Garip bir ülkedeyiz. Hükümetler darbelere 'karşıymış' görünüyor, oysa gerici rejimleri güçlendirmek için fırsata geçiyorlar. Anayasa yerine, Kuran sallıyorlar.

Panzerlerinin panzehri demokrasi, hukuk ve laikliktir. Türkiye’de OHAL ilan edilir. Diyanet fetvasını, cami salasını devreye sokar. Siyasetçi ve devle dili uhrevileşir. Mağduriyet edebiyatı, şiirler, dualar ve hamaset söylemi ile toplumsal destek aranır. İslamcılığın toplumsallaşmasına zemin ve destek sunulur.

Sola karşı din adamı yetiştirilir. Her darbe biraz daha sağcılaşma ve biraz daha gericiliktir. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da hukuk, demokrasi ve laiklik değil, İslamcılığın, tekçiliğin ve yasakların siyasal hayatta belirleyici rol oynaması sağlanmıştır.

Tüm darbeler esas itibariyle laikliğin ve demokrasinin kurumsallaşmasına ve ezilen sınıflara karşıdır.

Kime bekçilik, dine mi, laikliğe mi?

Bir aldatmayı buradan deşifre edelim: Devlet, hükümetler ve ordu hiçbir zaman 'laikliğin bekçisi' olmamıştır. Çünkü olmayan bir şeyin ya da çakma laikliğin bekçisi olmaz. Bu ülkede bekçisi olmayan tek şey demokrasi ve laikliktir. Onun dışında her şeye bekçilik yapmıştır. Örneğin Türk İslam Sentezini korumak!

Hedefleri de bellidir: Laikliğin kurumsallaşması! Laiklik karşıtı kurumsallaşmayı, din eğitimini, hukuki düzenlemeleri, en önemlisi elde ve dile Kuran siyaseti darbelerin ürünü ile toplumu teslim almak. Çakma laiklikle toplumu aldatmaya devam etmek.

Devletin niteliği 'demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti' ile ifade bulsa da, bu nitelikte devleti yönetecek bürokrasi yetiştirilmedi. Devlet din, ahlak, kutsallık, tarih ve gelenekten tutun her şeyi vatandaşı için tanımladı ve uyulmasını istedi!

İşte bu nedenle Türkiye’de darbeciler ve iktidarlar dinci gericiliği laiklikten daha fazla önemsemiştir.

Gülen cemaati bunların ürünüdür! Cemaatin ordu, eğitim ve yargıda güç biriktirmesi desteklenmiştir. Bugün 'besle kargayı oysun gözünü' gerçeğine başta AKP olmak üzere herkes suspustur!

28 Şubat ile 'Radikal İslam’dan' 'Ilımlı İslam’ı' iktidara taşıyan sürece de suspus olundu.

27 Nisan’da AKP’ye yüzde 10’luk oy artışı ile doping etkisi yapan Askeri E-Muhtıra bizzat AKP tarafından Büyükanıt paşaya 'hizmet ödülü' ile mükâfatlandırıldığında suspustuk.

Darbeci Gülen Cemaati'nin hukuk dışılığı, onca rapor ve iddianame ile deşifre edilmişken bile AKP dahil, 12 Eylül’den günümüze tüm iktidarlar suspus kalmıştır!

Her darbe ardından İmam Hatipler kapatılacak yaygarası çıkartılıp, arkasından en fazla İmam Hatipler darbe sonrası dönemlerde açılmıştır! Buna da suspus kalındı!

Şimdi de 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin ardından İmam Hatiplilerin askeri okullara girişinin önü açılıyor! Herkes suspus!

Dinin kurumsallaşması ve darbeler

Toplumsallaşma hikâyemiz laiklik ve demokrasi değil, din ve tekçilik anlayışı üzerinden gerçekleşiyor.

Anayasal güvence altına alınan tek şey dinin kurumsallaşmasıdır! Diyanet, din okulları, fakülteleri, din bürokrasisi, din bütçesi sağlanırken, laikliğin siyasal savunuculuğu, kurumsallaşması, eğitimi ve bütçesi yoktur!

Laiklik ise, Anayasa’da 'cumhuriyetin nitelikleri' ve 'değiştirilmeyecek hükümler' arasında salt kâğıt üzerinde yazılıdır. Din, devlet ve toplum ilişkisinde gerçek laik yaşam ve laik düzene izin verilmemiştir. Laiklik yerine din ve mezhepçilik ikame edildi. Her darbe dini daha da kurumsallaştırdı. Biz suspus olmaya devam ettik!

Hükümetler ve siyaset laiklikle adeta dalga geçmiştir. Öyle ki laiklik Diyanet İşleri Başkanlığı’na 'laik ilkesi doğrultusunda hizmet' görevi verilmiştir. Tam bir komedi! Dini kurumdan 'laik hizmet'!

Oysa din bürokrasisi, dinin finansmanı ve Diyanet’in varlığı 'laiklik ilkelerini' yok etmeye yöneliktir. Demokratik, laik ve hukuk devletine dayalı bir cumhuriyette, din ve ordu siyasal alanın dışında kalmak zorundadır.

Diyanet darbecidir!

Diyanet 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından “Milli menfaatlerimizi korumak için var kuvvetiyle çalışan hükümetimize destek olmanın dini bir vecibe teşkil ettiğini, aksine hareket eyleminin dünyada ve ahirette mes'uliyetleri ve hüsranı mucip olacağını” diyerek darbenin savulması için camilerde hutbe okuttu!

12 Mart 1971 muhtırasının ardından “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yerine, “Millî hâkimiyet Kitabımızın ve Peygamberimiz'in gösterdiği yoldur” açılımı yaptı!

Diyanet’in 12 Eylül zulmünü meşru gören fetvalarını görmezden geldik! 12 Eylül laikliğin kazanılmasını engellemek ve Siyasal İslamcılığı meşrulaştırmak için, İslamcılığı resmi söylem haline getirdi!

Diyanet 12 Eylül 'üniter bütünlük' kavramını aşarak, topluma 'üniter din' ve 'üniter ahlak'ı dayattı.

12 Eylül kanunları, Diyanet’in vesayet gücünü artırırken, Diyanet imamlarına diğer kamu kurumlarına sınavsız geçiş yapma yetkisi tanıdı.

12 Eylül, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 89'uncu maddesi ile Diyanet'in yerinin korunmasını sağladı. Partilerin Diyanet’in kapatılmasını talep edemeyeceği hükme bağlandı!

12 Eylül ile Diyanet küresel bir güç haline getirilip, Türki cumhuriyetlere ve Avrupa ülkelerine daha fazla imam ve dini yayınlar göndermeye başladı

Şimdi soruyorum, laikliği çakma olan bu ülkede darbeler kime yarıyor?

Kaynak: Birgun.net