15 Temmuz darbe girişimi üstü örtülmüş bir konuyu tartışmaya açtı.

Din, devlet, toplum ve siyaset ilişkisi.

Tartışmalıyız. Çünkü ”laik devlet” içinde, din ve cemaatler kurumsallaşırsa, ne tür tahribatlar yaşayacağımız ortada.

Tahribatlar gökten ayetle inmiyor. Devlet içindeki “yer imamları” bu tahribatları yaratacak, darbe girişimini yapıyor.

Yetmiş yıldır “dini cemaat” dediniz.

İlkokul mezunu darbeciyi 1950’li yıllarda Molla Cami’ye, sonra Diyanetin “din bürokratı” olarak, Ege Bölgesine “Gezici Vaiz/İmam” atadınız.

Hepiniz o imamın “VİP Sohbetlerine” özel izinle katıldınız.

“Cemaat lideri” olarak kabullendiniz. Hükümetlerinize “gizli” siyasi “ittifak partneri” kabul ettiniz.

İttifak bozulunca, cemaat lideriniz “darbeci” oldu. Devlet içindeki dinci örgütlenmelere son verilmesin diye, “Gülenizm, Kemalizm’in çocuğudur” dediniz.

Tam bir iki yüzlülük!

Devlete Din Değil, Laiklik Gerek

Dinin ve İslamcı Cemaatlerin devlet içinde örgütlenmesine hukuki ve ideolojik zemin sağlayanlar, çözümü popülist, hamaset ve dinci gericilikle perdelemeye çalışıyorlar.

Oysa tartışmanın zemini laikliktir. Bu hakikat göz ardı edilmeden, din, siyaset ve devlet ilişkisi mercek altına alınmalıdır.

Devlet içinde din devleti örgütlenmesi hukuksuzluğunu ancak böyle görebiliriz.

Bugün yaklaşık, 1 Milyonu aşkın din bürokrasisi, milyarlarca dolarlık din bütçesi ile din devlet içinde devlettir! 155 Bini Diyanette imam, 90 bini Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’te din öğretmeni olarak görev yapıyor. Diğerleri ise farklı kamu kurumlarına yerleşmiştir.

Özellikle 1950’den itibaren, çok partili, çok cemaatli siyasal İslamcılık, camiden devlet içinde ibadeti örgütlediler. Kamu kurumlarında dini cemaatlere alan açtılar.

Nato “hukuk devleti” içinde, hukuk dışı “derin devlet” kurdu.

Cemaatlerde “laik devlet” içinde “din devleti” kurdular. Suçlu, kuranlar kadar, kurulmasına izin veren TC hükümetlerdir.

Peki bu sorun nasıl çözülür? Bu tartışmada üç eğilim açığa çıkıyor.

Birinci eğilim; “darbe girişimi bahane edilip, laiklik hortlatılıyor. Bürokraside ‘FETÖ Üyelerinin’ ayıklanması doğru, ama dinin/dincinin devlet kurumlarında alanı daraltmasın. Arkadan gelensolcu, sosyal demokrat ve laik kesimlere alan açma riski doğurur. Dikkat edelim, laik kesime devlet bürokrasisinde alan açılmasın, Gülen dinin değil, Kemalizm’in çocuğudur” diyerek, mezhepçi devleti güçlendirmek isteyen AKP camiasıdır.

İkinci eğilim, laiklik karşıtı din ve devlet ilişkisinin sürdürülmesinde sakınca görmüyor. Ama “FETÖ” ile boşalan alanlarda “ittifak partneri” olmak istiyorlar. “Ulusal çıkarlara dayalı milli irade” inşası için statükocu, asker, dindar ve yargı bürokrasine dayalı işbirliği arayışındalar. Devlet içinde “cemaatler ile ulusalcılar” ittifakı arzuluyorlar. Kendilerini “AKP bizim çizgimize yanıştı” diye avutuyorlar.

Üçüncü eğilimdeki sol ve sosyalistler ise, mevcut din, devlet ve siyaset ilişkisiyle demokratikleşmenin, toplumsal barışın sağlanamayacağını ve darbelerin önlenemeyeceğini savunuyor. Sola göre, din özel alana aittir. Devlet içinde örgütlenemez. Siyaset üstünde vesayet inşa edemez. Çözümü laiklik ve demokraside görüyorlar.

Laik devlet vatandaşı ile etnik ya da dinsel kimlik üzerinden ilişki kuramaz. Avantajlı ve dezavantajlı kimlikler üzerinden ötekileştirme yaratamaz. Buna izin vermez. Kamu kurumlarını ve kamu hizmetlerini etnik ya da dinsel kimlik üzerinden tanımlamaz.

Sol, kamusal hizmetlerin sunumunda “eşit yurttaşlık ve eşit haklar” ilkesini savunur.

Fakat bu evrensel doğrular, AKP tarafından ayaklar altına alınmıştır.

Devleti, kamu hizmetlerini, kamu kurumlarını ve kamu siyasetini, din referansı, din bütçesi ve din bürokrasi üzerinden şekillendirdiğimiz için Türkiye’de toplumsal kaos ve acılar tükenmiyor.

6-7 Eylül, Çorum, Maraş ve Sivas katliamlar devlet mezhebinin ötekileştirdiklerinin dünyasında gerçekleşti. Darbelerin ittifakı ya da darbe girişimcisinin cemaat lideri olması manidar değil mi?

15 Temmuz sonrası yine yanlış dersler çıkarıyorlar. Oysa çıkarılması gereken ders; devleti, kamusal hizmetleri ve siyaseti her türlü dincilikten, dinci kadrolaşmadan, dinci kurumsallaşmadan ve dinci finansmanlardan, kollamalardan ve imtiyazlardan arındırmaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalı. Eğitim dinselleştirilmesine son verilmeli. Liyakat esas alınmalı, ideoloji, siyaset, cemaat ve din üzerinden kadrolaşmaya son verilmelidir.

“Koşullar laikliğin bu şekilde uygulanmasını zorunlu kılıyor” gibi evrensellikten kopmuş yaklaşımlar egemenlere aittir. Toplumsal barışımıza katkısı değil, zararı vardır.

Şöyle toparlağım; Bir ülke ya laiktir, ya da değildir. “Burası Türkiye, bize özgü laiklik” gibi saçma argümanlara hem aklım, hem de vicdanım kapalıdır.

Laik devlette din, devletin elinde değil, inanan insanın vicdanında olur. Laiklik dinli ya da dinsiz olma hakkını eşit görür.

Çünkü devlet dünyevidir. Ne devletin ne kamu hizmetlerinin uhrevileştirilmesine izin vermez.

Unutamayın ki, uhrevileşen siyaset ve devlet sadece ayrımcılık, nefret, tekçilik, darbe ve katliam ile ibadet eder.

Kaynak: Birgun.net