MUSTAFA K. ERDEMOL [email protected]

“Ben bir yabancıydım ve siz beni kabul ettiniz” dediği için İsa’yı ilk mülteci sayanlar vardır ama her şeyi dinler tarihinden figürlerle başlatmayı sevenlerin düşündüğünün aksine İsa’dan çok çok önce haberdarız mültecilikten. 3 bin küsur yıldır biliyoruz mevzuyu. Bu konuya ilişkin ilk yazılı metinlere Hititler’de rastlandığını bu işlerle ilgilenenler bilir. Hitit krallarından biri komşu bir ülkeyle yaptığı anlaşma uyarınca kendi topraklarına sığınan birini geri göndermeyeceğinin sözünü vermiştir. Adını bildiğimiz kral Urhi ise amcası tarafından tahtından uzaklaştırılıp, Mısır’a yollanmış bir mültecidir. Bu trajik “statü” çok eski yani.

Bu kadar eski olmasına rağmen buna ilişkin düzenlemelerin tarihi 60 yılı geçmez. Öyle ki, ne işe yaradığını anlayamadığım şu Mülteciler Günü bile ilk kez 2001 yılında kutlanmaya başlandı, düşünün. İlk kutlamada “mülteciler kraliçesi” Angelina Jolie vardı, malum.

Tanımında bile bir uzlaşma olmamış önceleri. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs” şeklinde tanımlanmış mülteci.

İkinci, tanım daha derli toplu neyse ki. Afrika Birliği Örgütü’nün 1969’da kabul ettiği Mülteci Sözleşmesi’nde “51’den öncesi” gibi bir şart yok. “Mülteci deyimi, dış saldırı, işgal, yabancı egemenliği veya vatandaşı olduğu kendi ülkesinin bir bölümünde ya da bütününde kamu düzenini ciddi bir biçimde tehdit eden olaylar yüzünden, ülkesi dışında başka bir yere sığınmak için yaşadığı yerden ayrılmak zorunda kalan her insanı kapsar” deyip daha kabul edilebilir hale gelmiş kavram.



BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNCHR) her yıl mültecilerle ilgili yayınladığı raporda yürek yakan bilgiler yer alır. Kendilerinin sorumlu olmadıkları toplumsal çatışmalardan can güvenlikleri için kaçmak zorunda kalanların sığındıkları ülke ya da bölgelerde nelerle karşılaştıkları anlatılır bu raporlarda. Ülkemizde Suriyelilere tepki biçiminde yansıyan, düpedüz bir mülteci düşmanlığı olan tutumlar da bu raporlarda yer alır genişçe. Okudukça din kardeşliğiydi, misafirperverlikti gibi kavramların pratikte hiçbir anlam ifade etmediğini görürsünüz.

UNCHR’nin 2015 yılı raporu yaklaşık 60 milyon kişinin evlerinden kaçmaya zorlandığını ortaya koydu. Bu kadar insan yerinden yurdundan uzak. Bilmedikleri coğrafyada, nasıl karşılanacaklarını bilmedikleri toplumların arasında yaşamak zorundalar. Bunun ne kadar süreceğini ise hiç kimse bilemez. UNHCR söz konusu raporunda “dünya genelinde yerinden edilmeye yönelik tehlikeli yeni bir çağa girildiği konusunda uyarıda” da bulunuyordu. Yurtlarını bırakıp kaçanların sayısında artışlar olmuş her yıl. Raporda “2013 yılında yerinden edilen 51,2 milyon ve on yıl önce yerinden edilen 37.5 milyon kişiye kıyasla, 2014 yılı sonunda 59.5 milyon kişinin zorla yerlerinden edildiğini göstermektedir. 2013 yılından bu yana gözlemlenen artış, tek bir yılda görülen en yüksek artıştır” deniyor. 2014 yılında yalnızca 126.800 mülteci ülkelerine geri dönebilmiş, ki bu sayı 31 yıldaki en düşük sayıdır.

Tabii ki Suriye
Şu bilgiler de rapordan : “Artıştaki başlıca hızlanma Suriye’de savaşın patlak verdiği 2011 yılının başlarından bu yana görülmüş olup bu savaşı, yerinden edilmenin dünyadaki tek başına en büyük etmeni haline getirmiştir. 2014 yılında her gün ortalama 42.500 kişi mülteci, sığınmacı olmuş veya ülkesi içinde yerinden edilmiştir; bu sayı, yalnızca dört yıl içinde dört kat artışa karşılık gelmektedir. Dünya genelinde, her 122 kişiden birisi şu anda ya mültecidir, ya ülkesi içinde yerinden edilmiştir ya da iltica talebinde bulunmuştur. Bu bir ülkenin nüfusu olsaydı, dünyadaki en büyük 24. ülke olurdu”.

Yarısını çocuklar oluşturuyor
Çatışma bölgelerinden kaçarak komşu ülkelere sığınanların neredeyse yarısını çocukların oluşturduğu belirtiliyor. Bu çocukların çoğu da anne babasını kaybetmiş durumda. Ailesiyle birlikte olan sığınmacı çocuklar az da olsa bir korunma altında ama tek başlarına ülkelerinden ayrılan çocuklar için aynısını söylemek zor.
Bugün Mülteciler Günü. Hiçbir şey yapamıyorsak hiç değilse bugün Suriyeli bir çocuk dövmeyelim, tartaklamayalım, aşağılamayalım.
Bir gün sabretmek herhalde zor değildir.

Kaynak: Birgun.net