MARK MAZZETTI ve MATT APUZZO

Barack Obama 2013’te Suriye’de savaşan isyancıları silahlandırması için kapalı kapılar ardında CIA’ya talimat verdiğinde, istihbarat teşkilatı gizli operasyonların faturasını kendisiyle birlikte yüklenmeye hevesli bir ortağın hazır beklediğini biliyordu. On yıllardan beri uzak diyarlardaki çatışmalara müdahalelerinde kendilerine gizlilik ve parasal destek temin eden Suudi Krallığından başkası değildi bu.

2013’ten beri CIA ve Suudi meslektaşları, isyancıların eğitilmesinde (Amerikalılar nezdinde kod adı Timber Sycamore) sıra dışı bir işbirliği sürdürmekteler. Hükümette daha önce yer almış ve hala göre yapan yetkililerin açıklamalarına göre varılan anlaşma çerçevesinde Suudiler operasyonlar için silah ve büyük miktarda para temin ederken, CIA isyancıların AK-47 saldırı tüfeklerinin ve tank imha füzelerinin kullanımında eğitilmesini üstlenmiş durumda.

Suriyeli isyancıların desteklenmesi, iki ülkenin istihbarat teşkilatının on yıllardan beridir sürdüre geldiği işbirliğinde yalnızca son perde. Son örnekte olduğu gibi iki ülkenin tam bir uyum içinde hareket ettiği durumlar yok değil; bunun dışındaki hallerdeyse Suudi Arabistan ABD’nin el altından yürüttüğü faaliyetleri finanse etmek üzere üst üste çekler yazmakla yetiniyor.

Diğer Ortadoğu ülkelerinin de parasal olarak destek verdiği müşterek eğit donat programı da, ABD’nin Suudi Arabistan’la ilişkileri ve Krallık’ın bölgedeki rolünün genel seyrine benzer biçimde istikrarsız bir cihette sürüyor. İki ülke arasında ucuz petrolün ve Suudi Arabistan’ın jeopolitik konumunun güçlendirdiği kadim bağlar, ABD’nin yabancı petrole bağımlılığının zayıflaması ve Obama yönetiminin İran’la diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması yönünde attığı temkinli adımlarla birlikte gevşeme emareleri göstermeye başladı.

Buna rağmen Suudilerden gelen para musluğunun akmaya devam etmesi ve karşılıklı çıkarların örtüşmesi ittifakı şimdilik kurtarıyor. ABD’nin, Suudi Arabistan’ın insan hakları ihlallerini, kadınlara reva gördüğü politikaları ve İslam’ın en aşırılıkçı biçimi olup ABD’nin bizzat savaştığı terör örgütlerinin pek çoğuna ilham vermiş olan Vahhabilik akımına arka çıkmasını açıktan açığa eleştirmekte gösterdiği isteksizliğin nedenleri yalnızca Suudi Arabistan’ın engin petrol rezervlerine sahip olmasında ya da Krallığın Sünniler nezdindeki hakim konumunda değil aynı zamanda iki ülkenin istihbarat örgütleri arasındaki uzun süreli işbirliğinde yatıyor. Nitekim kraliyet ailesine kafa tutan Şeyh Nimr El Nimr bu ayın başında idam edildiğinde, Obama yönetiminden resmi kınama gelmemişti.

Her ne kadar Suudiler Suriye’deki isyancılara silah yardımı yaptıklarını gizlemiyor olsa da, ülkenin CIA’nın örtülü operasyonlarındaki rolünün ve sağladığı parasal desteğin boyutlarını kestirmek zor. Görevi bırakmış ya da hala devam edegelen bir avuç ABD’li yetkilinin çeşitli görüşmelerde söylediklerinden ve bir kaç körfez ülkesinden ulaşılan kaynaklar (çoğu, operasyonların içeriği hakkında bilgi vermeye yetkili olmadıkları gerekçesiyle isimlerini saklı tutmak kaydıyla konuşuyor) bir araya getirildiğinde bazı detaylara ulaşmak mümkün.

CIA operasyonları, başladığı andan beri Suudi parasıyla finanse edildi.

Operasyonlar başladığı sırada Temsilciler Meclisi İstihbarat Daimi Seçilmiş Komitesi Başkanı olan eski Cumhuriyetçi vekil Mike Rogers, “Bize ihtiyaçları var ve bunun farkındalar, biz de onlara ihtiyacımız olduğunun farkındayız” diye konuşmuş, eğit donat programıyla ilgili ayrıntılı bilgi vermeyi reddetmişti.

ABD’li yetkililer, Suriye’deki Esat karşıtı savaşçıların eğitimi için ayrılmış olan bütçeye şimdiye kadarki en yüksek katkıyı sağlayan Suudi Arabistan’ın payını duyurmuş değil; ama programın toplam maliyetinin bir kaç milyon doları bulduğu tahmin ediliyor.

Beyaz Saray, Suudi Arabistan’ın örtülü finansal desteğini –Katar, Ürdün ve Türkiye’ninkini de- Obama Körfez ülkelerini bölgede güvenliğin temini yolunda daha sağlam adımlar atmaya zorladığı sırada benimsemiş, gerek CIA gerek Washington’daki Suudi Arabistan elçiliği sözcüleri bu konuyla ilgili yorum yapmayı reddetmişti.

Obama’nın 2013 baharında isyancıların silahlandırılması için attığı imzanın ardında kısmen de olsa, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı bölgede güç ve hakimiyet kazanma niyeti yatıyordu. Katar ve Suudi Arabistan’ın Suriye’ye silah sevkiyatı bir yılı aşkın bir süredir devam etmekteydi. Katar, omuzdan atılan Çin yapımı FN-6 füzelerini Türkiye üzerinden gemi yoluyla kaçak olarak Suriye’ye sokmayı dahi başarmıştı.

Suudi Arabistan’ın bu çabalarına, dönemin istihbarat şefi olan, ülkenin gösterişli prensi Bender bin Sultan öncülük etmişti. Kendisi Suriyeli isyancılara gönderilmek üzere Doğu Avrupa’dan binlerce AK-47 ve milyonlarca mühimmatın alımı için ajanlarına talimat vermişti. CIA bazı silah alımlarının planlanmasında Suudi Arabistan’a yardımcı oldu; 2012’de Hırvatistan’da yapılan alışverişte olduğu gibi.

2012 yazına gelindiğindeyse, Körfez ülkelerinin isyancı gruplara (içlerinde El Kaide bağlantılı örgütlerin de olabileceği bazı ABD’li yetkililer tarafından dahi itiraf etmişti) su gibi akıttığı silah ve para yardımları neticesinde Türkiye’nin Suriye sınırı tamamen başıboşluğa teslim olmuştu.

Petraues'ın kızgınlığı

Bu süre zarfında CIA genellikle sahnenin gerisinde durdu ve Beyaz Saray’dan aldığı yetki doğrultusunda Timber Sycamore eğitim programı çerçevesinde isyancılara silah göndermeksizin, ölümcül olmayan (non-lethal) yardım teminiyle yetindi. 2012’ nin sonlarında, görevi bırakmış olan iki ABD’li üst düzey yetkilinin anlattığına göre dönemin CIA başkanı David Petraeus, Ürdün’de, Lut Gölü yakınlarında yapılan bir toplantıda çeşitli Körfez ülkelerinin istihbarat ajanlarına sert bir söylev çekmiş ve onları ne kendi aralarında ne de Ürdün ve Türkiye’deki CIA ajanlarıyla işbirliğine giderek Suriye’ye silah göndermelerinin doğru olmadığı yolunda katı bir dille uyarmıştı.

Bir kaç ay sonra Obama, Timber Sycamor programını bu kez ölümcül yardımı da içerecek şekilde yeniden düzeyerek, Ürdün’deki bir askeri üste CIA’nın isyancıları doğrudan silahlandırmaya ve eğitmeye başlaması için onay verdi. Yenilenen anlaşmaya göre, Suudi Arabistan istihbarat teşkilatı para ve silah teminini üstlenirken (TOW anti-tank füzeleri bunlara dahildi) isyancıların eğitiminden CIA sorumlu olacaktı.

Katar bunun yanı sıra eğitim için finansman yardımında bulundu ve ülkelerinde eğitim amaçlı kullanılmak üzere ilave bir askeri üs açılmasına izin verdi. Ama ABD’li yetkililerin söylediğine göre asıl katkı Suudilerden geliyordu.

Suudi parasına sorgu

Yine ABD’li bir yetkiliye göre, her ne kadar Obama yönetimi bu işbirliğini Kongre’ye cazip göstermeye çalışmış olsa da Oregonlu Demokrat Vekil Ron Wyden de dahil olmak üzere vekillerin bir çoğu CIA’nın operasyonları için neden Suudi parasına bağlı olduğunu sorguluyordu. Wyden görüşme talebi geri çevirilmiş olmakla beraber, bağlı olduğu birimden şeffaflığın daha fazla gözetilmesi yolunda bir çağrı yapılmıştı: “ABD’nin Esat karşıtı muhalefetin savaşma kapasitesini güçlendirme yönündeki çabaları üst düzey yetkililerce duyuruldu; ancak bunun nasıl yapıldığına ya da duruma hangi ABD kuruluşlarının müdahil olduğuna ve bu kuruluşların hangi yabancı ortaklarla birlikte hareket ettiğine dair kamuoyuna ayrıntılı bilgi verilmedi.”

Eğitim programına katılan ülkeler arasındaki ilişkiler gerildiğinde ise tarafların arasını bulma işinin genellikle ABD’ye düştüğü anlaşılıyor. Eğitim programına ev sahipliği yapan Ürdün, Suudilerden ve ABD’lilerden kendisine düzenli olarak ödeme yapılmasını bekliyor ve eski bir üst düzey istihbarat yetkilisinin söylediğine göre Suudiler ödemeyi geciktirdiğinde Ürdünlüler şikayetlerini CIA’ya iletiyor.

Yetkililere göre CIA’nın daha önceki operasyonlarını sorgusuz sualsiz finanse etmiş olan Suudiler, iş Suriye’ye gönderilecek paraya geldiğinde belli başlı beklentilerinin karşılanmasını istiyorlar. CIA’nın eski bölge uzmanı olan ve halen Brookings Enstitüsü bünyesinde çalışmalarını sürdüren Bruce Riedel bu durumu “Masadan dışlanmak istemiyorlar ve işlerin nasıl yürüyeceğine dair planlamada kendilerine de söz hakkı verilmesini istiyorlar” sözleriyle açıklıyor.

CIA’nın eğitim programı, kendisinden önce Pentagon tarafından Suriyeli isyancıların silahlandırılmasına yönelik olarak yürütülen bir diğer programdan ayırt edilmeli. Pentagon’un programı, CIA’nınkinin aksine öncelikli olarak Suriye ordusuyla değil IŞİD’yle savaşan isyancıların eğitilmesine yönelikti.

Riedel’e göre istihbarat toplanmasında işbirliğine gidilmesi Suriye’de devam edegelen mücadelede ve El Kaide’yle savaşta hayati önem arz ediyor olmakla beraber, Suudi vatandaşların terör örgütlerini desteklemeyi daha ne kadar sürdüreceği meselesi ABD Suudi Arabistan ilişkilerinde bir rahatsızlık unsuru teşkil ediyor.

Terörü yaratanlarla işbirliği

ABD Dışişleri Bakanlığı eski baş danışmanı ve İslam Devleti kitabının yazarı William McCants “İşbirliği, basitçe ‘anti-terör ittifakında ABD’nin Suudi Arabistan’a ihtiyacı var’ gibi bir yargıya dayandırıldığı ölçüde, inandırıcılığını yitirmeye mahkûm.” diyor ve ekliyor: “Şayet asıl olan söylenildiği gibi teröre karşı işbirliğiyse, terörün yayılmasının bizatihi sorumlularından biri olan Suudilerle işbirliğinin gerekli olduğu yönünde bir iddia ne kadar samimi olabilir ki?”

İki ülkenin istihbarat şefleri arasındaki sıkı ilişkiler, işbirliğini bir müddet daha ayakta tutabilir. Suriyeli İslamcıların silahlandırılması işini Prens Bender’den devralmış olan Suudi içişleri bakanı Prens Muhammed bin Nayif, CIA başkanı John O. Brennan’ı, 1990’da, Brennan örgütün Riyad istasyon şefi olduğu sıralarda tanımıştı. Zamanında kendisiyle çalışmış olan meslektaşlarının söyledikleri, iki adam arasındaki yakın ilişkileri doğruluyor ve Prens Muhammed’in El Kaide’nin Arap yarımadasından sökülmesi yolunda attığı sert adımların Washington’da kendisine pek çok dost kazandırdığını ortaya koyuyor.

Brennan’ın Riyad’daki görev yeri, bir büyükelçilikten daha fazlasına karşılık geliyordu; burası ABD’nin Krallıktaki hakimiyetinin gerçek kalesiydi; ki dönemin diplomatları da önemli meselelerde CIA istasyon şefinin rolünün ne denli belirleyici olduğunu aktarıyor.

İstihbarat yetkililerine göre bu doğrudan iletişim kanalının sağladığı belli başlı yararlar yok değil: Suudiler, kendilerine özel olarak iletildiği takdirde ABD’nin eleştirilerine daha olumlu yaklaşıyor; yine bu yolla yapılan görüşmelerin Suudilerin ABD’nin çıkarları karşısında aldığı tutum üzerinde uluorta yapılacak suçlamalardan çok daha etkin sonuçlar doğurduğunu söylemek mümkün.

İlişkilerin tarihsel kökeni hayli eskiye, 1970’lerin sonuna dayanıyor. Bu yıllarda Suudiler “Safari Klubü” olarak bilinen ve içinde Fas, Mısır ve Fransa gibi ülkelerin de yer aldığı çok uluslu bir koalisyonun örgütlenmesine ön ayak olmuştu. ABD Kongresinin, yıllardan beri Afrika’da süregelen işkencelerin ardından nihayet CIA’ya verdiği desteği kesmesiyle birlikte örgüt bölgede gizli operasyonlar yürütmeye koyulmuştu.

Dönemin Suudi istihbaratının başındaki isim olan Prens Türki el Faysal “Bu sayede krallığın ve beraberindeki ülkelerin, ABD’nin bunu başaramadığı bir dönemde bir şekilde dünyanın güvenliğini sağladıklarına inanıyorum.” diye konuşuyordu, 2002 yılında Georgetown Üniversitesinde yapmış olduğu bir konuşmada.

1980’lerde, Suudiler, ABD’nin Sovyet yanlısı hükümete karşı isyancıları desteklediği Angola’da CIA’nın operasyonlarını finanse etti. Her ne kadar Suudilerin katı antikomünistler olduğu herkesin malumu olsa da, Riyad’ın asıl derdi muhtemelen ülkesinin CIA ile olan bağlarını kuvvetlendirmekti. Zamanında operasyonlara müdahil olmuş eski bir istihbarat yetkilisinin sözleriyle Suudiler ABD’den “İyi niyet ve itibar satın alıyordu”

Oyunun belki de en can alıcı perdesi, Suudilerin, Sovyetlerin Afganistan’dan çıkarılması için mücahitlere yapmış olduğu yardımdı. ABD bu iş için yıllık yüz milyonlarca dolarlık bütçe ayırıyor, Suudiler de gereken miktarı kuruşu kuruşuna ABD’nin eline sayıyordu.

Faiz yasaktır diye...

Para akışı CIA tarafından işletilen bir İsviçre bankası hesabı üzerinden sağlanıyordu. Gazeteci George Crile III, Charlie Wilson’un Savaşı kitabında CIA’nın, İslam’daki faiz yasağıyla ters düşmemek adına, hesabı nasıl hiçbir maddi çıkar sağlanamayacak şekilde düzenlediğini anlatıyor.

1984 yılında Reagan yönetimi, Nikaragua’daki kontrgerillaların finanse edebilmek için İran’a yapılmak istenen silah satışlarıyla ilgili gizli planlarında yardım arayışlarına girdiğinde, ulusal güvenlik danışmanı Robert C. McFarlane, Suudi Arabistan’ın o dönemki büyükelçisi olan Prens Bender’le görüşmüştü. McFarlane daha sonra Beyaz Saray tarafından Suudilere, kendileriyle işbirliğine gitmeleri halinde mükafatlarının büyük olacağının açıkça belirtilmiş olduğunu söyleyecekti.

Prens Bender, ABD yönetiminin Suudilere daha önce vermiş olduğu desteği göz önünde bulundurarak, kontrgerillaların finansmanı için aylık 1 milyon dolar ayırmıştı. Bu katkılar, kongrenin kontrgerillalara finansal desteğini kesmesinden sonra da devam etti. İş sona erdiğinde, Suudiler’in Cayman Adalarındaki bir banka hesabı üzerinden ABD’ye gönderdiği meblağ toplamda 32 milyon doları bulmuştu.

İran kontra skandalı patlak verdiğinde ve Suudilerin bu işteki parmağıyla ilgili sorular ayyuka çıktığında da, Krallık sırlarını korumayı bildi. Prens Bender, dönemin bağımsız yargıcı Lawrence E. Walsh öncülüğünde yürütülen soruşturmalarda işbirliğine gitmeyi reddetti. Şöyle açıklıyordu bu tutumunu mektubunda: “Taahhüt ve bağlılıklarımız, tıpkı iki ülke arasındaki dostluk gibi, uzun vadelidir ve belli bir süreye mahsus değildir.”

Kaynak: Birgun.net