AV. ŞENAL SARIHAN - CHP Ankara Milletvekili

“Karanlık büyüyor.”

15 Temmuz ardından yürürlüğe konulan OHAL Rejimi, her yeni kararname ile, OHAL’in amacı ile çelişen uygulamalara neden oluyor? Gözaltı, tutuklama, açığa alma ve göreve son verme işlemleri, ciddi ve makul gerekçeler olmaksızın, art arda yürürlüğe konuluyor. Binlerce çalışan kapıya konulurken onların bakmakla yükümlü oldukları insanların acısı ve öfkesi büyüyor. Bu durum, gerçek darbe girişimcilerinin ve onların arkasındaki örgüt ya da örgütlerin saptanmasında da karartmalara neden olacak bir ortamı tırmandırıyor. Oysa, olağanüstü rejim, bütünü ile bir hukuk rejimidir. İstisnai bir rejim olması, hukuk rejiminin de istisnası olması anlamına gelmez. Bütün hukuk rejimleri gibi insan haklarına dayalı olması gerekir. Olağanüstü rejimler, potansiyel olarak, birey hak ve özgürlüklerinin, yoğun biçimde ihlaline olanak yaratırlar.

Olağanüstü rejim sürecinde insan haklarının tanınması, korunması ve uygulanması yaşamsal bir önem kazanır. Rejimin taşıdığı, bu hakları kısıtlayıcı, daraltıcı hatta askıya alıcı yapısı, demokrasiyi tehdit eden bir unsurdur. Hatta olağan dönemlere de sirayet ederek, hukuksuzluğu eylemsel bir pratiğe dönüştürme tehlikesi taşırlar. (1)Yukarıda da belirttiğimiz gibi, olağanüstü rejimler, ulusal ve ulusal üstü normlara göre birer “hukuk” rejimidirler.
Bu nedenle ” keyfi, ben yaptım oldu” denecek eylem ve işlemlere izin vermezler. Olağanüstü önlemler ve uygulamalar sırasında “süreklilik-geçicilik”, “kural-istisna” gibi çatışmalarda hukuksal denge esas alınır. Bu nedenle olağanüstü rejimlerin uygulandığı dönemde, özellikle yürütmenin yetkileri sınırlandırılmıştır. Yürütme, bu ikilemdeki dengeyi kurarken, temel insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesini esas alacaktır. Olağanüstü rejim, yürütme organının yetkileri genişletmektedir. Bunun bir aracı da Kanun Hükmünde Kararnamelerdir. KHK’lerle tasarruf alanlarının yargı denetiminden de muaf tutulduğu durumlarda hak ihlallerine daha çok kapı aralanacağı açıktır.

Kriz, demokrasi ile aşılır
Olağanüstü rejimler, kriz hallerini aşmak içindir. Kriz, demokratik usullerle aşılmazsa, düzenin sağlanması ve halkın adalet duygularının tatmini olanaksızlaşacaktır. Demokratik usullerden kasıt, eylem ve işlemlerin, ulusal ve ulusal üstü İnsan Hakları belgeleri ve normlarına dayanarak yürütülmesidir. Bunun için öncelikle;Krizin, tanımlanması ve olağan yollarla aşılamayacağının belirlenmesi gerekir. Olağan yollarla aşılabilecek durumlar için olağanüstü yolların seçimi, daha ilk adımdan yanlış yola girmek olacaktır.

Demirel’in deyimi ile” yığınaktaki hata, savaşın sonuna dek sürecektir. Daha sonra, krizin hangi süre ve önlemlerle aşılacağı saptanmalı, ardından “önlemi kim ve nasıl alacaktır?” sorusu yanıtlanmalıdır. Ve ,esas sorun, alınacak önlemleri kimin denetleyeceğidir. Denetleme,önlemlerin insan hakları üzerindeki etkileri ve hukuka uygun olup olmadığı noktasında olmayacaktır.

Krizi demokratik usullerle aşma hukuku şu ilkeleri belirlemiştir: Gerçek bir krizin varlığı, orantılılık ve elverişlilik, Yasallık, yetkili organ ve aleniyet, iyi niyet, geçicilik, demokratik ve yargısal denge, Ulusalüstü Organa bildirim ve gözetime açıklık. Ne var gün bu ilkelerin hemen tümü yok sayılmaktadır. 12 Eylül’ sürecinde özellikle 1402’likler diye anılan ve görevlerine son verilenlerle ilgili İHD’nin Sayın Demirel’ le yaptığı görüşmede yaptığı satama şudur: “Desenize yığınakta hata yapılmış!”…Bu duruma “Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi” de diyebiliriz. (Ek:2)

15 Temmuz sonrası, “yığınakta yapılan hata” larla doludur ; 22 Temmuz ‘dan bu yana altı Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. (667-668-669-670-671-672) Çıkarılan kararnamelerin Anayasa’nın 91/7. ve 121/son maddelerine göre Resmi Gazetede yayımlandığı gün, TBMM’ne sunulması ve iç tüzüğün 128. Maddesine göre de 30 gün içinde TBMM ‘de görüşülüp, kanunla onaylanması gerekirken bu usul yerine getirilmeksizin TBMM tatil edilmiştir.

İktidar partisinin mecliste çoğunluğu oluşturması nedeni ile bu kararnamelerinin çoğunluk kararı ile onanacağı açıktır. Buna karşın, üzerlerinde tartışılmasına dahi olanak verilmemiştir.

Bu tutumun iki nedeni bulunmaktadır. İlki ve önemlisi, kararnamelerin TBMM’de onaylanması halinde kanun hükmü taşıyacağı ve Anayasa Mahkemesi’ne götürülebileceği kaygısıdır. Diğeri ise yapılan hukuksuzluğun tartışılması ve kamuoyu önüne götürülmesini engellemektir.

Ne yazık ki şu anda, tüm kararnameler, TBMM’nde görüşülmediği ve kanunla onaylanmamış olduğu için Anayasa Mahkemesi’nin denetimi dışında kalmıştır. Bu durum, açıkça Anayasa’ya aykırıdır.

İçinde bulunduğumuz süreç, mevcut yasal düzenlemelerin dahi uygulanmadığı, OHAL kararının veriliş nedeni ile sınırlı olmayan, keyfi ve temel insan haklarını yok sayan bir yönetimle bizi karşıkarşıya bırakmıştır. Özetle bugün işlem ve eylemlerde; ORANTISIZLIK, ÖLÇÜSÜZLÜK, AMAÇLA ARAÇ ARASINDA DENGESİZLİK, YETKİNİN KEYFİ VE KÖTÜYE KULLANIMI vardır. Bu durum, halkın adalet duygularını rencide etmekte ve bir darbe girişiminin yarattığı öfke, bu kez adaletsiz uygulamalarla iktidara yönelmektedir. İktidar, bugün yaptığı hatalardan, yarın “Tanrıdan ve halktan özür dileyerek” kurtulamaz. Halk, kendi vicdanında mahkemesini kurar ve yargısını verir. Yığınakta hata yapmaz.

1-) Olağanüstü Rejim Standartları/ M. Semih Gemalmaz
2-) Karanlıkta Yol Aramak/ Nevzat Helvacı

Kaynak: Birgun.net