‘En kötü henüz gelmedi’ bekleyişleri ekonomide sürerken ve iktidarın çareyi Gana’da aradığı şu günlerde ekonomi alarm vermeye devam ediyor. Üretim daralıyor, gelirler düşüyor. Bunun yanında borç yaratıcı, ülke refahına katkısı olmayan, sermayenin cebine rantı halkın sırtına borcu yükleyen konut-inşaat, müteahhitlik başta alanlar “kurtarıcı” olarak görülmeye devam ediyor. Bugüne dek ülke kaynaklarını tahrip eden, doğal-kültürel tüm varlıkları yok etmeye odaklı bu alanlar üzerinden kurgulanmış büyüme modeliyle karşımıza çıkan bu yozlaşmış yapı, bu alanlara daha fazla teslimiyet üzerinden sürdürülüyor. Nitekim iktidarın Cerattepe ısrarı böylesi bir anlayışın yansıması.

Bir diğer taraftan, malum, Türkiye’nin bitmek bilmez gündemi açıklar; yani gelirlerin üzerinde giderler. Bu mesele yüksek açıkların nasıl finanse edileceği üzerinden de ele alınabilir, ancak durumun kronik hali oldukça yapısal bir bozulmayı ortaya koyuyor. Nitekim yapı bozukluğunu, her ne kadar havuz medyasında ‘olumlu’ bir veri gibi gündeme sunulsa da, dış ticaret açığındaki ‘daralmadan’ okumak mümkün.

​AKP’li yılları incelerken, Korkut Boratav’ın AKP’nin ekonomik büyüme temposunu incelediği çalışmalarındaki dönemler üzerinden gittiğimizde, ‘2003-2007’ hızlı büyüme dönemine ait yaklaşık yüzde 7’lik bir büyüme temposunda ortalamada 43 milyar dolarlık dış ticaret açığı yaratıldığına tanık oluyoruz. Hızlı büyümenin, yüksek dış açık verilerek yaratıldığı bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 68’lerden yüzde 63’lere iniyor. Bu dönem aralığında ithalat, ihracattan yüzde 14 daha fazla artıyor. Gelelim öze dönüş yıllarına… 2009’da ekonomideki sert düşüşle birlikte ithalatta ciddi gerileme eşliğinde dış ticaret açığında yüzde 45 dolayımında bir daralma göze çarpıyor. İyi bir daralma mı? İthalattaki düşüşün ihracatta yüzde 22’lik bir kayıp yarattığı düşünülürse elbette cevap hayır. 2012 yılından itibaren ise ekonomi ite kaka yüzde 3’lük bir büyüme temposunda kör topal seyrini izliyor. İthalattaki gerileme ihracatın neredeyse iki katı. Dolayısıyla burada dış ticaret açığında da ister istemez bir gerileme oluşuyor.

Kaynak: TÜİK

Hayırlı bir gerileme değil elbette. Ülkede yapılan her 100 dolarlık ihracatın yaklaşık 60 dolarlık kısmı ithal girdilerden oluşuyor. Hal böyleyken son dönemde TL’nin dolar karşısında yılda ortalama yüzde 5’lik değer kaybı ihracatı kamçılayacakken, yüksek ithal bağımlılığı nedeniyle ihracata darbe vuruyor. İhracat, ithalat temposuna bağımlı bir performans gösteriyor. AKP’li yıllarda uygulanan ucuz döviz politikası ve borçlandırmayı teşvik eden politikalar sonucu bugün ihracatçı ancak ithal edebildiği ölçüde ihraç edebiliyor. Yüksek dolar, ithalat üzerinden ihracatı dolayısıyla üretimi vuruyor.

Sonuç olarak bugün düşük büyüme temposunda daralan açıklar üretimdeki daralmanın, ihracat gelirlerindeki düşüşlerin ve istihdamın nitel ve niceliksel kayıplarının bir göstergesi olarak okunmalıdır.

Yapısıyla oynanmış, çarpık hale getirilmiş üretim ve ihracatta durum daha da kötüye giderken, iktidarın çözüm stratejileri ise havuz medyada yaldızlı haberlerle sunuluyor. Son örneği kırmızı et. Memlekette uygulanan yanlış politikalar sonucu bırakın ihraç etmeyi, ülkeye yetecek et bulunmadığını ileri sürenler çareyi yine dışarıda arıyorlar. Neymiş mevcut arz talebi karşılamaya yetmiyormuş, fiyatlar bu nedenle yüksekmiş, ithal etlerle sorun çözülürmüş. Üreticinin yem başta olmak üzere yoğun ithal ettiği girdilerde yüksek dolar kuru sebebiyle oluşan maliyetleri kat be kat fiyatlara yansıtmasını, toptan ithalatla çözmeye çalışan anlayışa ne denir ki? Pes!


Kaynak: Birgun.net