Carl Philipp Gottlieb von Clausewitz 19. yüzyılda yaşamış Prusyalı bir generaldir. Onu önemli kılan askeri etkinliğin nihai uğraşı sayılan savaşı siyaset (bilimi) gözüyle çözümlemesidir.

Clausewitz savaşı diplomasi ve siyasi süreçlerin tıkandığı yerde, olağandışı bir kopma, akıl dışılık olarak görmez; tam tersine “savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir”. Diğer bir anlatımla, araçları farklı olsa da savaş, bir siyaset yapma biçimidir. Dahası kendisine ait bir gramerinin bulunması savaşa siyasetin dışında bir mantık sağlamaz!

Siyaset yapma biçimi olarak savaş, Clausewitz’e göre, kutsal bir üçgen etrafında özgünlük kazanır. Birincisi, siyasal bir amacı gerçekleştirmek için, diğer araçlar tıkandığında işe koşulur; bu durum savaşın siyasetin amaçlarını yeniden tanımlayabileceği gerçeğini değiştirmez. Ancak bu yeni tanımlama bile, doğası gereği siyasi bir nitelik taşır; bir amacı gerçekleştirmek için kullanılır.

İkincisi savaş her zaman kaybetme ve kazanma olasılığını içinde taşır; sonucu garanti edilebilecek bir savaş yoktur. Tıpkı siyasette diğer araçların kullanıldığı durumlarda olduğu gibi, savaş bir araç haline geldiğinde, savaşın taraflarının örgütlülüğü, liderlik yetileri, değişen durumlar karşısında izlediğiniz strateji ve manevralar sonucu belirler.

Üçüncüsü, düşman tanımı ve bu tanımlama üzerinden harekete geçirilen ve kendi gerçekliğini oluşturan şiddet savaş siyasetinin merkezine gelir; tüm diğer araçlar şiddetin mantığına teslim olur.

Clausewitz’e göre bir siyaset yapma biçimi olarak savaş, amaç, olasılık ve şiddeti temel özellikleri olarak içinde taşıdığı ölçüde bu özelliklerin her biri üç kurumdan birine yönelir. Bu kurumlar, hükümet, ordu ve nüfustur.

Kısaca ifade etmek gerekirse; amaç büyük ölçüde hükümet (iktidar) tarafından tanımlanır, kazanıp kaybetme olasılığı ordunun gücü ve stratejilerine bağlıdır ve düşmanlıkla beslenen şiddet nihai olarak nüfusu hedefler.

Öte yandan bu üçlü ve eşleşmeleri arasındaki dengenin nasıl belirleneceği önceden öngörülemez. Bu üçlü eşleşme etrafında şekillenen kurumlar arasındaki dengenin nasıl kurulduğu savaşın niteliğini ve sonuçlarını belirler.

Bu görece soyut değerlendirmeleri somutlaştırmak için siyasetin savaş olarak sürdürüldüğü Türkiye’de son dönem gelişmelere kısaca bakmak yeterlidir.

Cemaatin amaçlarını gerçekleştirmek için, halk arasında anlamlı bir desteğinin olmadığı bir durumda, askeri gücünü harekete geçirerek darbe girişiminde bulunması hedeflediğinin tersine bir gelişmeye yol açmış; hem devlet hem de toplumda kazandığı mevzileri büyük ölçüde yitirmesiyle sonuçlanmıştır.

Kürt cephesinde de durum son dönemde içi açıcı görünmüyor; siyasi kanadın (HDP) halktan aldığı desteğe karşın, askeri kanadın (PKK) etkisinden çıkarak şiddetle arasına mesafe koyamaması, önemli mevzilerin yitirilmesine yol açmış bulunuyor.

Savaş siyasetinin merkezinde yer alan AKP iktidarının durumu, gücüyle orantılı olarak daha karmaşık bir tabloya işaret ediyor. Halktan aldığı görece geniş desteğe karşın iktidarın en zayıf karnının ordu-polis-yargı kurumları olduğunu darbe girişimi gösterdi; darbe halka ve diğer muhalefet partilerine yaslanarak savuşturuldu.

Darbe girişimi sonrasında AKP hükümeti ordu ve polis gücü içinde oluşan zaafı giderme yönünde adımlar atarken, bir yandan da toplumsal alanda karşısında gördüğü stratejik kesimleri KHK ve benzeri araçlarla tasfiye etmeye başladı. Ancak iktidarın gerek güvenlik güçleri, gerekse toplumsal alanda yürüttüğü tasfiye stratejinin önemli açmazları var.

AKP, karşısına çıkan bütün zorluklara karşın amacına doğru yürüyor. Ancak bu başarı savaşın diğer iki ayağını aşırı zorlayarak elde ediliyor. Güvenlik güçleri içinde yapılan tasfiyelerin ne derece etkili ve sadık asker-polis-yargı yarattığı belirsiz; sivillere asker rütbesi verilmesi bu alanın iktidarın zayıf karnı olduğunu göstermiyor mu?

Öte yandan amaca yürüyüş yolunda toplumsal alana yönelen tasfiyeler, Cemaat örgütlenmesinin ötesine geçip, laik kesimleri ve Kürtleri hedeflediği ölçüde, şiddetin tüm topluma yayılmasını tetikleyebilir. Bu durumda toplumsal alanda var olan fay hatlarında derin kırılmaların olması ve şiddetin kontrolden çıktığı bir durumla karşı karşıya kalınması süpriz olmayacak.

Tam da bu çerçevede, Clausewitz’in şiddetin gerçek ruhunu toplumsal alana yayıldığı zaman bulduğu tespitini bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Bir de olasılık vurgusunu; yani bir savaş başlatabilirsiniz, ama kazanacağınız hiç bir koşulda garanti edilemez. Hele üç ayak arasındaki dengeleri fazla zorluyorsanız!

Bunu ben söylemiyorum, işi savaş olan bir general, Clausewitz söylüyor!

Kaynak: Birgun.net