Demokrasinin sık aralıklarla kapitalizme kurban edildiği ülkemizde, evlat acısız, ölümsüz, katliamsız, bombasız, tutuksuz, göz altısız bayramlara olan umudumuzla bayramınızı kutlarız.

***

Bayramlar Müslümanların birbirleriyle barıştıkları, aralarındaki kırgınlıkları bir kenara bıraktıkları, sevgiyle sarılıp kucaklaştıkları, neşe içinde kutladıkları günler demektir.

Bayramlar inananlar üzerinde çok müspet tesirler meydana getirir, dini şuur ve duyguları kuvvetlendirir. İnsanlara yeni bir heyecan ve çalışma zevki kazandırır.

Bu sebeple bu güzel bayram gününde bazı gerçekleri açıklama zamanıdır diye düşünüyorum. Biz dini bütün olanlar demokrasinin faydaları meselesini biraz geç idrak ettik.

Ama sonunda kavradık. Bu yolda çok sağlam adımlarla ilerledik.

Eskiden katiyen telaffuz bile etmeyeceğimiz kavramları o kadar güzel sahiplendik ki, değme demokratlar bizim fersah fersah gerimizde kaldılar.

Ara sıra ağzımızdan kaçırdığımız şeyler de olmadı değil hani… Mesela “demokrasi bir tramvaydır, gidebildiğimiz yere kadar gider, vakti zamanı gelince ineriz” gibi samimi itiraflarımızla tarihe not düştük.

Bu sözümüzden “uyuz” kapanlar oldu. Hemen bize karşı taarruza başladılar:

-Şeriat getirecekler, kesinlikle… Önlem alınmalı!

Askerleri bize karşı az kışkırtmadılar. Biz 28 Şubat’ın üzerimizdeki etkisinden kurtulamadığımız için o yıllarda pek fazla yüksek perdeden tepki gösteremiyorduk. İmdadımıza sol-liberal aydınlar, yazarlar, gazeteciler yetişiyordu. İçimizden geçenleri bizden daha katmerli olarak onlar seslendiriyorlardı:

-Olmadı paşam!

Ordunun, sivil seçilmiş bir iktidara karşı daha saygılı olması gerektiğini korkmadan yazıp, söyleyebiliyorlardı. Gerçekten de cesaret isteyen şeylerdi bunlar. O zaman onları çok takdir ediyorduk.

Bizim yüzümüzden başlarına gelmedik kalmadı. Ait oldukları camia ile araları soğudu. Hatta doğrudan bizim safların “paralı askerleri” olmakla bile suçlandılar.

Oysa böyle bir durum yoktu. Sadece yılların ceberrut devletine karşı bizim yanımızda duruyorlardı. Ne de olsa seçimle gelmiştik! Devlet çok acımasızdı. Hedef haline getirdiğini istediği anda yok edebiliyor, ya da daha beter hale getirebiliyordu. Ama devletin içinde olmak, hele tamamen kontrolün altında tutmak bambaşkaydı. Daha sonraki yıllarda bunu da tadacaktık. O yıllarda ise kendimizi devletten sakınmak, düşük profil vermek gerekiyordu.

Bizi destekleyenler, seçim kazanarak iktidara gelen bir parti ülke yönetiminin yüzde 35’inde pay sahibi olma döneminin bitmesini istiyorlardı. Biz de öyle istiyorduk:

-İktidar olduk ama muktedir olamadık!

En fazla böylesi düşük perdeden dert yanıyorduk.

Ama bizim sandık başarılarımızı “demokrasin zaferi” olarak görenler, laikliğin aslında bir zorbalık olduğunu, Müslümanların özgürleşmesine engel olduğunu yazıp-çizmeye başladılar. Doğrusunu isterseniz bu kadarını biz bile düşünmüyorduk. Tarikatların, cemaatlerin daha özgür bir ortama kavuşmalarını istiyorduk. Ama sadece istiyorduk, o kadar… Onlar ufkumuzu açtılar. Bize yeni yol haritaları çıkardılar.

Onları çok sevdik!..

Bizden değillerdi, biliyorduk. Ama aynı bizim gibi davranıyorlardı. Hatta bizden bile çok!..

Bize inanıyorlardı. Birlikte bütün bir kadersiz tarihi değiştireceğimizi, gerçek demokrasiye geçeceğimizi sanıyorlardı. Biz de öyle sanılsın istiyorduk. Ama tam olarak öyle düşünmüyorduk.

Demokrasi için tek ölçütümüz vardı. Bize yaradığı sürece, evet! Zamanı gelince… En baştaki vaziyet: Tramvay teorisi!

Aramızda tek sorun vardı, ama gözle görülemiyordu. Onlar bize ve söylediklerimize inanıyorlardı. Bizse inanmıyorduk!

İlk yıllardan bu günlere epeyce zaman geçti. Biz hiç değişmedik. Bizden kuşku duyanlar, bize inanmayanlar haklıydılar!

Kimsenin hayat tarzına karışmayacağız türünden sözlerimiz altının boş olduğunu görenler de oldu, göremeyenler de…

Göremeyenlere bugün gösteriyoruz!

Bu kutsal bayram münasebetiyle, gerçekleri bütün çıplaklığıyla dile getiriyoruz.

-Demokrasi (biz) kazandı!..

Onlar (bize inananlar) ise kaybetti!..

Eğer bizim bir günahımız varsa Allah affetsin!

Kaynak: Birgun.net