BURAK ABATAY @abatayburak

Lütfü Emre Çiçek’in ilk uzun metraj filmi ve başrollerinde Derya Alabora, Esin Harvey ve Görkem Mertsöz’ün yer aldığı Naciye filmi ilk gösterimini ABD’de Screamest Festivali’nde yaptıktan sonra 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterime girdi. !f İstanbul kapsamında filmi yarın gece gösterimiyle Cinemaximum Kanyon’da izlemek mümkün. Filmin başrol oyuncularından Derya Alabora ve Esin Harvey ile bir araya geldik, film ve hayat üzerine konuştuk.

>> Naciye filmi öncesi yönetmen Lütfü Emre Çiçek’i tanıyor muydunuz? Filme katılımınız nasıl gerçekleşti?
Derya Alabora: Tanımıyordum. Tanışmamız filmin casting direktörü Banu Çiçek vasıtasıyla gerçekleşti. Emre senaryoyu okuttu bana. Üzerine biraz çalıştık.

>> Senaryoyu nasıl buldunuz?
D.A.: Beğendim. Emre’yle problem olan yerler üzerine de konuştuk. Kendisi bu konuda gayet açık biri. Psikolojik altyapı daha ön planda olmuş filmde.
Esin Harvey: Doğaüstü unsurların olmaması, cinli perili bir korku filminin dışında bir korku filmi yapılabileceğini göstermesi yönüyle önemli bir film.

>> Bir yönetmen olarak Emre Çiçek’i nasıl buluyorsunuz?
D.A.: Kısa filmlerini seyrettim. Çok beğendim. Hatta bir reklam filmi için çektiği bir yapımı gördüm, çok beğendik. Hiç bilmediğiniz bir yönetmeni tanımak için bunlar önemli bir referans. Beni ikna edici noktası kısa filmlerdeki başarısıdır.

>> Gördüğüm kadarıyla bir yönetmenle birden fazla filmde çalışmışlığınız çok az. Tomris Giritlioğlu ve Yeşim Ustaoğlu ile ikişer film yaptınız. Farklı yönetmenlerle iş yapmayı seviyorsunuz diye tahmin ediyorum.
D.A.: Yönetmenler bir şey yaparsa, sana bana ihtiyaç duyarsa oyunculuk süreci öyle başlıyor. Ama bu bahsini ettiğiniz, aynı oyuncularla çalışmak, Tomris Giritlioğlu’nda olan bir şeydi. Dünyada bütün büyük yönetmenler de aşağı yukarı aynı isimlerle çalışırlar. Fassbinder sineması için Hanna Schygulla’nın yerini hatırlamalıyız. Bir işi yaparken aynı dili konuşmak çok önemli. Türkiye’de aynı oyuncularla çalışmak alışılmış bir şey değil.

>> Filme dönecek olursak, Naciye toplumun yalnızlaşmış bireylerinden yalnızca birisi. Toplumda bu kaotik karakterlerden çok sayıda var. Buna katılır mısınız?
D.A.: Naciye’nin çocukluğuna baktığınızda da, annesinin yaşadığı travma ve işkence, Naciye’yi çocuk yaşta başka bir travmaya yönlendiriyor. Küçük kardeşi ile beraber yaşadığı ensest duygular da beraberinde olunca Naciye yalnızlaşıyor. Naciye’nin ailesi ve evinden başka sahip olduğu kimsesi yok. Tek yabancı diyaloğu bakkalla. Evin dışında yaşayamaz Naciye. Toplumda da insanlar neden giderek yalnızlaşıyor sorusunun cevabı aynı. Ortak alanlarımız giderek azalıyor. Ağaçlar, parklar ve bahçelerimiz yok. Dolayısıyla ilişki yok.

>> Naciye ve Bengi karakterleri arasında, Naciye’nin kendi yaşam alanını koruması ve Bengi’nin de bedenini ve çocuğunu koruması yönüyle bir paralellik kurmak mümkün müdür?
E.H.: Aslında o eve gelene kadar Bengi de hayata ve çocuğuna dair ne hissediyor çok farkında değil. Tehditle karşı karşıya gelince farkına varıyor. Olur ya, bizlerin de hayatta bazı şeyler elimizden alınacağı zaman kıymete biner. Bu iki kadının karşı karşıya gelmesi de Bengi’ye de kendisine ve ailesine değer vermesi gerektiği yönüyle bu duyguyu yaşatıyor.

>> Unuttuğu vicdanımı hatırlıyor?
D.A.: Bu tip durumlarda vicdan yok oluyor. Bizim birine zarar vermememizdeki en büyük faktör vicdanımız ve ahlak kavramımızdır. Naciye’nin evine gelen insanları öldürmesi ona üzüntü vermiyor. Çünkü ona zarar verildiğini düşünüyor.

>> Bengi sözlü ve fiziki şiddete maruz kalıyor. Bu yönüyle film kadına yönelik şiddet olaylarını da es geçmiyor.
E.H.: Bir şiddet filmi zaten. Bengi gibi sosyo ekonomik düzeyi çok iyi olan bir kadın bile bir adamdan kaçmaya çalışırken, başka bir kadının baskısına, şiddetine maruz kalabiliyor.
D.A.: Film üzerinden gidecek olursak, bu durum bir şiddetten ziyade erkeğin kadın üzerine baskın bir yönlendirmesi olarak okunabilir. Çaresizlik insanları belli bir yola sevk edebiliyor. Bence kadınlar doğası gereği çaresizler. Hamilelik dediğin şey, çaresizlik oluşturuyor. Tecavüze uğradın ve hamile kalmışsan bu kadını çaresizliğe sevk eden bir durum. Savaşlarda da, günlük hayatta bir sürü istenmeyen çocuk doğuyor. Bunun bedellerini hep kadın ödüyor. Çocuğu aldırmanın bile kabahat olması kadını dört yandan kıstıran bir şey.

***

Bu dünyada kadının yeri yok!

>> Peki sinema ve kadın arasındaki ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?
D.A.: Kadın oyuncular yaşlanınca, 30 yaşına girince sinema sizi hemen anne rolüne sokuyor. Ama erkek yaşlandıkça prim yapıyor. Sinemada da, tiyatroda da böyle. Bu bir bilgidir. Bu dünyayı bilerek kurmuşuz, 70 yaşında çizgileri olan kadınları “ne muhteşem kadınlar!” diye görseydik böyle olmazdı. Porno sektöründe de küçücük kızları teşhir etmek, tecavüz etmek üzerine kurulmuş bir dünya var. Böyle unsurlarla kurulmuş bir dünyada kadının yeri yok ne yazık ki.

>> Kadın mücadelesi kadınlar ya da erkekler tarafından neler yapılırsa başarıya ulaşır?
E.H.: İki tarafından birbirini dinlemesiyle, hikayelerine değer vermesiyle alakalı bir konu başarı. Yaşadığımız sistem değişmediği için, değişimi mücadeleye devam ederek getirebiliriz.
D.A.: Değişmesi mümkün değil gibi. Çünkü devletlerin başında erkekler var. Kadınlar olsaydı durum tam tersi olacaktı. Benim problemim iktidarla. İktidar fena bir şeydir. Kansız olmaz. Tepede kalabilmek için bedel ödemek gerekiyor. Güç üzerine kurulmuş bir sistemi konuşuyoruz. Sistemi sevgi üzerine kurmuş olsaydık o zaman belki kadına çok daha fazla değer verilebilirdi. Güç, silah ve para olduğu müddetçe dünyanın değişimi mümkün değil. Ama ne zaman ki, sevgi, aşk, sanat ve dokunmak ön plana geçerse ancak kadın ön plana geçebilir. Ama bunu da biraz zor görüyorum.

Kaynak: Birgun.net