Üniversitede öğrenciyken sık sık olayların zaman ve mekânda gerçekleştiğini işittim. Sonrasında yürütücüsü olduğum mekâna yönelik derslerin girişinde bu gerçekliği tekrarladım, bitirirken de ekledim; “İktidar sahibi olmak zaman ve mekan üzerinde kontrol sahibi olmak demektir”.

Bu görece soyut önermeleri tartışırken artık son darbe girişimini örnek olarak kullanacağım. Eğer darbe başarılı olamadıysa her şeyden önce zaman ve mekân “ayarlarında” bir sorun yaşandığı için başarılı olamadı!

Darbelerin zamanı sabaha karşıdır; en azından biz öyle alıştık. Darbeciler de öyle planlamışlar. Anlaşılan o ki durum umduklarından önce ortaya çıkınca, darbe zamanı biraz önce çekilmiş ve de işler bu noktada karışmış. Yani darbenin zamanlamasında bir sorun var.

Darbenin zamanında sorun var da mekânında yok mu? Darbecilerin en başta kendi kışlalalarını, dahası Genelkurmayı kontrol altına alamadıkları anlaşılıyor. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Özel Kuvvetleri ele geçirilemediği, buralara gelişi güzel saldırılarla yetinildiği, TBMM’ye yapılan saldırıların ise ele geçirmekten çok, umutsuz bir intikamcılığın sonucu olduğu anlaşılıyor.

Darbecilerin Cumhurbaşkanının tatil yaptığı oteli bulmak konusundaki derbeder halini, televizyon kanallarına yönelik beceriksiz ele geçirme sahneleriyle bir araya getirerek izlerken, darbecilerin mekânı kontrol etmekten çok mekâna yenilişlerine şahit olduk!

Bu yenilgide Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sanal mekandan yani televizyon kanalları aracılığıyla kitlelere seslenmesi ve kamusal mekânlara çıkmalarını istemesi oldukça belirleyici oldu. Darbeciler önce sanal mekânda, sonra sokak ve meydanlarda yenilgiyi yaşadılar. Kısaca kapalı kapıların gerisinde tezgahlanan darbe kamusal mekanlarda yenilgi yaşadı.

Bu süreci mekan üzerinden okumak kendi başına bir ironi yaratıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halk kitlelerine demokrasiye sahip çıkmak üzere çağırdığı meydanlar da, bu çağrının yapıldığı televizyon kanalları da darbeye kadar gelen yakın dönemde, iktidarın hedefi haline gelmişti. CNN-Türk bahçesine biriken protestocuları ve sokağın terör ve anarşiyle özdeşleştirilişini unutmak için bir hayli zamana ihtiyacımız var.

Görünen o ki işte o hedefteki sanal ve gerçek mekânlar Türkiye’nin askeri darbeye teslim olmamasında çok kritik bir rol oynadılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP ve özellikle büyükşehirlerin belediye başkanları bugün görevlerinin başındaysa bunu kamusal mekâna hâkim olan dirence borçlu olduklarını biliyorlar. Tam da o nedenle günlerdir kamusal mekânlardan çekilmemesi yönünde halka çağrılar yapıyorlar. Durum böyleyken, başta Erdoğan olmak üzere iktidarın etkin çevrelerinin kamusal mekâna yönelik bir özeleştiri içinde olması gerekmez mi?

İlk sinyaller olumlu görünmüyor! Gezi direnişi bugün demokrasinin ön şartı olduğu daha da açık hale gelen kamusal mekânın savunusu olarak ortaya çıktı. Tam da bu nedenle, çeşitli konularda geçmişlerinde yaptıkları hatalara işaret eden iktidarın, başta Erdoğan olmak üzere Gezi Parkı’nda yanlış yaptık demeleri gerekmiyor muydu? Oysa tam tersi yönde gösterilen bir refleksle Gezi Parkı’nın yerine AVM projesi, yanına başka donatılar da konularak bir kez daha gündeme getiriliyor.

O zaman Cemaat konusunda hiçbir zaman yanılmamış bizlere tam da şu anda bir kez daha hatırlatmak düşer; 15 Temmuz gecesi askeri darbe meydanlarda ve sokaklarda engellendi! Kimsenin aklına halka AVM’lere çıkma çağrısı yapmak gelmedi.

Kaynak: Birgun.net