NEFİ KARA

Siyaset ve hekimliğin birleştiği bir devrimcinin etkisi altında büyümüştük. Che’nin çocuk doktorluğunu bırakıp insanların sağlığının bozuk bir düzende sağlanamayacağını düşünerek devrim yapma fikri bize de ilham kaynağı olmuştu. Öyle ki, devrimden sonra kendisine verilen çocuk hastanesinin açılışındaki fahri doktora için ‘Bunu hekim olarak kabul etmiyorum. Çünkü mesleki olarak görevimi yaptığıma inanmıyorum. Ancak devrim mücadelesinde bir komutan olarak kabul ediyorum’ demesi onun sade, samimi ve dürüst kişiliğini yansıtıyordu.

Havana’ya ulaştığımızda, muhteşem tarihi binalar, tarihi ve eskimiş sokaklarıyla kapitalizme direnen Küba dimdik duruyordu karşımızda. Meclis temsilcileri ile sade döşenmiş bir Meclis binasında ilk görüşmemizi yaptık. Küba’da son durumlarını anlatırken masadaki 5 temsilciden 3’ünün kadın olması devrim yönetiminin çoğunluğunun kadın olduğunu ve eğitim düzeylerinin yüksek olduğunu hissettirdi bizlere.

Devrimi kadınlar ayakta tutuyor
ABD ambargosu nedeniyle yoksullaşmalarına rağmen sağlık ve eğitime yani insana yatırım yaptıklarını, her anlamda adaleti ve eşitliği sağladıklarını, bununla gururlandıklarını ve dimdik ayakta olduklarını gösteriyorlardı. Meclislerinin yüzde 52’sinin kadınlardan oluştuğuna dair vurguları dikkat çekiciydi.

Küba Komünist Partisi’ni ziyaret ettik. Devrimi yaptıktan sonra ilk olarak eğitimli bir toplum ve sağlık sorununu çözmüş bir ülke için tüm birikimlerini yatırdıklarını, ambargonun etkisi nedeniyle diğer alanlara yatırım yapamadıklarını, bu problemi yetişmiş insan gücü ile aşmak için mücadele ettiklerini, çok az ülkenin desteğini aldıklarını anlattılar. Görüşme esnasında dikkatimizi çeken önemli noktalardan biri de odada Nazım’ın bir resminin durmasıydı.
1 Mayıs günü geldiğinde Devrimin ülkesindeki kutlamalar için heyecanlıydık. Meydanda dev bir anıt, dev bir alan, karşıda dev bir Che Guevara portresi. Bir başka köşede devrimin beyinlerinden Jose Marti’nin büstünü gördük.
İlginç geliyordu bize. Neden sokaklarında, resmi binaların önünde Castro’nun büstleri yoktu? Merak ettik ve sorduk. “Castro hala yaşıyor ve büste gerek yok.”

Filistin’den İspanya’ya, Fransa’dan Kanada’ya, Venezuela’dan Uruguay, Brezilya’ya farklı bayraklar, farklı dilde, farklı dinde insanlar yan yanaydık. Ve uzaktan gözüken kızıl bayraklar yürüyüşe başladı. Bir insan seli akıyordu. Hiç güvenlik sorunu ya da kaygısı yaşanmıyordu. Özgürce sloganlar atılıyordu. Farklı ülkelerin bayrakları, flamaları, ekibimizin önünde duran Türk bayrağımız yürüyüş kortejinde bulunan Türkiye’den gelen insanlar coşkumuzu ve sevincimizi daha da arttırıyordu. Yaklaşık bir saat sonra alan boşalmıştı.

Yerlerde bir tek kâğıt parçası, bir tek çöp yoktu. Tertemiz bir meydan vardı. Kendisine inancı ve saygısı olan bir toplumun pırıltısı ve temizliği her yere yansıyordu.

Bir arkadaşımız sokaklardaki yoksulluğu ve esmer renklilerin buralarda fazla olduğunu, onlara karşı bir ayrımın olup olmadığını sordu. İki komünist partisi yetkilisi bizim de rengimiz esmer ama üst düzey yöneticiyiz dediler. “Biz de renk, dil, ırk, din, böyle bir ayrım hiç yoktur. Düşünmedik bile. Herkes eşittir”


40 milyon sokakta kalan insanı ile Amerika’da sağlıktaki güvencesizliği ortadan kaldırmaya kalkışan Başkan Obama’nın başına gelenleri düşününce hangi ülke daha yoksul tartışılabilir. O sıcak, sade insanlar ülkeyi ve devrimi sorgulayan sorular sorulduğunda birden ciddileşiyor ve sosyalizmi korumak için her türlü mücadeleye devam edeceklerini ve devrimi koruyacaklarını belirtiyorlardı.

Devrimden taviz vermiyorlar
Efsane lider Che’nin müzesini de gördük. O’nun motosikletini, sevgilisini ve arkadaşlarını, o sıcaklığı yansıtan resimlerini..Müzenin olduğu yarımadaya geçerken suyun altından geçtiğimizi sonradan fark ettik. Bize hiç Marmara’yı (!) anlatmadılar. Oysa yıllar öncesinde yapmışlar. Geçtiğimiz tünelin üzerinden gemiler geçiyordu limana doğru. Tabi Atatürk’ün Büstünün olduğu parka uğramadan Küba’dan ayrılamazdık. Gururla resim çektirirken bir Kübalının da Atatürk resimli t-shirt ile bizimle poz vermesi ayrı bir mutluluk kattı bizlere.

Hemen yan tarafından Tagor’un büstünü görünce Ecevit birden gözlerimizde canlandı. Birkaç ay önce Obama’nın Küba ziyaretinden sonra o büyülü ülke değişmeden görelim diye midir bilinmez, insanlar Küba’ya akmış. Bir haftalık Küba gezisinde insanları tartışırken ya da kavga ederken hiç ama hiç göremedik.

İçimizde bir burukluk, o sıcacık insanlar bizi havaalanında uğurlarken, insanın insanca yaşaması için kurulmuş bir sosyalizmin, kapitalist sistemin kuşatması altında yalnızlaştırıldığını, ama her şeye rağmen dimdik ayakta durabildiğini, bir ülkenin tıpkı bir anıt gibi yaşadığını görerek ayrılıyorduk Küba’dan.

Kaynak: Birgun.net