ONUR EREM / [email protected]
@onurerem

Sam Nemati, İran rejiminden kurtuluşu Avustralya’ya sığınmakta bulmuştu. Başına gelecekleri önceden bilseydi aynı tercihi yapar mıydı bilinmez, ama 2014’te o zamanlar 6 yaşında olan kızı Asya’yla birlikte geldi Avustralya kıyılarına. Anakaraya ulaşır ulaşmaz kızıyla birlikte gözaltına alındı Nemati. Kötü bir dönemde gelmişti Avustralya’ya: Dünyanın dört bir yanında artan savaşlar ve krizler nedeniyle binlerce sığınmacının Avustralya’ya yönelmesi, hükümeti sığınmacılara karşı daha sert önlemler almaya itmişti. Ülkeye ayak basan her sığınmacı gibi, o da gözlatına alınarak Avustralya açıklarında ada devletlerden birindeki hapis koşullarında tutulacaktı. Sam ve Asya’nın şansına Nauru çıktı.

10 bin nüfuslu, 21 kilometrekarelik bu ada devletinin Avustralya’nın özel hapishanesine dönüşmesine yol açan sıradışı hikayesi, kapitalizmin yarattığı insani-ekolojik yıkımı anlamak için en çarpıcı örneklerden biri.

1966’da Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda ortak yönetiminden çıkarak bağımsızlığını ilan eden Nauru’nun en önemli ekonomik özelliği yerin altındaki fosfat kaynaklarıydı. 1960’lar ve 70’lerde Nauru Fosfat Şirketi’nin yönetiminde yürütülen yoğun madencilik faaliyetleri adaya devasa bir gelir yarattı. Bugünlerde kimsenin adını duymadığı Nauru, 20 yıldan uzunca bir süre Kişi Başı Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla listelerinde Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte ilk 2 sırayı paylaşıyordu. Bir anda dünyanın en zengin insanları haline gelen Naurulular, bu servetle ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Yollarında saatte 40 kilometre hız sınırı bulunan Nauru, nüfusa oranla en çok Lamborghini ve Ferrari gibi lüks araçların bulunduğu ülkelerden biri haline gelmiş, adanın yerlileri çalışmayı bırakarak diğer ülkelerden getirdikleri göçmenleri çalıştırmaya başlamış, yerliler arasında alkolizm hızla yayılmıştı. “Elimizde o kadar çok para vardı ki, ne yapacağımızı bilemiyorduk. Dolar banknotlarını tuvalet kağıdı olarak kullanan çok kişi vardı” diyordu adanın eski polis şeflerinden biri.

Lüksten yoksulluğa

Fakat 20 yıl süren bu dönem arkasında devasa bir yıkım bıraktı. Fosfattan kazanılan parayla oluşturulan yatırım fonu yanlış yatırımlar ve yolsuzluklar nedeniyle kuşa dönerken madencilik faaliyetleri nedeniyle delik deşik olan toprak da kullanılamaz hale gelmişti. Adada çıkarılacak fosfat da kalmayınca, Polinezya ve Mikronezya yerli halklarının yaşadığı bu adada kişi başı gelir dünya listlerinin ilk sırasından son sıralarına geriledi. Monaco ve Vatikan’dan sonra dünyanın en küçük ülkesi olan bu adada kişi başı yıllık gelir 5 bin doların altına indi. Yeni binyıl başlarken Nauru iflas bayrağını çekmişti.

Adanın yöneticileri, ödeyemeyeceği kadar borca batan ekonomileri için tek çıkış yolu gördü: Adayı vergi cennetine dönüştürmek ve Avustralya’nın özel hapishanesi haline gelmek. ABD’nin dört büyük bankası 1999 yılında, Rus mafyası ve uyuşturucu kaçakçılarının kullandığı bir vergi cennetine dönüştüğü gerekçesiyle Nauru üzerinden para transferlerini durdurunca ülkenin tek geliri, Avustralya’dan hapishane karşılığı aldığı gelir kaldı.

Avustralya’nın Nauru’ya yüklediği işlevi daha rahat anlamak için bugün AB’nin Türkiye’ye yüklediği işleve benzetebiliriz: İki zengin yönetim de, savaşlardan kaçan halkları ülkelerine almamak için para karşılığı yoksul komşularındaki kamplara gönderiyor. Nauru yönetimi bu son gelir kaynaklarını da kaybetmemek için elinden geleni yapıyor: Örneğin 2001’de Avustralya açıklarında batmak üzereyken kurtarılan 500 Afgan’ın Nauru’ya gönderilmesinin ardından hükümet, kamplardaki kötü şartlar dünyanın gündemine gelmesin diye turistlerin bile adaya girişini yasaklamıştı.

Fakat Avustralya ve Nauru’nun tüm çabalarına rağmen adadaki koşullar defalarca raporlandı. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi çok sayıda uluslararası örgüt, sığınmacıların işkenceye maruz bırakıldığını, yaz güneşi altında havalandırmasız prefabrik yapılarda tutulduğunu, mekanların son derece kalabalık ve pis olduğunu, sığınmacıların başvurularının şeffaflıktan uzak bir şekilde değerlendirildiğini, avukata erişim hakkı verilmediğini ve cinsel saldırıların yaygın olduğunu defalarca dünyaya duyurdu.

İşte Sam Nemati ve kızı Asya, iki yıldır böyle bir adada kalıyordu. Yine de adadaki diğer sığınmacılardan şanslı sayılırlardı: Çünkü 2 yıl boyunca bu felaketlerle dolu kamplarda kaldıktan sonra sığınma hakkı almayı başarmış ve kampların dışında yaşama imkanına kavuşmuştu. Yaşadığı kasabada kızı Asya’nın yaşıtı az çocuk olduğu için Ocak ayında Nibok kasabasına taşınmasının ardından polisler evini bastı. Gerekçe, “yetkililerden izin almadan” taşınmasıydı. Evlerindeki eşyaları dağıttılar, baba ve kızı zorla çıkarıp eski kasabalarına götürmeye çalıştılar. O sırada Sam, intihara kalkıştı. Önce hastaneye götürüldü, sonra da 1899’dan kalma, intihar, büyücülük ve falcılığı yasaklayan bir yasaya dayanarak 2 hafta gözaltında tutuldu ve hapis istemiyle yargılandı. Nauru hükümeti “Sam gözaltındayken Asya ile akrabaları ilgilendi” dese de, Asya’nın adada herhangi bir akrabası olmadığı ve 8 yaşındaki kızın babası serbest bırakılana kadar yalnız kaldığı ortaya çıktı.

'Olağanüstü gericilik'

Dava, önceki gün para cezasıyla sonuçlandı. Nasıl ki Avustralya “ülkeye gelmeye çalışan sığınmacılara iyi davranırsak herkes gelir” diyerek insanları kamplara tıktıysa, Nauru da “intihara kalkışan sığınmacılara ceza vermezsek bizi protesto etmek isteyen herkes intihara kalkışır” diye açıkladı cezanın gerekçesini.

Avustralya’daki sağlık örgütlerinden Yeşiller Partisi’ne, insan hakları örgütlerinden İntiharı Engelleme Derneği’ne (İED) kadar onlarca örgüt Sam Nemati hakkındaki kararı eleştirdi. “Olanağanüstü gerici bir karar bu, bizi orta çağlara döndürecek bir adım” diyordu İED’den Michael Dudley, “Dünyada insan sağlığı alanındaki tüm güncel standartları ihlal eden bir karardır intihar girişimini cezalandırmak”.

Tıpkı AB gibi, Avustralya da sığınmacıların maruz kaldığı bu kötü muamelelerin sorumluluğunu üstlenmiyor. “Nauru’ya gönderilen sığınmacılar bu ülkenin yasalarına tabidir” diyor Göç ve Sınır Koruma Departmanı, “Başka bir ülkenin iç meselesi hakkında yorum yapmamız doğru olmaz”.

Kaynak: Birgun.net