Çanakkale’nin meyvesi, sebzesi boldur. Elması, şeftalisi, dutu, kirazı, domatesi, biberi, zeytini, üzümü... Bir de göze ve ruha hitap eden meyveleri vardır. Denizi, gölü, çayı, meşesi, salkımı, çınarı, köyleri, adaları, oksijeni, yeşili, mavisi...

Aracınız varsa marşa bir basarsınız en fazla 1,5-2 saat sonra Saroz Körfezi’nden Gökçeada’ya, Kazdağları’ndan Kapıdağ Yarımadası’na, Bozcaada’dan Behramkale’ye, Altınoluk’tan Adatepe’ye, Bolayır’dan Gelibolu’ya varırsınız. Her hafta farklı bir yere gitseniz de bitiremezsiniz, doya doya gezersiniz. Aracınız yoksa da çok fark etmez, illa o bölgelere giden bir vasıta bulmanız mümkündür buralarda.
Mitolojinin de göbeğindesinizdir Çanakkale’deyseniz eğer. Truva, Assos, Aleksandreia Troas, Apollo Smintheos, Tavolia, Pınarlıtaş, Abidos ve dahası bu topraklarda binlerce yıl önce var olan kentlerin ve medeniyetlerden günümüze kalan mirası. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nda bu topraklarda savaşanlar, Kilitbahir, Seddülbahir ve köylerinde yaşananlar, yaşayanlar, efsaneler, rivayetler ve gerçekler de unutulmayacak.

Gönüllüler çalışıyor

Biz de bir yılı aşkın süredir İstanbul’dan uzakta, Bozcaada ve Çanakkale’de yaşamın ne denli keyifli, mavi, oksijenli ve yeşil olduğunu hissederek yaşıyoruz. Bulduğumuz her fırsatta da çevremizi keşfe çıkıyoruz. Geçtiğimiz hafta sonu da öyle yaptık. Arka yollardan Bayramiç’e, oradan da Muratlar’a bağlı Yeniköy’e ulaştık. Bayramiç Yeniköy Ekoloji Çiftliği’nde dolu dolu vakit geçirdik. Yeni insanlar tanıdık, yeni şeyler öğrendik.
Güneş batmak üzereyken köye girdik. İki sohbet ve merhabanın ardından, hemen bahçeden pırasa, rezene ve bilumum otlar kesen arkadaşımız Mustafa bir ot kavurması yaptı bize. Ardından dünden kalan ama tazecik ekşi maya ekmeğimize, köy peynirimizi de ekleyerek mükellef bir sofra kurduk. Ekoköyde gönüllü olarak çalışan Zeliha hemen şömineyi yaktı, odunu yedekledi sağ olsun. Diğer gönüllü arkadaşımız Kenyalı Felister ise erkenden uyumuştu. Birkaç gün önce Bozcaada’dan gelen bir şişe ada şarabını da Tuba hepimize paylaştırdı. Ada şarabı geceyi daha da renklendirdi, muhabbeti koyulaştırdı.

Ertesi gün köyün kazlarının resitaliyle erkenden uyandık. Kahvaltı öncesinde follukları ziyaret edip, yumurtaları bizzat ‘dalından kopardık’ diyebilirim. Tuba suda yumurta pişirerek kahvaltının assolistini hazırladı. Üzerine zeytinyağını gezdirmemizi de salık vermeden etmedi. Akşam tanışamadığımız Felister ile de tanışıp kahvaltı masasına oturduk. Adlarını tam hatırlayamasam da bahçede yenilebilir otlardan toplayıp attık tavanın içine. Yine rengârenk bir masa, yine doğa ne sunarsa o, yine hayalleri olan insanların iki dudağının arasından dökülen kelimeler.

Tohumlar toprakla buluşuyor

Kahvaltı bitti ama çiftlikte iş çok! Felister bugün bazı tohumları ve fideleri toprakla buluşturacak. Oldukça kalabalık bir tohum bankasına sahip çiftlikte, Buğday Derneği kurucusu Victor Ananias’a adanan bir tohum bankası odası da var. Kavanozlar içinde yüzlerce atalık tohumdan Felister üç kız kardeşi istiyor. Yani fasulye, kabak ve mısır. Sonra onları toprakla nasıl buluşturacağımızı anlatıyor Mustafa, eşeliyoruz toprağı, can suyunu da verdik mi işlem tamam.

Anadolu’nun kayıp buğdaylarını yeniden hayata kazandırmak için uğraşıyor Mustafa. “Hadi buğday tarlasını gezelim” diyor. Başlıyoruz köyün içinden buğday tarlalarının olduğu yere yürümeye. Mihmandarımızsa aynı zamanda çiftliğin bekçiliğini yapan Duman... Kimi buğdayların sapları insan boyunu aşıyor. Henüz hepsi yemyeşil, Temmuz’da ise sararacaklar ve hasat edilecekler. O günü Mustafa iple çekiyor, biz de aynı heyecanı duyuyoruz, “geleceğiz” diyoruz.

Bir köyden diğerine

Gelincikler bir yandan açmış, papatyalar diğer yandan. Burcu diyor ki: “Kentte çalışmak zorunda olanların iki hafta izni var. Bence bu iki haftanın bir haftasını mutlaka Mayıs ayında kullanmalılar ve bu doğayı doyasıya hissedip, yaşamalılar”. Yanılıyor olamaz...

Burada her şey organik veya doğal tarımla üretiliyor ve bu üretim 12 ay durmadan sürüyor. Kimyasal ve endüstriyel pek uğramıyor çifliğe. Kendi halinde, köylünün de kazandığı bir modeli oturtmuşlar yapı olarak.
Doya doya geçen saatler sonrasında bir köyden ayrılıp, bir diğerine gidiyoruz. Akrabalarımızın köyü olan Bayramiç’e bağlı Ahmetçeli Köyü’nde köy hayırı var. Mayıs ayı deyince bu bölgede neredeyse her gün birçok köyde hayır oluyor. Eh, köy hayırı demek, keşkek demek elbette. Bereketli bir sezon, verimli hasat, bol yağmur köy hayırlarının olmazsa olmaz dilekleri. Köylülerin aralarında topladıkları paralarla, başta keşkek olmak üzere onlarca kazan yemek dağıtılıyor köy hayırlarında. Biz de çay kenarında, binlerde kişinin katıldığı Ahmetçeli köy hayırında payımıza düşeni yiyoruz elbette.

Evet, bu yazdıklarımız Çanakkale’nin güzellikleri. Bir de ne yazık ki çevre felaketlerine yol açacak gelişmeleri var kentin. Gri bulutlar Çanakkale’nin üzerinde dolaşıp duruyor. Yıllardır süregelen siyanürle altın arama faaliyetlerine, onlarca termik santral projesi eklendi. Bu da yetmiyormuş gibi kısa süre önce gündeme gelen ve neredeyse tüm Çanakkale’yi bir şantiye sahasına çevirecek rüzgâr enerji santralleri projeleri var ki insanın canını hepten sıkıyor. Bayramiç’teki bir gidiş bir geliş olan ama oranın insanına fazlasıyla yeten ca’nım yolu da duble yol sevdalıları, ağaçları keserek genişletmeye başlamışlar. Bu da çevreye zulmün bonusu oluyor.
Umarız bu bir kâbustur ve uyandığımızda bu korkunç projelerin hepsinin rüya olduğunu öğreniriz. Yok, değilse bir kabus, direnebildiğimiz kadar direnir yeşili, maviyi, oksijeni, doğayı yettiğince gücümüz savunuruz.

Kaynak: Birgun.net