Yazmak, kimileri için bir varoluş biçimi; öyle olunca da vazgeçmek kolay değil. Yazmasa çıldıracağını söyleyen yazarlar vardır; çoğu da, iyi ki yazmış dedirten has yazarlardandır. Onlar için “Aşk ile Yazmak” gibi bir ifade kullanmak doğru olur sanırım.

Bir de benim gibi köşelerde yazan, yorumlar yapan insanlar var ki, onlar için de yazma bir varoluş biçimi olsa da, gündelik yaşama dair somut nedenleri daha önde saymak gerekir.

Günümüz medyasına baktığımda, geçim gailesi dışında pek çok neden görebiliyorum. Kimi para ve unvan için; kimi portföyünde bu da bulunsun diye; kimi o yana veya bu yana teslimiyetle; kimi kin ve garezle; kimi de inatla sesini duyursun diye yazıyor, yazıyorlar.

Ben de onlardan biriyim. Yazmayı seviyorum tabii; akademisyenlikten gelen ve uzun yıllara yayılan bir alışkanlığım da var. Sözcüklerde, cümlelerde, imla işaretleriyle boğuşmayı, oralarda kendini bulmanın ve ifade etmenin tadını, sızısını seviyorum.

Ne var ki, uzun süredir yazmanın tadı kaçtı. Hukuksuzluklar, aykırılıklar, baskıları hep yeniden ve yeniden yazmanın sızısı ise her gün daha da artmakta. Bir, bunları yaşamanın sızısı var; iki, durmadan aynı şeyleri yinelemenin...

İktidarın hâli malum; geçen yazımda, gündemden bazı başlıklar vermiştim:

KHK’lerle yönetilen

Akademisyeninden gazetecisine tutuklama furyasına kapılmış

Durmadan yeni cadı kazanları kurup kaynatan

At izi ile it izinin birbirine karıştığının yetkililerce ifade edildiği

Muhalif düşünceye bedel ödetmenin bitmediği

Kapı kulluğuna razı olmayanın peşine düşüldüğü

Barışın değil savaşın peşine takılmış

Darbenin demokrasi diye yutturulmaya çalışıldığı

Bir ülke!

Hepimiz, dolap beygiri gibi bunların etrafında dönüp duruyoruz desem yanlış mı olur! Her geçen gün bunlara yeni gariplikler eklenmekte ama hepsinin aynı “kalıba” bağlandığını da hepimiz biliyoruz.

Mesela, iktidarın “milli iradeye” muhabbeti büyüktür diye biliyoruz ama 28 Belediye Başkanı, görevden alınabilmekte. O seçimler, “milli irade” sayılmıyor demek ki!

Mesela, bir zamanlar “ne istediler de vermedik” diyenler var ama onların değil başkalarının canı yanmakta. Binlercesi görevden alınırken, daha da garibi, görevden alınanlar için haksızlığa uğradıkları haksızlığı ispat ”kriz masaları “oluşturulmakta. Suçun değil, suçsuzluğun ispatı!

Görevden almaları az bulanlar da var tabii. Örneğin eylül başında, Hilal Kaplan, “YÖK’ün “büyük“ üniversitelere ve “Ağırbaş” isimlere neden dokunmadığının hesabını soruyordu. Sonraki yazısından, YÖK Başkanı’nın kendisini arayıp gecikmenin nedenlerini açıkladığını da öğrendik ki, üflemesi kuvvetli biri olduğunu anladık! Zikrettiği isimlerden biri olarak Mehmet Altan’ın tutuklandığını öğrendiğimizde ise, kanaatimiz hepten kuvvetlendi. Maşallah demekten başka ne diyebiliriz ki!!

Milli Eğitim Bakanlığı, 2016-2017 eğitim-öğretim yılı dolayısıyla tüm resmi ve özel örgün ve yaygın eğitim kurumlarında, “15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Şehitleri Anma” teması ile düzenlenecek törenler için 2 ayrı video ile örnek bir program taslağı hazırladı. Yani, yeni bir kuruluş, kurtuluş hikâyesi yazılmakta!

Bir de, Suriye’deki Fırat Kalkanı Operasyonu... ABD kaynaklarına göre 1000’e yakın muhalif örgütün at koşturduğu Suriye’de, sonunun nereye varacağı bilinmeyen bir savaş içine girmek...

Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyi’ndeki konuşması. FETÖ’yü anlatırken, bir de yine “dünya 5’ten büyüktür” diyerek Güvenlik Konseyi’nin reforme edilmesini istemiş. Dünya 5’ten büyüktür elbet ama Erdoğan, bugünkü egemen “çete” dışında 6. veya 7. üye olmak için ne vaat ediyor? Hangi dünyayı, hangi demokrasi ile insan hak ve özgürlüklerini, hangi hukuk ve adaleti, hangi iyilik ve merhameti temsil ediyor ki, güvenlik konseyinin iyileştirilmesinden söz edebilelim?

Son bir şey: Bu ülkede, KHK ile 93 üniversitede 2 bin 346 akademisyen görevden alındı. İçlerinde FETÖ’cü olmak şöyle dursun, FETÖ’cü zihniyetle mücadele eden insanlar var.

Örneğin Barış için Akademisyenler bildirisini imzalayan 105 kişi de var işten alınanlar arasında. Barış, demokrasi, insan hakları, hukuk, özgürlük diyorlardı; şimdi işsiz kaldılar. Bu konuda şampiyonluk şerefi de, Kocaeli Üniversitesi’ne ait! 19 akademisyeni kapı dışarı koydu! Acı tabii; bir de, ürün veren, değer yaratan, umut olan akademisyenlerini yitiren üniversitelerin hâli var ki, daha acı!

Ve, bunlar üzerine, sanki bilinmiyormuş gibi, sanki konuşulmamış gibi, yeniden ve yeniden kelam etmenin acısı... Evet, girdiğimiz bu karanlık tünelden çıkış için inatla konuşmak, yazmak gerektiğini biliyorum ama bu kadar anlamsızlığa mahkûm edildiğimiz için de içim sızlıyor.

Kaynak: Birgun.net