“Milli mutabakat” rejiminde bombalara ve katliamlara uyanmaya devam ediyoruz. PKK saldırıları acı bilançosuyla canlar yakıp milliyetçi manipülasyonu diri tutuyor, ‘mutabakatçı’ cephedeki safları sıkılaştırıyor. Suriye’de zora girdikçe Türkiye’ye çekileceği günlerdir söylenen IŞİD Antep’te bir kez daha Kürtleri hedef alıyor. Suruç’ta, Diyarbakır’da, 10 Ekim’de göz göre göre gelen katliamlara bir yenisini ekliyor. Bölgede dengeler değişiyor fakat iktidarın muhteris Suriye politikasının, bölgedeki vekâlet savaşının, güç mücadelesinin yıkıcı sonuçları hafiflemiyor. Türkiye uzun zamandır çocukların dahi acımasızca katledildiği bir savaş coğrafyası…

İflasa ramak kala

AKP’nin 14 yıldır kendini özdeşleştirdiği ‘istikrar’ epeydir içi boş bir vaat. Sistem içi bir siyasi gücün en önemli vasfı olan devletin kurumsal kapasitesini koruma ve geliştirme iddiası 15 Temmuz sonrasında hükümet için fiilen ortadan kalkmış gibi görünüyor. AKP’nin devletleşme macerasında paranteze aldığı siyasal İslam içi mücadele 15 Temmuz’da üstü örtülemeyecek hale gelince devletleşme yolunda atılan adımların çoğu da geri tepti. Maliye, güvenlik ve eğitim gibi üç temel alanda bugünlerde büyük bir çöküntü yaşanıyor. Etkileri kısa vadede daha da görünür olacak ve hepimizi saracak.

Bir yandan tasfiyelerin ve mülkiyet transferinin sürdüğü bir yandan da KHK’lerle yeniden yapılanmaya hız verildiği zaman diliminde, iktidarın “milli mutabakatın” devamına ihtiyacı olduğu kesin. Dolayısıyla tecrübe ettiğimiz sistem içi ‘uzlaşma’ örnekleri, darbe girişiminden alınan demokrasi dersinden değil bir mecburiyetten kaynaklanıyor. Bu ‘mecburiyeti’ demokratik mekanizmaların daha iyi işlemesine yönelik bir olanağa dönüştüremeyen muhalefet, ‘restorasyon’ derken otoriter rejimin derinleşmesine hizmet ediyor. MHP şimdilik iç rekabetten sıyrılmanın ferahlığıyla “mutabakat” dairesinde, iktidarla bütünleşmiş vaziyette. CHP’nin ilkeleri değil korkuları esas alan ürkek itirazları etkili olmaktan uzak. HDP’nin dışarıda bırakılmasını kabullenen bir CHP’nin Meclis’teki sağ ittifaka direnç göstermesi mümkün değil.

TSK’deki deprem ve hükümetin Batı’da yalnızlaşması, ‘bölgesel güç’ iddiasını da ‘istikrar’ gibi erozyona uğrattı. 15 Temmuz’da darbecilerin yarattığı tahribat, Türkiye’nin dış politika hataları nedeniyle zaten azalan etkin hamle yapma kapasitesini de tüketti. Almanya başta olmak üzere birçok Avrupalı güç, hükümetin resti karşısında Türkiye’nin cihatçılarla işbirliği yaptığını hatırlatmaya devam ediyor. Rusya ve İran’a ‘strateji’ gereği değil yine ‘mecburen’ yanaşan iktidar ise güç erozyonunu saklama peşinde. Bu yakınlaşmanın iktidar çevrelerinde uyandırdığı heyecana aldanmamak gerekir. Her iki ülkeyle de Suriye başta olmak üzere birçok meselede mayınlı bir arazi söz konusu.

Suriye’de Kürtlerin durumunun bu mayınlı tarladaki dansı belirleyeceği çok açık. Şimdiden iktidar kalemşorları sınır ötesi bir operasyonun vazgeçilmez olduğuna dair propagandaya başladı. Ancak ordunun mevcut durumu ve uluslararası dengeler dikkate alındığında bu yöndeki tavsiyelerin ‘propaganda’ aşamasının ötesine geçmesi zor görünüyor.

PKK saldırıları ise hem 15 Temmuz sonrası yaratılan milliyetçi kabarmanın devamına hem de OHAL koşullarında sıkışan demokratların koşullarının daha da güçleşmesine neden oluyor. Öteden beri Fethullaçılarla kavgalı olan PKK’nın şimdiki durumu ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’a çevirmesi için önce tek taraflı ateşkesi ilan etmesi gerekecek.

Yeni Milliyetçi Cephe

Erdoğan’ın başkanlık için doğru zamanı kolladığı, bu süreçte yeni bir meydan okumayı önlemek için iktidar blokunu yeniden örmeye çalıştığı yadsınamaz. 15 Temmuz’u ikinci Kurtuluş Savaşıyla özdeşleştiren propagandanın eşliğinde MHP’liler, aşırı ulusalcılar ve İslamcılar yeni bir blok kuruyorlar. Yeniden yapılanma aşamasında her aktör Cumhurbaşkanını ikna ederek mevzi kapmak için yarışacak. Ancak bu ittifakın sürebilmesi için Cemaat’ten öte “düşmanlara” ihtiyaç duyulduğu açık. Memleketin demokratlarını, sosyalistleri, barış talep edenleri hedef alan ikinci bir dalganın gelmesi bu nedenle sürpriz olmaz.

Öyleyse ne ‘mutabakatçı’ iyimserliğe, ne de demokratik taleplerimizi dillendirmeye ket vuran karamsarlığa teslim olma zamanı. Yıkıldık, bittik psikolojisinin mevcut durumun iyileştirilmesine zerre kadar faydası yok. Kandırılmadık ki arınalım, işbirlikçi olmadık ki korkalım, çanak yalamadık ki perhiz yapalım!

Kaynak: Birgun.net