Türkiye’nin içine sürüklendiği şiddet sarmalında en kritik tarih, sanırım 20 Temmuz Suruç Katliamı’dır. 33 gencecik insan, aralarına giren bir IŞİD’linin patlattığı bomba ile paramparça oldu. Bu terör saldırısındaki istihbarat açığı araştırılmaya devam ediyor.

İşte ben o günden bu yana bir bulantı ile dolaşıyorum. Beni hiç yalnız bırakmayan bir bulantı.

Oradan kurtulan bir genç, “iyi değilim, iyi olmayın, iyi olmayacağım” diyordu. Evet, iyi olamadık.

Toplum ayrıştı. Parçalandı.

Birbirlerinin acılarından sevinçler devşirmeye başladı.

Bir toplumun çözülüşünü izledik. Bir ülke de nefret nasıl örgütlenir belli belirsiz bir el tarafından, onu gördük.

Ölümler, terör eylemleri durmadı. Terör saldırılarında ölenlerin kimliğine göre sevinenlerin sayısının çokluğu hepimizi dehşete düşürdü. Meğer ne çok terör sevici varmış ülkede. Net tutarlı bir duruş sergileyemeyen, susmayı tercih eden, bir adım sonra olayın mağdurlarını hedef haline getiren bir sürü yazar, çizer, sıradan insan.
10 Ekim’de meslek örgütleri ve sendikaların düzenlediği barış mitingine yapılan saldırı ve ona karşı verilen tepkiler bunlardan en korkunç olanıydı. Konya’da milli maçta tekbir ve yuhalama sesleri arasında protesto edildi ölenlerin hatırası. Yüzü aşkın kişi ölmüştü.

Emek ve meslek örgütlerinin, toplumsal muhalefetin büyük oranda sindirildiği bir süreçte, sahne; darbe girişimlerine, OHAL’lere, baskıya, şiddet sarmalına terk edilmiş durumda.

Ankara’da, Taksim’de, Gaziantep’te, Diyarbakır’da, Sultanahmet’te, Bursa’da; Atatürk Havalimanı’nda bombalar patladı ardı sıra.

Normalleştirdik her şeyi. Ben başka insanların yaptıklarının utancını taşıdım bir bulantı gibi.

Suriye’de, Irak’ta, Belçika’da, Fransa’da… Ölüm her yerdeydi.

Ölüm kumsala vuruyordu göçmen bir çocuğun bedeninde.

Sonra kentler tanklarla bombalanıyordu. Öyle duyuyorduk. Teröristleri barındırdığı iddia edilen kentler dümdüz ediliyordu. İnsanlar evlerini terk ediyordu. Ayları bulan sokağa çıkma yasakları vardı.

Susuyorduk ya da konuşuyorduk. Konuşuyorsak suçlanıyorduk.

Linç psikolojisi toplumu esir almıştı. Herkes çevresinde linç edecek birilerini arıyordu sanki gözü dönmüşçesine.

14 Temmuz’da Fransa’nın Nice kentinde bir cihatçı, eğlenen binlerce insanın arasında kamyon sürdü. 84 kişi hayatını kaybetti. Sosyal medyayı sürekli takip eden, paylaşımlarda bulunan biriyimdir. Tek bir haber paylaşmadım Fransa Katliamı sonrası. İçimden gelmedi.

Ertesi günü darbe girişimi oldu. Sokaklarda ölüm ve linç kol geziyordu. Sonra katliam görüntüleri çıktı. Taranan, üstüne tank sürülen insanlar vardı. Vahşice katledilmişlerdi. TBMM bombalanmıştı. Sonra linç edilen askerlerin görüntüleri, işkenceye uğramış, idamı istenen komutanların fotoğrafları yansıdı kamuoyuna. Suruç Katliamı’ndan miras bir bulantı midemde belirdi yine.

Emek ve meslek örgütlerinin, toplumsal muhalefetin büyük oranda sindirildiği bir süreçte, sahne; darbe girişimlerine, OHAL’lere, baskıya, şiddet sarmalına terk edilmiş durumda.

Öyle kötü ki ortalık. Birbirini “Fetöcü” diye ihbar edenleri, suçlayanları mı ararsın, ismi “Fetöcü” olarak anılmasın diye sosyal paylaşımlarını hızlandırıp, bayrağını kapıp kendini nöbetlere atanları mı? Darbe karşıtlığını ispat yarışmaları yapılıyor. Darbe karşıtı eylemlerde sokağa çıkmayanlar, paylaşım yapmayanlar darbe yandaşı ilan edilmek isteniyor.

Biz 12 Eylül darbesinin kötülüklerini yaşayanların tanıklıklarını dinleyerek, sonuçlarını yaşayarak büyüdük. Darbe nedir iyi biliriz.

Darbe hukukun askıya alınmasıdır, muhbirlere gün doğmasıdır, suçsuz insanların tutuklanmasıdır, insan hakları ihlalleridir, işkencedir, gözaltında kayıplardır, idarecinin keyfiliğidir, işçi haklarının baskı altına alınmasıdır, kitlesel işten çıkartmalardır, her türlü örgütlülüğün ezilmesidir.

Mevcudiyetini 12 Eylül’e borçlu, yakın zamana kadar ittifak halinde olan, İslamcı gelenekten gelenlerin çatışması, bir darbe girişimine sürükledi Türkiye’yi. Söylemleri, yaklaşımları aynı. Laikliğe, emeğe, barışa, demokrasiye, hukuka, özgürlüklere düşman.

Ve şimdi iki darbe arasında sıkıştı Türkiye. 12 Eylül ürünü iki darbe. Birbirinin içinden çıkan darbeler.

Kendi sorunları etrafında bir araya gelmiş, örgütlü bir toplum yerine; imamların, reislerin etrafında örgütlenmiş menfaat ağlarının şekillendirdiği bir linç toplumuyuz artık.

Paramparça olmuş, cemaatlere bölünmüş bir toplamız şimdi.

Sorumlusu kim?

Kaynak: Birgun.net