Bir süredir rüzgar enerji santrallar (RES) konusunda yazılar yazıyorum. Geçen hafta da işin romantizmden çıktığını, doğaya müdahalenin gittikçe arttığını yazmıştım. Projeleri inceleyince de yaşam alanlarının tehlikede olduğunu yine yazımın sonuna eklemiştim.

Köylerin, meraların, zeytinliklerin, hayvancılığın, turizmin olumsuz etkileneceğini ve ileride insan sağlığına ciddi zararları olabilecek bir durumun doğabileceğini belirterek yazıma başlamak isterim.

Ama şunu da yinelemekte fayda var: Rüzgâr ve güneş enerjisine karşı olmak bir yana, yaşam alanlarının dibine kurulan RES’lere itirazım var. Sebeplerini ise şu şekilde sıralayabilirim.

1.Her bir türbinün dikilmesi için yaklaşık 5 metre temel kazılması, tiübinün etrafına ortalama 15x15 metre alanı da kapsayacak ortalama 600-800 metreküplük betonun atılacağını ve bu betonun doğaya zarar vereceğini düşünüyorum. Bütün rakamlar ‘ortalama’, çünkü her bir tirbünün direk uzunluğu, pervane çapı, megavat gücü farklı olduğu için, bu değerler de değişebiliyor. Ayrıca bu direkleri (türbinleri) dikmek için etrafında çalışacak vinçler, kamyonlar ve iş makineleri sebebiyle ortalama 1 dönüm habitatın yok olacağı aşikar. Buna hakkımız yok.

2.Pervaneleri taşıyabilmek için yol genişliğinin 7-12 metre arasında olması gerekiyor. Bazı bölgelerdeki yol genişliği bu kadar olmadığından -varsa- ağaçlar kesilerek bu yollar genişletilecek. Doğa tahrip edilecek, patika, yürüyüş alanları asfalt yollar haline gelmiş olacak.

3.Kamyon ve iş makinelerinin ortaya çıkardığı tozun insan, hayvan ve bitkilere zarar verdiğini düşünüyorum. Sadece insan değil, zarar verdiği en büyük iki şey zeytin ve ufak baş hayvancılık. Toz, kırmızı örümcek hastalığı sebebiyle zeytin verimliliğini direkt etkilediğinden rekoltenin düşmesine olanak sağlıyor. Zeytinin toza hassasiyetini Zeytin Koruma Yasası belirlemiş. Yasanın 20. Maddesi “en az 3 kilometre” mesafesinde fabrika, tesis yapımına izin vermiyor. Ama şu anda bu yasanın da delinmesi için uğraşılıyor. Keçiler ve koyunlar tozlu ot yemiyorlar. Bu da hayvanlarda düşüğe, süt veriminin azalmasına ve göçe sebep oluyor.

4.Her bir türbinde en az 40 kg mıknatıs kullanıldığı belirtiliyor. Bu manyetik alanın yarattığı sağlık problemleri için birçok ülke harekete geçti. Ayrıca kulak eşiğimizin duymadığı sesler sebebiyle ortaya çıkan hastalıklar da var. Wind Turbine Syndrome (Rüzgar Türbinü Sendromu) artık tanınan ve kabul edilen bir hastalık olarak literatüre geçti. Hastalığın belirtileri yüksek tansiyon, çarpıntı, stres, dengesizlik, aşırı sinirlilik ve anksiyeteye sebebiyet verdiği de kaynaklarca aktarılıyor.

5.Türbinlerin sıfır noktasında çıkan sesin 107 desibel olduğu, uzaklaştıkça bu seviyenin düştüğü de belirtilmekte. Ama ne kadar azaldığını ve bu bilgiden emin olmak için ben Youtube’da birçok video izledim. Desibel ölçer aletlerle gerçekleşen videoları sizler de izleyip kararınızı verin.

6.Kuş göç yollarının en büyük düşmanlarından biri de RES’lerdeki türbinler ne yazık ki. Her yıl kim bilir kaç tane kuş bu pervanelere çarpıp ölüyor...

7.Turizmle ekmeğini kazanan yerlere darbe vuracağını düşünüyorum. Ha, Bozcaada gibi bunu olumluya çevirmiş yerler de var ama keşke projeler Bozcaada’daki yaşam alanınıza uzak ve nispeten daha ufak ‘direk’lerden olsa. Eğer sessizlikle, sakinlikle anılan bir turizm beldesine sahipseniz bu maddeyi boş geçmeyin. Düşünsenize kim tepesinde fırıl fırıl dönen, gürültülü türbinlerin ve beton yığınlarının altında tatil yapmak ister?

8.Tarımın zarar göreceği, arsa değerlerinin düşeceği ise net. Çünkü 1939 yılında savaş şartlarında uygulanmak üzere çıkartılan Acele Kamulaştırma Yasası, ne yazık ki usulsüz olarak enerji yatırımlarında kullanılarak köylünün, yerel halkın tarlasının ortasından geçen istimlaklar yapılabiliyor. Bu arsada ağaçlar varsa ne yazık ki yok ediliyor. Evler boşalttırılıyor. Arsalar, tarlalar yok pahasına ya satın alınıyor ya da kiralanıyor. Nihayetinde de kaçnılmaz son: Göç.

VATAN HAİNLİĞİ YAFTASI

Tüm bunlar olurken bir kriterim var. Benim için böyle bir kararda –nasıl diyorsak- yöre halkı, köylü, adalı, şehirli, şehirden yeni göçmüş veya o bölgeye kendini ait hisseden her kim varsa onun fikri esastır. Şirketler bu vesileyle köy kahvelerinde, buldukları her ortamda RES’lerin ‘kendilerince’ faydalarını anlatırken, projelerin yaşam alanlarına zarar verdiğini söyleyen insanları da suçluyorlar. Ama bu noktada bel altı vuran şirket temsilcilerinin genel izlediği yol o insanları “vatan hainliği” ile suçlamak oluyor.

YALANLAR...

Bir de yalanlar var. Zaten yıllardır bildiğimiz “ülkemizin büyük enerji açığı var”, “bu türbinleri dikelim, köyünüze su da getireceğiz”, “zaten 8-10 tane dikip gideceğiz”, “köyünüzün yollarını yenileyeceğiz”, “elektrik bedava olacak”, “yüzlerce gence iş vereceğiz” gibi yalanlar…

NEDEN YAŞAM ALANI?

Şirketler rüzgar ölçümlerini yaparak bu projelere giriyorlar. Maliyetleri belli, devletin alacağı fiyat belli, haliyle kârlılıklarını biliyorlar. Bu sebeple dikecekleri türbinler, ulusal elektrik hatlarına ve yollara ne kadar yakın olursa maliyetleri o denli az, karlılıkları da o denli fazla olacak. Bu şartlarda bitki çeşitliliğinin ve ağacın olmadığı, yaşam alanlarından uzak alanlarda bu tirbünleri kurmak şirketlere maliyet anlamında zarar vereceğinden ötürü kabul etmemeleri gayet normal değil mi(!).

Sonuç olarak yazının başına dönersek, yaşam alanlarından uzakta olduğu sürece, tarımı, hayvancılığı, doğayı, turizmi, insan sağlığını etkilemediği sürece her kooperatife, her rüzgar gülüne bireysel olarak varım. Aksi halde itiraz şerhime konu olan detayları madde madde yukarıda yazdım. Rüzgâr önemli, fakat yaşam çok daha fazla önemli!

Kaynak: Birgun.net