Gezi’nin duvarlarındaki slogan zenginliği içerisinde belki de en naifi “slogan bulamadım” yazısıydı. Bir direnişe katılıp duvara yazı yazan cesaret, tüm tabuları altüst ederek, isyancıların heybetli kahramanlar değil sıradan ve sahici insanlar olduğunun mesajını veriyordu.

Gezi ve BirGün ilişkisi benzer bir naifliği sembolize eder. İçeriden konuşup birlikte anlayarak, birlikte öğrenerek, her gün üzerine bir şey koyma çabası ile kimi zaman kayıp düşerek de olsa usanmadan yürüyenleri... 2004’ten beri direterek, ısrar ederek, rotasını düzgün tutmaya çalışarak yüzdürülmeye çalışılan bir kayığın hikayesini...

“Gezi direnişi olmasaydı BirGün büyüyemezdi abi” tespiti konjonktürel perspektife sahiptir ve koşulların önemini yansıtması açısından da diyalektiktir! Ancak 2004 yılında onca alternatif medya tartışmasından süzülerek bir bağımsız gazete yaratıp “Gezi’nin rüzgarıyla yelkenlerini doldurmak”, tarihte özenin rolü tartışması açısından önemlidir. O yüzden BirGün bir öykü ise eğer, o öykünün içindekiler soyut tarihsel figürler değil, sizler ve “sizin çocuklarınız”dır.

Patronsuz bir gazete kurmak, onu tüm zor günlerde büyük fedakarlıklarla ayakta tutmak, emekçiler evlerine gidecek para bulamadağında masalarda sabahlamak... Bu değerler, bu emek, ne kadar farkedildi bilemiyorum. Gezi’ye dek penguen medyası dışında bir şey olduğu bilindi mi şüpheliyim. Çünkü çağımızda insanlar gazeteyi sadece bir haber alma aracı olarak görmüyor, bir “ürün” olarak görüyor. O yüzden ilk etapta “ürün”ün patronlu mu patronsuz mu olduğuna değil “ürün”ün kendisine bakıyor. “Ürün”ün arkasındaki gücün tartışmaya açılması belli bir bilinç seviyesi ile mümkün.

Ülke siyasi tarihindeki kimi kırılmalar ve medyanın aldığı pozisyon, gazetenin aslında bir “ürün” olmaması gerektiği bilincini ya da en azından hissini, yurttaşa verebilir. Gezi günlerinde sevimli penguenlerden kaçıp muhalif medyaya akan binlerce yurttaş bu bilince sahip olmuştur. Barry Sanders, “Bilincin (consciousness) Latince kökü (con-sciere) ‘başka biriyle birlikte bilgi sahibi olmak’ anlamına geliyor. Böylece bilinç toplu yaşama ait bir şey oluyor” derken biraz da bunu kastetmiş olmalı.

Gezi’deki bilinç ve ayrıştıranlar

Gezi’deki bilinç sıçraması sadece medya alanında olmadı. Her alana yansıdı. Örneğin uzun yıllardır ilk kez, 5 yılda bir sandığa giderek hayatları hakkında karar veren ve bunu da paranın, manipülasyonun, yasaların eşitsiz yarışı altında yapan insanlar, kendi geleceklerine kendileri karar vermek istedi. Bu radikalleşme; forumlarla, meclislerle farklı bir siyaset anlayışı yarattı. Temsili değil doğrudan ve devrimci bir demokrasi anlayışının arayışıydı bu. Bu arayış ve özlem, yerel seçimlerle, tape beklentileri ile kayıkçı kavgaları ile soğuruldu.

Gezi’de el ele tutuşmuş iki bayraklı kişinin simge fotoğrafı vardır. O iki bayrağın siyasi muhatabı olduğunu iddia edenler kollarından çeke çeke ayırdılar insanları. Peki ne kazanıldı?

Bu çabanın nedeni belliydi. Gezi isyanını, bir arada belirlenecek uzun vadeli bir politik bir güce çevirmek yerine, öfkeyi kendi siyasi çizgilerine angaje etmekti dertleri. Bu anlayışın bir sonraki hedefi de BirGün oldu. BirGün’ü iki kolundan çekiştirenler de BirGün’ün varlığından rahatsızlık duyanlar da onun bu dayatmaya karşı çıkmasını kendi dar çıkarlarıyla uyumsuz bulanlardır. Birileri açısından BirGün’e milliyetçi, ulusalcı damgası vurmak elzemdi. Çünkü kontrol edilemeyen ve Haziran isyanı ile özdeşleşmiş bir kurum vardı. Oysa bu kurum, zulmü teşhir etmek, barış istemek dışında bir şey yapmamıştı. Yine de onu milliyetçi, ulusalcı göstererek malum yelpazede bir yere oturtup kurtulmak ferahlık sağlayacaktı. Aynı şekilde laikliği savunan, dinci gericiliğe tepkili bir yayın, ilkokul düzeyinde bir milliyetçiliğin tezgahına girmediği için de kimilerinin hedefi oldu. Gezi isyanının talepleri, eşitlik ve özgürlük renkleriyle değil, sadece “beton, millet, sakarya” renksizliği ile özdeşleşebilirdi onlara göre. BirGün onlar için de bir ayrık otuydu.

Anadolu’nun bütün ağıtları birleşin

İsyan günleri bu sığ anlayışları yıkar. Talepler, bir aradalık ve empati küçük siyasi çıkarların önüne geçer. İsyanda omuz omuza olma güdüsü ayrıştırmanın çizgilerini siler. O yüzden isyan günlerinde halk tabulaşmış paradigmaların yerine farklı bakış açıları arar. Yanında gördüğü Kürt direnişçiyi bu kez anlamak ister, yıllardır hakir gördüğü için içi cız eder. Ya da laikçi teyze dediği aslında emekli maaşı ile geçinen kaygılı insanları aşağılayarak bir yere varamayacağı kafasına dank eder.

Bu ülkede çok acılar çekildi. Hepsi de bir avuç sömürücünün daha fazla kazanmak uğruna halkı dinle, milliyetçilikle uyutma çabasının, saflaştırma çabasının ürünüydü. Aynı sömürücüler din, dil, ırk gözetmeden Panama’da birleşti! Emekçiler ise birleşemedi. Soma’da, Gezi’de, Cizre’de, Hopa’da... Anadolu’nun bütün ağıtları birleşin, ayırt edici hiçbir şeyiniz yok şivelerinizden başka!

Eyvallah Gezim

Gezi direnişi ile birlikte muhalefet yapma biçimi, muhalefetin birbirini anlama biçimi değişirken, muhalif bir gazete olarak BirGün’ün, o dili ve o talepleri algılayamaması fiyasko olurdu. O günler BirGün’ün günleriydi çünkü savunduğu değerlerin, düşlediği hayallerin günleriydi. Beklediği, beklemekle yetinmeyip iğneyle kuyu kazarak mücadele ettiğiydi.

Marcos, “Zapatistalar geleceğe hitap eder. Sözlerimizin bugüne uymadığını fakat tamamlanmamış bir bulmacayı tamamlamak üzere sarf edildiğini söylemek istiyorum” der. Yani yıllardır bıkmadan söylediğimiz sözler belki de 2013 Haziranı içindi ve belki bugün söylediklerimiz de gelecekteki bir bulmacayı tamamlamak içindir. Bilemeyiz...

Bu arada yanlışlıkla gazetedeki bulmacanın yanıtlarını basarak veren bir ekip olarak, kimi zaman Marcos gibi değil, hicaptan yüzümüzü gizlemek zorunda kaldığımızı da söylemek isterim.

Ama hatasıyla sevabıyla 5000’e yakın üye ile iktidar aygıtlarından bağımsız bir ekonomik yapı, sözünü eğip bükmeyen yazarlar, Ensar skandalı gibi, bombacıların yerlerinin bulunması gibi nice habere imza atmış muhabirler, her biri onlarca yıl hapis cezasını sırtında taşıyan yöneticiler... Tüm dayatmaların içinde her gün yenilenmeye ve birlikte öğrenmeye açık bir gazete... Hata yaptığında özür dileyen, kimsenin dayatmasıyla değil kendi ilkeleriyle hesap veren bir şeffaflık... Kalıpları aşan, hayatın renklerini yansıtan yepyeni bir dil... Gezi’nin dili... 3 yılın sonunda bizim tarafta olan biten bu... Bunu hangi manşetle anlatırsınız deseniz: “Manşet bulamadık.”

2013 yılı BirGün’ün etkinliğinin artmasının ve geniş kitleler tarafından farkedilmesinin yılı ise Gezi’de akşam direnip gündüz gazete çıkaran genç çocukların dilinden ve algısından bir kez daha söz edilmelidir. Gerçek olanı popülerleştirme konusunda Gezi ile açığa çıkan dilin, bir günlük gazeteye nasıl harmanlanacağının örneğidir yaşanan... Asla bir kahramanlık öyküsü değildir ki kahramanlık öykülerini de sevmem. Bir başarının içinde dahi, “yapamama-edememe” hali daha naif ve eğlenceli gelir. Ülkeyi değiştirecek olanlar da, TOMA’ları püskürten cengâverlerle, “ben biraz arkada durayım en iyisi” diyen, “lan kızla da yeni tanıştık tırsak zannetmesin” diyen çocukların bir arada yürümesidir.

O zaman bir kez daha: Parklara, meydanlara, tazelenen imanlara, yorulmalara, oturmalara, kolundan tutup kaldırmalara, sonunda bizden yana esen rüzgâra, gözyaşlarıyla büyüyen ağaçlara, yüzünü silenlere, hep yüzü gülenlere, ‘inadına’ diyenlere, umudu büyütenlere… Eyvallah Gez’im.

Kaynak: Birgun.net