Fatih Kıyman [email protected]

St. Petersburg’daki zirveden ‘mutabakat’ çıksa da Ankara ve Moskova’nın Suriye’deki pozisyonları nedeniyle her an yeniden krize sürüklenebilir. Ortadoğu uzmanı Faik Bulut ve Doç. Dr. Ahmet Kasım Han, Suriye’nin Türkiye-Rusya ilişkilerine yansımalarını BirGün’e değerlendirdi.

Araştırmacı-yazar Faik Bulut, Suriye dosyasının iki taraf için de problemli olduğunu ve farklıların derhal uzlaşmaya el verecek, hemen mutabakata varılabilecek türden olmadığını ifade ediyor, Suriye konusunda bu konuda bir ‘gel-git’ yaşanacağını söylüyor. Bulut’un gelişmelere dair değerlendirmeleri şu şekilde: “Türkiye ‘siyasi çözümden yanayız’ şeklinde vurgu yaptı ama siyasi çözümden kimin ne anladığı da çok farklı çünkü Türkiye’nin siyasi çözümü özellikle muhaliflerin, Müslüman Kardeşler’in ve İslamcı örgütlerin hükümete ortak olması, Esad’ın gitmesi üzerine kurulu. Sonradan fikrini değişitirip Esad’ın gitmesinden vazgeçer mi, ‘halk oylaması yapılsın’ noktasına gelir mi bilemiyoruz. Rusya’nın da zaten tavrı belli; Rusya için bütün muhalifler terör tanımına giriyor. Türkiye’nin terör tanımına IŞİD giriyor, Nusra bile doğru düzgün girmiyor.” Bulut, meselenin bütünüyle değerlendirildiğinde, uzun bir süreç yaşanacağının anlaşıldığını fakat Türkiye’nin her halükârda Rusya’ya taviz vermeye hazır olduğunun anlaşıldığını ifade ediyor. “Tavizin boyutu ve ölçütünü ise zaman gösterecek”, diyor. Türkiye muhaliflerden vazgeçmeye ikna olsa dahi Katar ve Suudi Arabistan ile işbirliği yapmış olmasının problem olacağını ifade ediyor.



Bulut sözlerini şu şekilde sürdürüyor: “Benim bu ikili temaslardan anladığım, çerçevede henüz anlaşılmadığı, ‘anlaşmak üzere anlaşıldığı’ doğrultusunda. Tayyip Erdoğan’ın demeçlerine baktığımızda ‘beklentiler ve temenniler’ arasında bir şey görüyoruz, buna ticaret alanı da dahildir. Putin’in daha temkinli yaklaştığını, daha aşamalı gittiğini görüyoruz. Diğer konularda, ticaret ve enerjide ise ‘çerçevede anlaşılmış’ görünüyor. Kürtler meselesinde çok açıktır, öteden beri söylüyorlar. Rusya’nın zaten açıktan PKK’ye siyasi bir desteği yok. Kürt hareketinden kasıt burada PYD. Rusya’nın siyasi desteğini, çatışma alanında desteğini çekmesi isteniyor. Türkiye, muhalifleri terk etme talepleri karşısında Rusya’dan PYD’den vazgeçmesini talep ediyor. Rusya içerisinde şimdiden böyle bir anlaşma olduğu takdirde PYD’den rahatlıkla vazgeçebileceğini öne süren sesler yükseliyor. Fakat ben bunun zaman alacağını düşünüyorum. Halep’teki gelişmeler dahi Suriye’de geleceği etkileyebilecek nitelikte. Orada muhalefet çok dar bir koridor açma girişiminde bulundu. Suriye yönetimi Halep’i aldığı takdirde Türk ve Rus komisyonları farklı tavırlar alacaklardır, diyelim ki muhalefet daha ileri gittiği zaman Türkiye’de buna bağlı olarak daha farklı tavırlar alacaktır. Savaş devam ederken herkes kendi çıkarına bakacaktır.”

***

Rusya eşit ilişki kurmaz!

Kadir Has Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ahmet Kasım Han, Türkiye’nin neredeyse hiçbir uluslararası muhatabına tanımadığı “gri alanda kalma hakkını,” Rusya’ya tanıdığını ifade ediyor. Kasım ayından bu yana yaşanan dönemin, Türkiye’nin Rusya’yı kendi öncelikleri doğrultusunda bir seçime zorlayacak manivelalara sahip olmadığını da gösterdiğini belirtiyor. Doç. Dr. Han oluşan yeni diyalog zeminini şöyle değerlendiriyor:

“Türkiye’yle Rusya siyasi, jeopolitik fikir ayrılıklarını diyaloğun merkezine taşımadan özellikle ticari ilişkilerini geliştirmenin bir yolunu bulabiliyorlar, anlaşmamakta anlaşabiliyorlar. Uçak krizinden önce ilişkilerinde böylelikle yol alabiliyorlardı. 24 Kasım’a kadar ilişkilerin hakim biçimi buydu. Liderler yan yana gelip açıklama yapıyordu, açık ve önemli görüş farklılıkları olduğunu görüyordunuz ama öte taraftan ticari ilişkileri, bu ilişkilerin yarattığı karşılıklı bağımlılığı her iki ülke de kendi menfaatine görüyordu ve ilişkileri yoğun biçimde devam ettiriyordu. Bir anlamda değişik gündemleri farklı bölümlerde yalıtıp bir diğerine karıştırmıyorlardı. Bugün yine o modalitenin bir formuna dönmekte olduğumuz anlaşılıyor. Zaten bu iki ülke arasında ilişkilerin merkezine büyük jeopolitik gündem maddelerini koyarak diyaloğun gelişmesinin beklenemeyeceği her iki tarafa da malum, diye düşünüyorum. Dolayısıyla önceki deneyim ve, karşılıklı, son dokuz ayın derslerinden aldıkları ilhamla yola devam ediyorlar.

Yeni siyasi konjonktürde üzerine daha neleri ekleyebiliriz diye bakıyorlar. Türkiye olarak şunu bilmek lazım; Rusya, Türkiye ile eşit ilişkiler kurma çabasında olmayacaktır. Bu ülkenin dış politika geleneğinde böyle bir yaklaşım yok. Özellikle de siyasi-jeopolitik gündeme gelindiğinde iki tarafın pozisyonlarının birbirine yaklaşmasından anlaşılabilecek olan, esas itibariyle, Türkiye’nin pozisyonunun Rusya’ya yaklaşması şeklinde olacaktır. En azından Rusya’nın anlayacağı budur. Rusya bir tek PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlığına dair Batı’dan farklı olarak Türkiye’nin tezlerine en azından hürmet gösterici bir söyleme dönebilir. Bu Rusya için daha kolaydır. Ruslar bunu, Türkiye’nin Batı ile mesafesini artırabilecek bir manevra olarak da değerlendirebilirler. Bunu zamanla göreceğiz.”

Doç. Dr. Han, Türkiye’nin Rusya’nın çizgisine yaklaşmasının da topyekün olmayacağını, özellikle Suriye’de belli coğrafi alanlara, cephelere ilişkin ya da bazı gruplarla daha yakın veya uzak durmaktan ziyade, daha ziyade Esad rejimi ile ilgili olacağını düşündüğünün altını çiziyor. Sürecin daha ziyade Türkiye’nin rejimle ilgili tavrının değişmesi şeklinde gözlemleneceğini öngörüyor. Doç. Dr. Han, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kişi olarak Esad zaten artık çok mühim de değildir. Zaten bu merkezi tavır bir defa değiştikten sonra gerisini sahada ortaya çıkan realite belirleyecektir. Herkes o gerçeklikle uyum sağlayacaktır neticede. Sahada baskın bir gerçeklik bir defa ortaya çıkınca algılar ve söylem çok önemli olmaz. Rejimle ilgili tavır değiştikten sonra sahada belli koşullar oraya çıkarsa, sert söylemler, kınamalar olsa da bunlar pozisyon vaaz eder, politikaya dönüşmez. Uluslararası ilişkilerde buna yer var. Bu bağlamda, politika bir yana, Türkiye’nin söylemlerinin çok çarpıcı bir değişime uğrayacağını zannetmiyorum.

Akkuyu Nükleer Santrali’na stratejik yatırım hüviyeti kazandırılması, veya Türk akımın canlandırılmasıyla Rusya’nın ilişkilerin odağına enerjiyi koyduğu da görülmektedir. Türkiye’nin de Rusya’nın bu noktadaki yaklaşımına olumlu bir yanıtı olduğunu görüyoruz. Aksi takdirde bu stratejik yatırım hüviyeti bu kadar çabuk tanınmazdı Akkuyu’ya. Türkiye’nin enerji alanındaki bu kolaylaştırıcı tavrına cevaben Rusya’nın diğer ekonomik yaptırımları büyük ölçüde kaldıracağını bekliyoruz. Tabii Rusya’nın bütün yaptırımları bir gecede kaldırmasını beklemek hayalcilik olur. Ayrıca Ruslar Türkiye’nin gene bir gece içerisinde Batı ittifakının, NATO’nun bir üyesi olmaktan çıkıp Rusya’nın en kıymetli dostuna dönüşmeyeceğini de bilirler. Onlar da böyle bir gelişme olacaksa da bunun uzun bir müddet gerektireceğini, bu günkü ortamdan çok farklı bir ortam hakim olması gerektiğini bilirler. Dolayısıyla böyle bir ümide bel bağlayıp çok aceleci bir biçimde kollarını açmayacaklardır. Rusya dış politika kültürü itibariyle şüpheci ve formeldir. Uçak krizi bu manada ciddi bir travmadır. Onlar da gelişmeleri, Türkiye’nin tavrını ve Batı ile diyaloğunun evrimini izleyecekler ve takip edecekler.”

Kaynak: Birgun.net