BERNA ATAOĞLU [email protected]

Sevmemiş olanımız var mı? Aşkı bilmeyenimiz? Benim gibi kimse sevmemiştir, kimse adamamıştır kendini demeyenimiz... Hayranlıkla aval aval bakmayanımız, etten kemikten bir canlıyı ilahlaştırmayanımız...

Katlanmamış olanımız var mı? O üzülmesin diye susmamış olanımız, ‘’bensiz yapamaz’’ yalanıyla kendini kandırıp, sineye çekmek zorunda hissetmeyenimiz... Bu sefer buldum deyip bilmem kaçıncı kez yanılmayanımız var mı?

Yaralıyız! Hepimiz! Hayatımızın tam merkezine kendimizden başka birini koyduğumuz, ‘’deli‘’ gibi sevdiğimiz, aşık olmayı benliğimizden vazgeçmek sandığımız için... Bu melankoliyi olumladığımız hatta erdem saydığımız ve varlığımızı böyle anlamlandırdığımız için...

Yalnız da olunabileceğine inanmıyoruz. Birlikteyken bile kendimize ait hayatlarımız olması gerektiğini göz ardı ediyoruz. Özsaygımızı yitirircesine bağlanıyoruz. Ne terkedilmek ne ölüm yetmiyor bu bağı koparmaya. Öyle ya; ‘’ayrılık da sevdaya dahil...’’

Bu yüzdendir ki ölmüş kocasının hayaletiyle yaşıyor Zerrin. Hala onunla konuşuyor, dans ediyor, kocasının koltuğuna oturulmasına bile izin vermiyor. Ünlü bir yazar ve kendisinden çok yaşlı kocası Atıf. Daha on yedisindeyken aşık olmuş Zerrin. Evliymiş Atıf bir başka kadınla ama o da seviyormuş Zerrin’i ve terk etmiş karısını. Yirmi beş yıllık evlilikleri Atıf’ın ölümüyle bitmiş. Zerrin şimdi kırklı yaşlarda ‘’dul’’ bir kadın olarak hayatta kalmaya çalışıyor ve hayatının tam da merkezine koyduğu kocası olmadan ne yapabileceğini bilmiyor. Belki olan biteni düşünmek belki de kocasının hayaletiyle yaşarken daha rahat edebilmek için Ağustos sonu Akçay’daki yazlık eve taşınıyor. Bütün kışı orada geçirmeye niyetli. Komşularının, dul bir kadının kışın orada kalmasının sakıncalarını anlatmasına aldırmadan üstelik. Kendini tanıma, anlama yolcuğuna işte burada başlıyor Zerrin ve biz bu yolcuğa Tiyatro Öteki Hayatlar’ın ‘’ Ağustos Sonu’’ isimli oyunu aracılığıyla tanık oluyoruz. Oyunun yazarı Can Utku, yönetmeni İdil Engindeniz Şahan.

Tiyatro Öteki Hayatlar, Galatasaray Üniversitesi öğrencisi ve mezunu bir grup tiyatro sever tarafından 2005 yılında kuruluyor. Geçmişte Jean Genet, Melih Cevdet Anday, Dario Fo gibi yazarların oyunlarına da yer veren ekip ‘’ Ağustos Sonu’’ ile kendi yaralarımızı fark edelim ve benzer yolculuğa biz de çıkalım istiyor.

Zerrin, Akçay’da komşusu Sabriye ile tanışıyor ve onun kardeşi Mehmet’le. Sabriye kocasından gördüğü şiddeti, ‘’ aslında iyi biridir ‘’ , ‘’ bensiz yapamaz, onu bırakamam’’ , ‘’ sen anlayamazsın’’ gibi savunmalarla sineye çekiyor. Kendi kocasının yemeğini, ütüsünü yapmayı görev edinmiş, çapkınlıklarını görmezden gelmeyi seçmiş bir kadının, bir başkasına; ‘’ bırakmalısın, ayrılmalısın’’ deyişinin ironisine tanık oluyoruz Zerrin’in nasihatlerinde. Maruz kalınan şiddetin duygusal ya da fiziksel oluşunun sonucu hafifletmediğini fark edemeyişimizle yüzleşiyoruz. Herkesin bir ‘’ ama’’ sı var, görüyoruz.

Mehmet Zerrin’den çok daha genç bir öğretmen. Önce çok sevdiği bir yazarın en yakını olduğunu bildiğinden sonra belki başında esen kavak yellerinden aşık oluyor Zerrin’e. Gel benimle diyor, öğretmenlik yaptığım köye. Kalma burada, seviyorum seni, gel benimle... Zerrin yeniden genç hissediyor kendini ama gitmiyor Mehmet’le. Kendiyle kalmaya, hayatının merkezine önce kendi benliğini koymaya karar veriyor.

Sahne, Zerrin’in zihniymiş gibi dekore edilmiş. Tam ortada rahat bir tekli koltuk var, sadece Atıf’ın hayaletinin oturabildiği. Zerrin’in kocasını hayatının merkezine yerleştirmiş olmasını sembolize eden bu koltuğun yanında duvara dayanmış küçük portatif bir masa var, birazdan devrilecekmiş gibi duran. Masanın yanındaki sandalyelerden birinde oturuyor Zerrin hep. Orası onun alanı, küçük yıkılmaya müsait ve desteğe muhtaç. Etraftaki koliler Zerrin’in zihnindeki hatıraları ve kafa karışıklıklarını ifade ediyor. Oyun ilerledikçe kolilerin sayısının azalması kadının kendiyle ve yaşadıklarıyla hesaplaşma sürecinin yarattığı temizliğe bir gönderme olarak işlenmiş.

Gerçekçi bir oyunculuk biçimi benimsenmiş fakat duygu geçişleri yer yer doğal olmaktan uzaklaşıyor. Oluşan sunilik oyunun genel atmosferinin kesintiye uğramasına ve bazı cümlelerin birer manifestoymuş gibi algılanmasına neden oluyor. Oyunun son sahnesinde Zerrin’in Mehmet’le gitmemeye ve artık hayatının merkezini temsil eden koltuğa oturmaya karar vermesinin sebepleri muğlak. Belki de bu sebeplerin neler olabileceği üzerine düşünmemiz isteniyor.

Kadınlık, erkeklik, aşk, bağlılık, özsaygı gibi kavramlar üzerine tekrar kafa yoralım, hayır demenin de güzel olabileceğini düşünelim istiyor oyun.

Atill İlhan ; ‘’Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır?‘’ diye sormuş ama belki de yalnızlığımız özgürlüğümüzdür.

Ego Chat: Neredesin? Burada mısın? Sen kimsin?

Özgürleştirilmiş Kuşların Masalı: Dil Kuşu

Önce Boşluk, Sonra Oyun, Sonra yine Boşluk: "Mutfak Söyleşileri "

Oyun oyun içinde, izliyoruz, izleniyoruz: "Hamlet"

Kimliğini kaybetmeye zorlanan kadınlar üzerine bir oyun: Lena, Leyla ve diğerleri

Deliliğimizi yüzümüze vuran oyun: Bir Delinin Hatıra Defteri

Çarşı'da bir müstehcen oyun: "Günlük Müstehcen Sırlar"

Kaynak: Birgun.net