Türkiye bir haftayı aşkın bir süredir askerisinden siviline darbeleri, OHAL koşullarını yaşıyor. Ülke bir kez daha taht kavgalarına sahne olurken, bu kavganın dışında kalan çoğunluğun yaşamı siyasi ve bireysel çıkarlar uğruna çarçur ediliyor, zaman boyutunda ülke büyük adım geri gidiyor, tarih sahnesinde bir yeni utanca ev sahipliği yapıyor.

Ekonomi cephesinde ise 15 Temmuz etkileri konuşuluyor, telafisiyle ilgili tartışmalar yürütülüyor. Kuşkusuz siyasetin ekonomiye etkisinin oldukça güçlü olduğu bir dönemin içinden geçiyoruz. Fakat ekonomide bugün görünen izler, gelecekte de ekonominin siyaset üzerinde oldukça belirleyici bir etkene dönüşeceğini ortaya koyuyor. Bir diğer ifadeyle dinamitin fitili ateşleniyor, bundan sonra da söndürmek epey zor gözüküyor.
Buradan yola çıkarsak gündemdeki tartışma başlığını düzeltmekle işe başlayalım. Bugün bir sarsıntının etkilerini değil, sarsıntı ile daha görünür hale gelen sorunları/sonuçları tartışıyoruz. Dolayısıyla 15 Temmuz’dan bugüne darbe sahipliğinin el değiştirmesi ile birlikte, Türkiye’de başından beri dikkat çekilen yapısal sorunların dinamit fitili gibi teker teker ateşlendiği bir süreçten geçiyoruz demek daha doğru olacaktır.

15 Temmuz’dan yana ekonomide ne oldu?
Türk Lirası dolar karşısında yüzde 6’lık bir gerileme yaşadı, dolar bir haftayı aşkın bir süredir 3’lük bir bantta demirlemiş görünüyor. Yüzde 10’luk bir kayıp borsada izlenirken, yabancı sermaye çıkışları artan oranda devam ediyor.



Nitekim 15 Temmuz’u izleyen günlerde Moody's, Türkiye'nin ‘yatırım yapılabilir’ anlamını taşıyan "Baa3" seviyesindeki kredi notunu ‘çöp’ seviyesine indirmeye yönelik ülkeyi izlemeye aldığını açıkladı.



Son olarak ise geçen gün Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısı gerçekleşti ve yayımlanan tutanaklarda kısa vadede enflasyonda belirgin bir artış ifadesi yer aldı.

Doların fırlaması, borsanın dip yapması gibi refleksler, Türkiye ekonomisi için alışılmışlığın dışında bir durum değil. AKP ekonomi politikalarının, Türkiye ekonomisini iç ve dış gelişmelere oldukça kırılgan bir yapıya getirdiğini artık anlatmaya gerek yok. Lakin bugünün önceki sarsıntılardan ayrıştığı bir durum var ki, o da rejimin itibar ve desteğini büyük ölçüde yitirdiğinin net olarak ifade edilmesidir. Geçmiş benzer durumlarda var olan küresel destek sayesinde, faiz ve rant cazibesini/fırsatlarını artırarak veya vergi muafiyetleri sunarak durum stabilize edilebiliniyordu. Şu an ise AKP’nin öyle bir imkânı kalmamış gözüküyor.


Gelişmeler neye işaret ediyor?
Öncelikle başta uluslararası derecelendirme kuruluşları olmak üzere yabancı sermayenin Türkiye ekonomisine dair pozisyonunun netleşmesi önemli bir ayrışma noktasını oluşturuyor. Sonrasında ne olur, nasıl bu pozisyon ülke içindeki siyasete göre yeniden biçimlenir bilinmez ama, bugünkü pozisyonun 2002’lerdeki tavra geri dönmeyeceği oldukça net. Küresel şirketlerin, kuruluşların ve ekonomi basınının yaşananları “15 Temmuz krizi” olarak tanımlamadıkları da çok açık. Örneğin CNN International’ın ekonomi bölümü 15 Temmuz sonrası süreci “artan otoriterlik ve Batı’dan uzaklaşma” (18/07/2013) olarak görürken, İngiliz Telegraph gazetesi aynı doğrultuda darbe-karşı darbe süreciyle Türkiye’nin giderek AB normlarından ve makro ekonomik politikaların da rasyonellikten uzaklaştığını öne sürüyordu (18/07/2013). Wall Street, Martin Hutchinson imzalı “Şimdi Türkiye’den uzak durma zamanı” başlıklı yazısında, Erdoğan rejimi diye ifade ettiği rejimin son beş yılda keskin bir yol ayrımına girdiğinin, serbest piyasa anlayışıyla uyumlu olmayan bu yolun giderek artan otoriterlikle birlikte hukuk devleti ekseninden saptığının altını çiziyor. Aynı yazı, son bir yıldır yüzde 12 değer kaybeden TL’nin normal şartlar altında ihracatçılar için avantaj olabilecekken, Erdoğan rejiminde böyle bir ihtimalin kalmadığını da vurgulamış. Artan enflasyon ve şirketler nezdinde ciddi bir riski teşkil eden dış borç yapısını Türkiye’den uzak durma nedenleri arasında belirten yazı, tüm bunların ötesinde en büyük neden olarak Erdoğan rejimini gösteriyor.

Dış siyasetten sonra şimdi ekonomide yalnızlaşma dönemi
Yüksek derecede yabancı sermayeye bağımlı olan Türkiye ekonomisinde AKP, tek bir günde yerle bir olan Türk Lirası ve borsadaki albeniyi yeniden yaratabilir mi, meçhul. Fakat artık eski günlerin geride kaldığı oldukça açık. Neoliberal anlayış, ülke ekonomisindeki yapısal sorunları görmezden gelebilir, kalkınma ve toplumsal refah ise aslen hiç umurunda değildir. Fakat paranın güvenliği tehlikeye girerse tolerans göstermez. Ve bugün kendi rejimini kurtarma adına elindeki tüm yetkiyi, tüm gücü seferber eden Saray’ın hamleleri, bu anlayış ile uyuşmuyor. Yabancı basının kendi ifadesiyle, bugün ‘Erdoğan rejimi’ giderek destek ve kan kaybediyor.
Hal böyleyken Nihat Zeybekçi yahut Mehmet Şimşek’in sürekli piyasalara enjekte ettiği ‘normalleşme’ söylemi de bir fantezinin ötesine geçmiyor. Olan, Türkiye ekonomisinin, darbe ve karşı darbe süreciyle birlikte Saray merkezli AKP’nin tüm hukuksuzluğu, iliğine yozlaşmış dikta rejimi kuruculuğunda ‘yeni normal’ini yaşadığıdır ve bu yeni normal, rejimin kaçınılmaz yıkıcı sonuçlarını ortaya koymaktadır.

Kaynak: Birgun.net