gazeteci için liste hazırlanmış. İçlerinde Can Dündar, Nazlı Ilıcak gibi iki ayrı cepheden AKP iktidarını eleştiren gazeteciler de vardı.

Neyse ki darbe bastırıldı.

Gazeteciler de kurtuldu!!!

Ama daha birinci hafta kutlamaları yapılırken darbecilerin devirmek istedikleri Hükümet 42 gazeteci için gözaltı listesi yayınlayıverdi. İçlerinde yine Nazlı Ilıcak var. Can yok, onun yerine eski Hürriyet mensubu olan Bülent Mumay listede yer almış.

Demokrasiyle zerre kadar bağı olan bir siyasi yapının şunu anlaması lazım:

-Gazetecilik Suç Değildir!

Kaynak: Birgun.net