Darbe tarihimize, 21. yüzyılda da 15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle süreklilik kazandırıldı.
12 Eylül darbesiyle gerçekleştirilen dünya düzeninin ihtiyaç duyduğu ‘İslamcı-neoliberal’ Türkiye dönüşümü, 15 Temmuz’da Batılı güçlerin istihbarati bilgi ve örtük destekleriyle yeniden formatlanmak istendi.
Bu kez darbe girişiminin hedefinde Türkiye’de iç savaş çıkartarak, halkı kaotik toplum olmaya yönlendirme ve Türkiye’nin kırılgan, istikrarsız, bölgede etkinliğini kaybetmiş ve saf dışı kalmış ülke kimliğini küresel ölçekte tanımlamak vardı.
Ve 12 Eylül’ün sağcı paşalarına ‘İslamcılığa gösterdiği hoşgörü’ için methiyeler düzen Fethullahçı karanlık, o günlerde ‘sivil toplumcu’ maskesiyle topluma ve devlete sızmaya başladıktan tam 40 yıl sonra 15 Temmuz’da TSK’deki darbeci güçler kimliğiyle sahnede yerini almıştı.
Tarihsel ironi ise iktidar ve ‘yanaşma-ağı’ liberal çevrelerce yıllardır yere göğe sığdırılmayan bu ‘çarpık İslamcı örgütlenmenin’ içten içe hücrelerine yerleştiği devlet ve TSK’nın içinden tanklı, helikopterli, savaş uçaklarıyla iktidardaki diğer İslamcı hareketi devirmeye kalkışmasıydı.
Ayrıca ironi bununla sınırlı kalmamış ‘Cumhuriyet değerleri ve laikliğin’ tek bekçisi göreviyle kendini tanımlayan TSK’nin üst düzey komuta kademesinin yarısının ‘Fetö’cü-darbeci’ olduğu ortaya çıkmıştı.
Son on yıldır gerçeklerin ağır tahrifata uğradığı, her türlü iktidar eleştirisi ve toplumsal muhalefetin ‘darbe hezeyanlarıyla’ boğulduğu, TSK’de yıllarca süren insafsız operasyonel tasfiyenin ‘sivil demokrasi’ diye alkışlandığı, FETÖ’cü örgüte tek söz söyleyenin cezaevlerinde çürütüldüğü, siyasal İslam’ın baskısı altındaki ülke için 15 Temmuz hakikaten sür-reel bir zaman gibiydi.
15 Temmuz’un dehşet ve tekinsizliği verili ‘Türkiye devleti’ ezberlerini alaşağı ederken, bir gecede ABD güdümlü NATO’nun ikinci ordusu, hem halkına hem de Meclisi’ne bomba yağdıran, ateş açan, darbeci yuvasına hem de komutanları biçare der-dest edilmiş ordu kimliğine evriliyordu.
Bunlar öyle emperyal güçler için boşuna hamleler olmasa gerekti.
Ve tabii ki demokratik siyaset alanı, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı, anayasal kurumların karşılıklı denetim mekanizmaları otoriter ve merkezi gücü pekiştirmek adına tasfiye edilen kabuk devletin altından ağır kurumsal iflas çıkıyordu.
Son on dört yıldır ‘Büyük Türkiye’ diye lanse edilen toplumsal-ekonomik-siyasal dönüşümün kurumsal karşılığı ordu-emniyet-yargı-üniversite-sivil toplum blokuna yerleştirilmiş FETÖ örgütlenmesiydi…
Buna rağmen kamuda derin ‘temizlik’ harekâtına girişen siyasi iktidar özenli bir dille İslamcı cemaat ve tarikatları rahatsız etmeyeceğini söylerken eski güç koalisyon ortağına ve onun işlediği suçlara hızla ‘yabancılaşarak’ biz de kandırıldık diyebiliyordu.
Tarihimizin en kritik günlerinden geçerken, her gün ülke geleceği için kıymet biçilemezken toplumsal ‘Milli Mutabakat’ çağrısının göbeğine ‘Topçu Kışlası’ müjdesi konulu veriyordu.
15 Temmuz darbe girişiminin MİT, TSK, Emniyet ve siyasi iktidarın içinden Atlantik ötesine dek uzanan halen netleşmeyen geniş ‘çeperi’ ve ‘derinliği’ intikamcı-ispiyoncu cadı avı operasyonları, siyasal İslamcı yeni kurumsal örgütlenmeler ile reorganize edilecek ve Meclis’i dışlayan KHK’lerle tanzim edilen ‘sivil iradeye’ bağlanmış ordu tasarımıyla aşılacak gibi görünmüyordu.
Üstelik Batılı ve Körfez monarşisi ‘kadim’ müttefiklerin, trajik darbe girişimini gayet serinkanlı izlemesi, Gülen’i vermeye yanaşmayan ABD’nin başkan adayı Hillary Clinton’un üst düzey lobicilerinin Gülenci olduğu gerçeği, ABD’li komutanların ‘çalışma arkadaşlarının tutuklanmasına’ dair duydukları üzüntü ifadeleri Türkiye’deki militer-ekonomik- iç savaş provokatörü darbe mekaniğinin dişlilerini gıcırdatarak beklediğinin işaretleriydi.
Dolayısıyla zaman, bu araya apar topar Başkanlık Rejim mimarisini sıkıştırmanın değil, en kısa sürede laik-demokratik Türkiye için en geniş toplumsal ittifakı hayata geçirmenin zamanıdır.

Kaynak: Birgun.net