BEHLÜL ÖZKAN / [email protected]

“Biz sağ ve sol omuzumuzdaki meleklerin yazdıklarına bakarız. Biz onların tuttukları dosyalar için yaşıyoruz.” Başbakanlık koltuğunu bırakmadan iki gün önce Davutoğlu’nun AKP grubundaki bu sözleri, ister istemez İstanbul’un Fatih tarafından kuşatılması sırasında Bizans’ın ileri gelenlerinin meleklerin cinsiyetini tartıştıklarına yönelik rivayeti akıllara getirdi. Hem akademisyen hem de siyasetçi olarak Davutoğlu’nun temel sorunu gerçeklikle kurduğu sorunlu ilişkiydi. Koltuğunu kaybettiği içinde bulunduğumuz günlerde bu sorun iyice su yüzüne çıktı. Belli ki dualarla sürdürdüğü ve izleyicilerin “amin” sesleriyle tamamlanan grup konuşmasında kendisinin siyasi cenazesinin kaldırıldığının da farkında değildi.

Davutoğlu parantezi kapatıldı

Aylardır Cumhuriyet dönemiyle açılan parantezi kapattığını, Osmanlı dönemini restore edeceğini iddia eden Davutoğlu’nun parantezi Erdoğan tarafından kapatıldı. Başbakan olarak yaptığı ve sesinin zaman zaman titrediği, AKP’nin olağanüstü kongresinde aday olmayacağını açıkladığı son konuşmasındaysa sürekli ne kadar başarılı olduğunun altını çizdi. Konuşmanın sonuna doğru, içine düştüğü tutarsızlığın farkına varmış olacak ki, görevi bırakmasını “Benim tercihim değil, bir zaruretin sonucu” diye açıklamak zorunda kaldı.

2009’da dışişleri bakanı olarak “Ortadoğu’nun sahibi, öncüsü” olarak çıktığı yolda bugün Başbakanlık koltuğunu bırakırken, Davutoğlu’nun dış politikası Türkiye’yi hem içerde hem de dışarda varoluşsal bir ulusal güvenlik kriziyle baş başa bırakmış durumda. Sınırları kaldıracağız diyen Davutoğlu döneminde Türkiye sınır ötesindeki tek toprağı Süleyman Şah Türbesini kaybetti. Yüz bin mülteci kırmızı çizgimiz demişti, mültecilerin sayısı 3 milyona ulaştı. Başbakanlığı döneminde başkent Ankara’nın merkezinde Türkiye tarihinin en büyük terör saldırısı meydana geldi. Bursa, İstanbul gibi büyükşehirlerde bombalar patlamaya devam ediyor. Kilis, IŞİD’in füze saldırıları altında. PKK ile yeniden başlayan çatışmalarda şehirlere yığılan patlayıcılar yüzünden tanklar şehir merkezlerine girmiş halde. Rusya ile ilişkiler son 70 yılın en sorunlu dönemini yaşıyor.

Giderken bile dava ve partiye sarıldı

Ancak Davutoğlu Türkiye’yi içine düşürdüğü bu krize hiç değinmeden, her zaman yaptığını yapmaya devam edip gerçekliğe gözlerini kapatarak tüm konuşması boyunca ülkenin kaderine yönelik sorumluluk almak yerine; AKP’nin çıkarlarından, AKP kadrolarından ve davanın geleceğinden bahsetti. Giderken bile tek düşündüğü Türkiye değil, onu o makama getiren partisi ve davasıydı. “AK Parti’nin kaderi Türkiye’nin kaderidir” demesi içinde bulunduğumuz vahim durumu bir kez daha gözler önüne serdi.

Davutoğlu gerçeklikten kaçmaya çalışsa da Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı döneminde altına imza attığı ve Türkiye’yi derin krize sokan politikalarının siyaseten ve hukuken hesabını vermek zorunda kalacak. Davaya ve lidere ihanet etmekle suçlanırsa bu dönemin tüm sorumluluğunun kendi üstüne yıkılacağının farkında varmış olacak ki, giderayak AKP MKYK’sındaki arkadaşlarının ihanetine uğradığını ima etmesine rağmen, davaya ve lidere sonuna kadar bağlı kalacağını vurguladı. 2013 yılına kadar Cemaatle birlikte yürüdüğü yolda daha sonra Başbakan olarak Cemaatin üzerine giden ve ‘paralel yapının’ yok edilmesinin önde gelen savunucularından biri olarak, şimdi bir benzerinin kendi başına gelmemesi için ön alarak “mücadeleyi AK Parti neferi olarak sürdüreceğim” mesajı verdi. Erdoğan bu mesajı ne kadar dikkate alacak bunu zaman gösterecek. Ancak AKP’nin ileride iktidarı kaybetmesi söz konusu olduğunda Davutoğlu için özellikle de 2011 sonrası Arap İsyanları sürecinde yaptıkları mutlaka önüne konacaktır. Kısaca Davutoğlu AKP’nin kaderinin kendi kaderi de olduğunun farkında.

Derinliğe düşerken

Önümüzdeki dönemde Davutoğlu’nun siyasi kariyeri muhtemelen diğer dava arkadaşları Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi inişe geçecek. Köşesine çekilirse sürekli bahsettiği ‘Tarihi Derinlik’ kitabını yazmak için bol vakti olabileceğini öngörebiliriz. Davutoğlu yeni kitabının, AKP iktidara gelmeden hemen önce 2001 yılında piyasaya çıkan Stratejik Derinlik’in bir devamı olacağını belirtmişti. Stratejik Derinlik, Türkiye’yi içinde bulunduğu krize sokan yayılmacı Pan-islamcı düşüncenin kaleme alınmış hali. Stratejik Derinlik; 1920-1930’ların Almanyası’na yön vermiş Karl Haushofer gibi jeopolitikacıları ve onların Lebensraum (hayat alanı), Mittellage (merkez konu) gibi Almanya’yı 1945’teki çöküşe götüren kavramlarını Türkiye’ye uyarlayan bir çalışma olmasına rağmen 2002’den bu yana bir kısım akademisyen ve gazeteci tarafından ciddi övgüye mazhar olmuştu. Stratejik Derinlik’in vahim derecede sorunlu yanlarının bu akademisyen ve gazeteciler tarafından göz ardı edilmesinde, Davutoğlu’nun siyasi iktidarın bir parçası olması önemli rol oynadı.

Akademisyen olarak kaleme aldığı yazılar sadece referans aldığı teori ve kavramlar yönünden değil, kendi davası ve düşüncesinin karşısında bulunan kesimlere yönelik kullandığı ifadelerden dolayı siyasi açıdan da oldukça sorunluydu. Aralık 1993’te İzlenim dergisinde ‘Meşruiyet Kazanan Karakollar’ başlıklı yazısından Yahudilerle ilgili yazdığı şu bölümü hatırlatmak yeterli olacaktır sanırım: “Buna mukabil İsrail, tarih boyunca hiçbir toplumla gerçek anlamda bir arada yaşamayı becerememiş bir toplumsal ve tarihi kültüre istinat etmektedir. Irkçı ve seçkin millet esasına dayanan kültür birikimi Yahudi toplumunu sığındıkları toplumlara karşı riyakâr ve oportünist, hâkim oldukları toplumlara karşı da, baskıcı ve köleci yapmıştır.” Davutoğlu’nun Ekim 2015’te Habertürk’e verdiği röportajda bu yazılarına yönelik “90'lı yıllarda yazdığım şeylerin hepsinin altına tekrar imza atarım” dediğini vurgulayalım.

Trajik son

Bugünden sonra Davutoğlu’nu nasıl bilirdiniz sorusu daha sık sorulup cevap aranacak. Bir İslamcı olarak 1920-1930’lar Almanyası’na yön vermiş yayılmacı düşünceyi referans almakta sorun görmeyecek kadar eklektik, kendisi gibi olmayan laik, sol düşüncelere, farklı mezhep ve dinlere oldukça sorunlu bir dille yaklaşan bir akademisyen. Türkiye’yi küresel güç yapacağını iddia eden ve bugünkü vahim tablonun mimarlarından biri olmasına rağmen, tüm bu gerçekliğe gözlerini kapatarak hayal âleminde yaşamaya devam edebilen bir siyasetçi. Kimin kaleme aldığı belli olmayan, internette yayınlanmış ‘Pelikan bildirisiyle’ üç günde koltuğu kaybetmesiyse, kendisini Hobbes ve Hegel ile kıyaslayan Davutoğlu’nun yaşadığı son trajediydi. Davutoğlu’nu nasıl bilirdiniz sorusuna verilecek en net ve kısa cevap, perde kapanırken onun hâlâ göremediği ama herkesin şaşkınlıkla izlediği bu trajik son sahne olacak.

Kaynak: Birgun.net