PEPE ESCOBAR

Çin’in Hangzhou şehrinde gerçekleşen zirve coğrafi ve ekonomik açıdan son derece önemli. Pekin G20’ye en başından beri ciddiyetle yaklaşıyor; bu zirve düşüşe geçen Batı’nın ya da Washington’ın değil, Çin’in şovu olarak tasarlanmıştı.

Devlet Başkanı Şi Cinping görüşmelerde ele alınacak konuların ana hatlarını çizerken jeopolitik açıdan da hemen konuya girdi: “Zamanın gerisinde kalmış Soğuk Savaş zihniyeti bir kenara bırakılmalıdır. Kapsayıcı, katılımcı, işbirlikçi ve sürdürülebilir bir güvenlik konsepti geliştirmek zorundayız.”

Bu ifadeyi Şi’nin küresel ekonomiyi canlandıracak sözde “dört yönergesi” ile kıyaslayalım: “yenilikçi, canlı, bileşik ve kapsayıcı.”

Dünyanın baş devlet adamı gibi davranan Şi, ardından zirvenin açılışını gerçekleştirdi ve hayli azimli bir paket ortaya attı – bu paket, Hangzhou zirvesine uzanan aylar boyunca dikkatle tasarlanmıştı.

Paket, küresel ekonomiyi tekrar büyümeye geçirecek ve aynı zamanda küresel ekonomik yapı ve yönetim seviyesinde daha Çin-malı-dostu kurallar getirecek şekilde tasarlanmıştı.

Hedef ise bundan azimli olamazdı: bilhassa Batı’dan yükselen ticaret ve küreselleşme karşıtı (Brexit ve Trump’ı düşünün) duyarlılıkları ortadan kaldıracak, Çin tarihi boyunca en önemli liderler grubu niteliğinde sayılabilecek zirve katılımcılarını memnun edecek ve bir yandan uzun vadede ABD önderliğindeki Batı hegemonyasından topyekûn kurtulacaktı.

Bu, Çin tarafından beklendik fakat yine de kayda değer bir görüş değişikliğine işaret ediyor. Çin, nihayetinde küreselleşmeden diğer tüm uluslar gibi istifade etti ve son 30 yıldır doğrudan yabancı yatırım ve ihracatla ekonomik büyüme elde etti.

Fakat gelinen noktada coğrafi-ekonomik koşullar son derece endişe verici bir karmaşa içinde. 1989’da Soğuk Savaş’ın ve akademik cahillere göre “tarihin” sona ermesinden beri durum hiç bu kadar vahim olmamıştı. Aç gözlülüğün güdümündeki küreselleşme “adaletsizlik” yüzünden hezimete uğruyor. Kısaca tarif edecek olursak, küresel rekabet sayesinde düşük seyreden enflasyon “genişletici” para politikalarına sebep oldu ve bu durum konut, eğitim ve sağlık sektörlerini şişirerek orta sınıfı küçülttü, servet sahibi %1’in sınırsız refaha ulaşmasını sağladı.

Fakat Çin, durgunluk döneminde bile küresel büyümeden %25’i aşkın pay aldı ve küresel ölçekte hala anahtar itici güç niteliğinde. Diğer yandan, küresel ekonomik yönetimde kendine biçtiği “Küresel Güneyin” temsilcisi olma yükünü taşıyor.

Çin Ticaret Bakanlığı verilerine göre Çin’in dış yatırımları 2016’nın ilk yedi ayında %62 artarak rekor bir seviye olan 100 milyar doları gördü. Fakat bir sorun var: Ekonomistler buna “asimetrik yatırım ortamı” diyor. Çin, özellikle hizmet sektörüne bakıldığında diğer BRICS ülkelerinden daha kapalı bir yabancı yatırım politikasına sahip.

BRICS ülkeleri

G20 esansında gerçekleşen BRICS toplantıları pek şaşalı geçmedi. Fakat Şi neticede Çin’in G20 programını ifşa etti ve önümüzdeki ay Goa’da gerçekleşecek 8. senelik toplantı için ana çerçeveyi çizmiş oldu. Pekin’deki Tsinghua Üniversitesinde bulunan BRICS Ekonomisi Düşünce Kuruluşu’nun yayınladığı bir rapora göre Çin, BRICS içindeki ilişkilerini geliştirmeli ve “söz sahibi olarak Batı’yı uluslararası yasal çerçevede geri adım atmaya zorlamalı.”

Bu, güç bir ihtimal, fakat yürürlüğe konmuş durumda. Şangay’daki Fudan Üniversitesi’nden Zhu Jiejin’in özetlediği gibi, “BRICS Çin’in uluslararası ilişkiler boyutunda benimsediği yeni felsefenin test edildiği arena olacak – fakat meyve vermesi uzun zaman alacak.”

Bağlan ya da yok ol

Hangzhou’daki zirvede her küçük detay dikkatle hesaplanmıştı.

Örneğin, G20 masasındaki koltukları ele alalım; klasik Ming Hanedanı stilindeki gri minderli (“büyük imparatorluk ustalarına ayrılmış”) koltuklar; uçlarına yeşil yeşim taşı iliştirilmiş kağıt yazmalar; yeşil porselenden çay fincanları; kare kesilmiş yeşim taşından “mühürler,” ki bu aslında mikrofonun açma kapama tuşuydu.

Peki zirve neden Hangzhou’da yapılmıştı? Ev sahibi ülke Çin olduğu için her şey tarihi bir benzetmeyle başlıyor. Hangzhou antik İpek Yolu’nun varlığından dahi önce “İpeğin Ana Vatanı” olarak bilinirdi. Bu bilgiyi, bazı Çinli analistlerce “modern bağlantı senfonisi” olarak tarif edilen, Çin’i diğer Avrasya ülkelerine bağlayacak azimli altyapı projesi “OBOR” ile birlikte düşünün.

Aslına bakarsanız OBOR, Şi’nin “dört yönergesinin” pratiğe dökülmüş hali; özellikle gelişmekte olarak ülkelere yönelik, “kapsayıcılık” delisi, ekonomiler arası bağ kuran bir büyüme modeli.

Pekin yönetimi, OBOR’u Asya-Pasifik ekseninde mutlak jeo-ekonomik değişim modeli olarak görüyor. OBOR, Asya’nın büyük bölümünü ve Avrupa’yı Çin ile bağlıyor, bu strateji tabii ki Şi’nin hormonlu küreselleşme yorumu ile yönetiliyor.

Bu yüzden ben bu projeyi, 21. yüzyılın en “aşırı tepki veren” projesi olarak görüyorum: ABD’nin rakip “projesi” ise aynı derecede kaotik.

G20 ülkelerinin Maliye Bakanları ve Merkez Bankası yöneticileri Hangzhou öncesinde, 23-24 Temmuz tarihlerinden Chengdu’da bir araya gelerek küresel altyapı bağlantıları meselesini tartıştı. Toplantıdan aşikar bir sonuç çıkması gerekiyordu; bağlantı ağlarının gelişmesi, 21. yüzyıl küresel ekonomisinde sürdürülebilir kalkınma ve refah paylaşımı için en önemli meseleydi.

OBOR da tam olarak bununla ilgili. Çinli danışmanlık şirketi SWS Araştırmanın raporuna göre, altyapının inşa edilmesi için 3.26 trilyon dolar gibi uçuk bir meblağ gerekiyor.

Örnek projeler arasında Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru gibi projeler bulunuyor; proje, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi tarafından “OBOR senfonisinin ilk eseri” olarak tanımlanıyor. Diğer yanda hızlı tren çılgınlığı göze çarpıyor – Çin-Tayland tren yolundan Trans-Asya Demiryolu ağına, Endonezya’daki Cakarta-Bandung hızlı tren yoluna kadar…

Ma’nın Hanedanı

Bu ülkeler OBOR’un yayılması ve Şi’nin yenilenmiş küresel ekonomik tasarı planı için temel oyuncular niteliğinde. Çin bu ülkelerin her birinin rolünü hesaba katmadan nasıl yol almayı planlıyor anlamak mümkün değil.

Tabii bir de Hangzhou’nun kendisi var – şehir, bilgi ekonomisi ve teknolojik imalatta yükselen bir teknoloji merkezi niteliğinde.

Şi’yi bir kenara bırakacak olursak G20’nin en büyük yıldızının Jack Ma olduğunu söyleyebiliriz. Kendisi, 1999’da kurulan e-ticaret devi Alibaba’nın kurucusu. Alibaba’nın merkezi Hangzhou’da. Geçtiğimiz yıllarda Kanada’nın Justin Trudeau’sundan, Endonezya’nın Joko Widodo’suna kadar herkes şirketin Şişi kampüsünü ziyaret etti. Bu ziyaretlere Ma rehberlik etti ve ülkenin ürünleri Alibaba platformu üzerinden tanıttı. Alibaba’nın yakınlarında ise Dream Town var – bu merkez, bir yıl içerisinde 680’den fazla Çin girişimini gerçekleştirdi.

G20’den hemen önce B20 gerçekleşti – Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmelerin (KOBİ) desteklenmesine yoğunlaşan bir ticaret zirvesiydi. Kurnaz Ma, “insanların küreselleşme ve serbest ticaretten hoşlanmadığı kritik bir dönemden geçiyoruz” dedi ve eWTP şeklinde kısaltılan bir küresel e-ticaret platformu fikrini zorladı. Ma, eWTP’yi “sınır ötesi e-ticarette kamu-özel sektör diyaloğunu geliştirecek bir mekanizma” olarak tanımladı ve platformun “KOBİlere, gelişmekte olan ülkelere, kadınların ve genç jenerasyonun küresel ekonomiye katılmasına yardımcı olacağını” söyledi.

Endonezya devlet başkanı Widodo’nun Ma’yı ekonomik danışman olmaya davet etmesi tesadüfi değil. Endonezya’da 56 milyon KOBİ var; dolayısıyla önceliklerden biri Endonezyalı KOBİler ile Alibaba arasındaki işbirliğini geliştirerek küresel ekonomiye entegre olmalarına yardımcı olmak.

Tabii her şey böyle güllük gülistanlık değil. B20’ye katılan beş birim arasında ürkütücü figürler de vardı; devasa yatırım kuruluşu BlackRock’un yöneticisi Laurence Fink finans komitesinde bulunuyordu ve Dow Kimya ticaret ve yatırım birimindeydi. Yine de o “yüce” amaç, gelişmekte olan ülkelerdeki KOBİlere yardım etmek ve küreselleşmelerini sağlamak. G20’de tam olarak ne karar alındığını görmemiz zaman alacak. Şi, zirvenin kapanışında G20’nin ticari “çeşitliliği” uygulamaya koymak ve “korumacılıktan” uzaklaşmak üzere anlaştığını vurguladı (aksine işaret eden bol miktarda veri olsa da). Ayrıca, sınır ötesi yatırımlar için ilk çerçeveyi oluşturmak üzere anlaştıklarını da söyledi (peki bu çerçeveyi kimse uygulayacak mı?)

Aynı zamanda, gelişen pazarları söz sahibi kılacak reformların IMF ve Dünya Bankası’nda gerçekleştirilmesi üzerine de anlaşıldığını belirtti (Hillary ya da Trump seçildiğinde bunun gerçekleşmesi zor).

Çin’in verdiği “mesaj” yine de açıktı; geleceğe dönük jeo-ekonomik bir yol çizdi ve onlarca ulusun herkesin kazanacağı bir çerçeveye katılması için tüm gücüyle lobicilik yapıyor. “Asya’ya dönen ibrenin,” Pasifik Ötesi Ortaklığın geleceği ne olursa olsun Pekin, ABD’nin verdiği gözdağı ya da güvenlik çıkarlarına savurduğu tehditler karşısında susmayacak. Hangzhou’daki G20 zirvesi, Çin’in ekonomik nüfuzunu kullanmaya ve jeo-ekonomik düzlemde çok daha aktif bir rol oynamaya hazır olduğunu gösterdi. Pekin’in oyunu Dünya Ticaret Örgütü (WTO) etrafında dönen çok taraflı bir ticaret sisteminde oynamak istediği açık. Washington ise bu oyunu yeni “kurallarla” bozmaya çalışıyor: Pasifik Ötesi Ortaklık ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ile.

Çin WTO Araştırmaları Grubundan He Weiwen şu gözlemiyle meseleyi tam olarak özetliyor: “ABD, kuralları Çin’in koymasına göz yumamayacağını söyledi, fakat kendi koyduğu kurallarla kimsenin kalbini kazanmıyor çünkü yalnızca kendi çıkarını gözetiyor.”

Çeviri: Fatih Kıyman

Kaynak: RT.com, bit.ly/2cO48C7’den

Kaynak: Birgun.net