Bugün, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişlerinden 15-16 Haziran 1970 direnişinin yıldönümü. Devletin ve sermayenin kendi güdümünde olmayan mücadeleci sendikaları bitirme hamlesine karşı başlayan bu direniş, üzerinden 46 yıl geçmiş olsa da hâlâ öğretmeye devam ediyor. Zira 15-16 Haziran Direnişi’ne yol açan etmenler bugün de fazlasıyla mevcut. Sendika uzmanı, yazar Zafer Aydın ile 15-16 Haziran’ı, bu direnişin işçi sınıfına öğrettiklerini ve 46 yıl sonra gelinen noktayı konuştuk.

15-16 Haziran 1970’de özetle ne oldu?

Türkiye’de 60’lı yıllarda sendikal hareket yükselme dönemine girdi. Bu yükselme döneminin en belirgin unsurlarından birisi, patronların ve devletin vesayeti altındaki sendikalar karşısında bağımsız sendikaların, işçilerin kendi örgütlerinin ağırlığını artırmasıydı. Birçok işyerinde patronun sendikası karşısında işçinin sendikası ve iradesi, işçilerin radikal eylemleriyle tescil ediliyordu. 1968’de Kavel’de, 1969’da Singer ve Demirdöküm’de ve diğer işyerlerinde işçiler, patronun sendikaları karşısında ‘Bizim irademiz şu sendikadan yanadır’ deyip o sendikaları o işyerlerinde var ediyorlardı.

Patronlar, 1970’e kadar tek tek işyerlerinde bağımsız devrimci sendikalar karşısında kendi denetimleri altındaki sendikaları var etme işinde başarısız olunca, bunu bir yasal düzenlemeyle gerçekleştirmeye çalıştılar. 15-16 Haziran 1970’deki işçi eylemlerine yol açan yasal düzenlemenin arka planında, devletin Kavel greviyle kırılan vesayetçi sendikal anlayışı yeniden ihya etme çabası yatıyordu. Ancak buna karşı gösterilen direniş, bunu kırdı.

‘Film geri sarıldı’

Peki bugün devletin bu amacına ulaştığını söyleyebilir miyiz?

AKP ile birlikte film geri sarıldı. AKP yeniden sendikal harekette vesayeti inşa ediyor. Bir yandan kendi ideolojik ve politik yönlendirmesi altındaki Hak-İş gibi sendikaları kontrol altında tutarak, diğer yandan Türk-İş’i rehin alarak vesayet rejimini ihya ediyor yeniden. Bunun karşısında yeniden işçilerin ve bağımsız sendikaların bayrak göstermesi lazım.

Geçen yılki metal direnişini; sonrasında Şişecam’daki gibi sendikal bürokrasiye karşı yapılan eylem ve direnişleri ‘bayrak gösterme’ olarak okumak mümkün mü?

Metal işçilerinin eylemleri aslında bayrak göstermenin bir biçimiydi, ama alternatifi ile birlikte gündeme gelmediği için tepki/itiraz eylemleri olmakla sınırlı kaldı. Metal direnişinde de, sonrasında yapılan çeşitli eylemlerde de, bu sendikal isyan aracılığıyla iki talebin ortaya çıktığını görüyoruz. İşçi ‘Sendikamı da sendikacımı da, temsilcimi de ben seçeceğim, patron seçmeyecek’ diyor. Hem metalde hem Şişecam’da hem başka direnişlerde ortaya çıkan tepki bu. Ama bu tepki politik bir sınıf bilinciyle buluşamadığı için tepki eylemi olarak ortaya çıkıyor ve bununla sınırlı kalıyor. Oysa bu sınırların aşılması gerekiyor.

‘Aşağıda ciddi kaynama var’

Bu sınırların yakın bir gelecekte aşılabileceğini düşünüyor musunuz?

Ben aşağıda ciddi bir kaynamanın olduğu kanaatindeyim. Çünkü emek örgütleri emek örgütü kimliğini yitiriyor. Sendikaları yönetenler sadece sendikaların ayrıcalık ve imkânlarını kullanıp işçi hakları konusunda parmağını bile kıpırdatma zahmetine katlanmıyor. Tüm bunları işçi de görüyor. Belki işten atılma korkusuyla veya başka nedenlerle henüz tepkisini net biçimde ortaya koyamıyor ama bu işler genelde şöyledir: Bir yerden patlak verir ve suya atılan taşın helezon helezon yayıldığı gibi her tarafa kısa sürede yayılır. Böyle bir patlamanın gündeme geleceğini düşünüyorum.

Bu ülkede kiralık işçilik yasası geçti, yaprak kımıldamadı. Fransa’da yeni iş yasasına karşı yapılanlar Türkiye’de niye yapılamıyor? Bence fabrikalarda işçiler alttan alta bunu konuşuyor, soruyor, sorguluyor. Cevabını veriyor, veremiyor; bu ayrı konu. Ama bu soruları soruyor. Bu nedenle böyle bir patlama yaşansa, hiç şaşırtıcı olmaz.

****

150 bin işçi sokağa dökülmüştü

1970 yılında AP ve CHP’li milletvekillerinin, 274 Sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 Sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılması için hazırladıkları yasa taslağı Meclis’e sevk edildi. ‘Güçlü sendikacılık yaratılması’ iddiasıyla gündeme gelen değişikliğin asıl amacı, işçilerin kendi iradeleriyle seçtikleri sendikalarda örgütlenmelerinin ve grev haklarının kısıtlanmasıydı. Tasarıda yer alan maddelerin hepsi, DİSK’i bitirmek ve sendikal harekete Türk-İş diktası getirmek amacını taşıyordu. Meclis’te 4 ret oyuna karşılık 230 evet oyuyla yasa kabul edildi.

Tasarının kabul edilmesinden 4 gün sonra, 15 Haziran 1970’te protesto eylemleri başladı. İlk gün 70 bin işçi ilk önce fabrikalarına girip çalışmadan bekledi, daha sonra dışarı çıktı. İstanbul’un dört bir yanında ve Kocaeli’de, fabrikalarından çıkan işçiler yürüyüşe geçti. 16 Haziran’da tansiyon daha da arttı. Kimi verilere göre, eylemdeki işçi sayısı 150 bini geçti. İzmir ve Ankara’da da kitlesel eylemler yapıldı. Polis silah kullanarak eylemleri dağıtmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Çok sayıda işçi yaralandı, hayatını kaybedenler oldu. Çareyi İstanbul ve Kocaeli’de sıkıyönetim ilan etmekte bulan devlet, 21 DİSK yöneticisini gözaltına aldı, 5 binin üzerinde işçi önderi de işten atıldı.

Tepkilere rağmen Cumhurbaşkanı yasayı onadı. Bunun üzerine TİP ve yasadan desteğini çeken CHP, AYM’ye başvurdu. Mahkeme, 8-9 Şubat 1971’de aldığı kararla yasayı iptal etti.

Kaynak: Birgun.net