YASİN DURAK

İslamcılık kapsamına alınabilecek her fraksiyonuyla modern bir ideolojidir ve dünyevi ereklere sahiptir. İslami dünya tasavvuru olarak İslamcı ütopya bu ideolojinin tüm fraksiyonlarının ortak temasıdır. Ve bu ütopya ister Selefist yorumlarında olsun ister, isterse (bir dönemin tabiriyle) “ılımlı” yorumlarında olsun, eninde sonunda dar kapsamlı ve dışlayıcı bir toplumsal tasarıma tekabül eder. İslami dünya tasavvuru olarak bu toplumsal tasarımın hiçbir biçimi mevcut özgürlük eşiklerini aşan bir çağrıyı, mesela hayvan haklarını, mesela LGBTİ+ bireyleri, mesela sınıfsız toplumu içermez. Kur’andaki ayetler kırk bin kere yorumlansa bile eninde sonunda miras hukukunun, türcülüğün ve ataerkinin itinayla korunduğunu görürsünüz. Bu nedenle evet Müslümanın hoşgörülüsü olabilir, ancak İslamcının hoşgörülüsü filan olmaz. Dahası, Müslümanın anti-kapitalisti olsa da İslamcının antikapitalisti de olamaz. İslamcılık sınıfçı bir ideolojidir. İslamcıların alametifarikası halen ticari-siyasi bir mantığı işletebilmeleri, küresel güç odaklarının ve çeşitli sermaye gruplarının çıkar çatışmalarından beslenerek siyasi arenada etkin olabilmeleridir.

Ek olarak, etkili rıza üretim motifi olarak dinsel retorik sınıflı toplum yapısından nemalanır, her başarılı İslamcı klik kapitalist eşitsizlikleri lehine çevirerek yol almıştır. Rızanın ekonomi-politiği salt oy verme tutumuyla anlaşılamaz. İslami sermaye birikimini mümkün kılan dindar-muhafazakâr proletaryanın ucuz emek gücüydü mesela, İslamcıların uhrevi çağrısına kulak veren emekçilerin dünyevi telaşesiydi asıl olan. Nitekim hegemonya inşa etmek bile emek gücü ister. “İçinde domuz yağı var” diye Ülker’den başka çikolata yemeyen çocuğun, kapı kapı dolaşıp politik tebliğleri yapmayı sevap addeden, gazete dağıtan gençlerin, hepsinin İslamcılığın bugünkü hâkimiyetinde rolü vardır. Emek sömürüsü ve duygu sömürüsü birlikteliği İslamcı ideolojinin var olma koşuludur.

İslamcılık statükocudur da. Her türden İslamcının (bir dönemin yıkıcı unsuru olarak görünen İBDA-C’lilerin bile) ne olursa olsun bir düzen metafiziğini içselleştirdiğini, yasa koyuculuğu ve sözde şerri hukuku hakikat bellediğini görürsünüz. Bu yüzden İslamcılık “linç rejimini” her daim teşvik eder, İslamcılar kendilerini başka insanların yaşantısı üzerinde de tasarruf sahibi hisseder, dâhil olmadıkları hayatlara müdahil olma arzusundadırlar. Onlar kendilerinden çok başka insanların yaşayışının İslam’a uygun olup olmadığıyla uğraşıp dururlar.

Cemaatçilik ise bu ideolojinin başat örgütlenme stratejilerinden biri olarak düşünülmelidir. Bu bakımdan bugün kamuoyuna “temizlik operasyonu” olarak sunulan cemaatin tasfiyesi asla “cemaatçiliğin” tasfiyesi anlamına gelmez. Kayırıcılığın etik ilke haline getirilerek dayanışma gibi ifade edildiği, lobiciliğin kutsandığı bu İslamcı stratejinin en belirgin özelliği de dış eleştiriye kapalı olması, daha açık bir ifadeyle birbirlerinin kabahatlerini dışarıya karşı gizleyen cemaatçilerin motivasyonunda olduğu gibi asla “yoğurdum kara dememesidir”. İşte Fetullahçıların kudretini arşa erdiren şey de İslamcı iktidar aparatlarının bugün halen devam eden bu “cemaatçi” motivasyonu, bugüne kadar İslami kesimin AKP tarafından hep kayırılması, kollanması, bizzat Erdoğan’ın Uludere katliamında bile, ya da Rus uçaklarının düşürülmesinde de “yoğurdum kara diyemeyen” mantığı, onun yerine topuğunu yere vura vura suçu başkalarına atan tavrı oldu. Nihai olarak cemaatçilik kabaca bir suç ortaklığı silsilesinden başka bir şey değildir. Cumhuriyet kurulduktan sonra tekke ve zaviyelerin kapatılmasının dahi nedeni esasta buydu. Bugün bir kamusal vicdanı hatırlamak, torpillere, rantçılığa, klikçiliğe, lobiciliğe karşı çıkmak, yani cemaatçiliğe değil cemiyetçiliğe çağrı yapmak bu nedenle fazlasıyla önem arz ediyor.

Kaynak: Birgun.net