CAN UĞUR /[email protected]
@canugur1987

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından başlayan süreçte ön plana çıkan konu ise tarikat ve cemaatlerin pozisyonu oldu. Hükümet kanadından sıklıkla darbenin düzenleyicisi Gülen Cemaati dışındaki cemaatlere dokunulmayacağı söylense de cemaat ve tarikatlar ‘sıranın kendilerine gelmemesi’ yönünde uyarılarda bulunuyor. Dini yapılar olan tarikat ve cemaatlerin bürokrasiden eğitime kadar devletin tüm kademesinde örgütlendiği bilinirken; AKP iktidarı döneminde bu süreç bilinçli olarak derinleştirildi. Kendilerini sıklıkla ‘himmet, hizmet, yardım’ gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalışan söz konusu yapıların denetlenmesi noktasında da ciddi sıkıntılar bulunuyor. Nur Cemaati'ne yakınlığı ile bilinen Yeni Asya gazetesinin geçen günlerdeki manşeti ise oldukça çarpıcıydı. Gazete ‘Dini cemaatler incitilmesin’ diyerek hükümete mesaj yollarken tarikat ve cemaatlerin örgütlenme ağlarına dokunulmamasını ‘talep’ etti. Bir cemaat olan Gülencilerin, AKP’nin önlerini açmasıyla ülkeyi içine soktuğu karanlık ortada dururken, gazetenin haberinde cemaat/tarikat örgütlenmelerine methiyeler düzülüp meselenin uhrevi/ruhsal boyutu öne çıkarıldı. Ancak meselenin bilinçli biçimde öne çıkarılmayan başka bir boyutu daha bulunuyor.

Meselenin özü rant!

Cemaat/tarikat örgütlenmelerine bakıldığında büyük ekonomik bir pastanın söz konusu olduğu herkesçe biliniyor. Özellikle AKP iktidarı döneminde dernekler aracılığıyla örgütlenmelerinin tamamen önü açılan tarikatlar birer rant kapısı haline geldi. Bu yapıların bu denli ekonomik güce sahip olmaları ise bugünkü tabloyu açığa çıkardı. Özellikle 15 Temmuz sonrasındaki ‘cemaat-tarikat’ tartışmalarının ana omurgasını bu kısım oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AKP’ye yakınlıklarını dile getiren söz konusu yapılar operasyonların kendilerine gelmemesi için sık sık uyarılarda bulunuyor. Vakıf vb. kanallarla örgütlenen tarikatlar, bu alanlarına dokunulmaması için her seferinde açıklamalarda bulunuyor. ‘Hizmet’, ‘himmet’ gibi isimlerle toplanan paraların herhangi bir kontrolü bulunmuyor. AKP’li belediyelerin de bulundukları alanda önlerini açtığı cemaatlerle ilgili AKP’li isimlerden de çeşitli açıklamalar yapılıyor.

‘Cemaatleri savunalım’

Erdoğan’ın eski danışmanlarından Ankara Milletvekili Aydın Ünal geçen günlerde cemaatlerin gün yüzüne çıkmasını isteyerek şunları yazdı: Cemaatler konusunda da rahat olalım; hatta çok daha rahat olalım. Cumhuriyet döneminin zorbaca laiklik dayatması, Türkiye'de her türlü örgütlenmeyi merdiven altına ya da yer altına itmişti. Oralardan kimi zaman çınar filizleri büyüse de, çokça bataklık canavarları türedi. Her türlü örgütlenmeyi, özellikle de cemaatleri, bu vesileyle merdiven altlarından, yer altlarından gün yüzüne çıkarabilirsek, işte o zaman demokrasi, uzlaşma, bir arada yaşama kültürü, barış ve kardeşlik güç kazanır. Bir musibet, inşallah 100 yıllık hatayı düzeltecek bir nasihattır.

Kaplan geri durmadı

Laikliğe olan düşmanlığını saklamayan bir diğer isim olan Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan da cemaat ve tarikat örgütlenmelerini cansiperane biçimde savunduğu yazısında şunları dile getirdi: Tayyip Bey de, Başbakanımız da, Diyanet İşleri Başkanımız da mutlaka Ehl-i Sünnet'e, cemaatlere ve tarikatlere sahip çıkmalı, halkı bu konuda doğru yönlendirmelidir.

Maddi kısım önemli

AKP’ye yakın isimlerin dinsel referanslarla savunduğu cemaatlerin devlet dairelerinden belediye kanallarına kadar nasıl örgütlendikleri uzunca bir süredir yazılıp çiziliyor. Büyük maddi çıkarlar elde ederek gerçekleştirilen bu ‘çalışmalar’ dikkate alındığında cemaat ve tarikatların örgütlenme araçlarının çok önemli bir kısmını ‘maddi ilişkiler’ oluşturduğu görülüyor. Toplumu bir yandan dincileştirmeye özendiren iktidar, bir yandan da cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin maddi bağlamda önlerini açarak bu alanı ‘sağlama’ alıyor. İkili bir ilişkinin söz konusu olduğu Tablo böyle olunca her cemaat ve tarikat ‘benim cemaatime/tarikatıma dokunma’ uyarısında bulunmayı vazife biliyor.

Kaynak: Birgun.net