Bundan tam 36 yıl önce, 12 Eylül 1980’de ordu iktidara el koyduğunda, Cemaat’in Sızıntı adlı dergisinde Fethullah Gülen imzasıyla yayınlanan “Son Karakol” adlı yazıda -ki yıllar sonra STV’de yayınlanan bir dizinin de adı olmuştu- aynen şöyle deniliyordu:

“Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu (ışığı) saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin (dönüşüm) son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.”

Bugünkü iktidar kadrolarının neredeyse hepsinin rahle-i tedrisatından geçtiği, “üstat” dediği ve idol olarak gördüğü Necip Fazıl ise darbeyi ve Kenan Evren’i şöyle selamlıyordu:

“27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki: İlki, millî iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken; ikincisi, millî ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır. (…) Diyarbakır’da ‘Şeriatin kestiği parmak acımaz’ diyen Devlet Başkanı (Kenan Evren), Şeriatı ‘hak ve hakikat’ mânası dışında kullanmış olmayacağına ve ayrıca ‘Anarşiyi kökünden temizlemedikçe gitmeyeceğiz’ dediğine göre, gerçek Müslümana düşen vazife, ona şöyle cevap vermektir: Dediklerinizi yapın da, başımızdan hiçbir an eksik olmayın!..”

Gülen’in izinden gidenlerle Necip Fazıl’ın izinden gidenler 3 Kasım 2002’den itibaren gayri resmi bir koalisyon kurdular ve 17 Aralık 2013’e kadar ülkeyi bu koalisyon aracılığıyla birlikte yönettiler. Ortaklar 2010 yılının 12 Eylülü’nde “son kale” olan yargıyı ele geçirmek için bir anayasa referandumu düzenlediler ve buna “12 Eylül darbesiyle hesaplaşma referandumu” dediler. “Yetmez ama evet” adlı ahmaklığın da desteğiyle sandıktan evet çıkarmayı başardılar ve mutlak iktidar yolunda bir adım daha atmış oldular. 12 Eylül’le hesaplaşma adlı müsamerenin vardığı yer 12 Eylül’ün yeni bir formda devamından başka bir şey değildi ve özü ise aynı idi aslında: Piyasacılığın derinleşmesi, gericiliğin derinleşmesi, otoriterleşmenin derinleşmesi.

12 Eylül’e minnet borçlu olan siyasal İslamcıların 12 Eylül’le de darbecilikle de hesaplaşmaları mümkün değildi elbette. Bırakın hesaplaşmayı, 2010’daki referandumda “gerekirse ölüleri bile kaldırıp oy kullanın” demiş olan İslamcı fraksiyon, altı sene sonra başarısız bir askeri darbe girişiminde bulunacak, darbeye maruz kalan İslamcı fraksiyon ise bunu “Allah’ın bir lütfu” olarak görerek kafasındaki rejimi inşa etmek için gereken düzenlemeleri ardı ardına hayata geçirecekti.

12 Eylül darbesi gerçekleştikten sonra darbecilerin ilk hedeflerinden biri üniversite olmuştu, önce bugünkü üniversiter sistemin içinde bulunduğu sefaletin sorumlusu YÖK’ü yarattılar, sonra da 12 Mart darbesi sonrası çıkarılan 1402 sayılı sıkıyönetim yasasına şöyle bir ek madde koydular:

“Sıkıyönetim komutanlarının; bölgelerinde genel güvenlik, asayiş ve kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen veya hizmetleri yararlı olmayan kamu personelinin statülerine göre sıkıyönetim bölgesi dışına atanma veya sıkıyönetim bölgesi dışına atanmak üzere görevden uzaklaştırılma istemleri ilgili kurum ve organlarca derhal yerine getirilir.”

Bu maddeye dayanarak Türkiye’nin en seçkin bilim insanları, en iyi akademisyenleri, en çalışkan hocaları, üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırıldılar. Korkut Boratav, Yalçın Küçük, Bülent Tanör, Tarık Zafer Tunaya, Oya Köymen, Cem Eroğul, Rona Aybay, üniversitedeki görevlerine son verilen isimlerden sadece bir kaçıydı ve ancak yıllar sonra üniversiteye dönebileceklerdi.

12 Eylül’ün üzerinden otuz altı yıl geçmişken ve üstelik iki ay önce bir darbe girişimini atlatmışken, Türkiye yine hem üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılan onlarca akademisyeni, hem de açığa alınan binlerce Eğitim Sen üyesi öğretmeni konuşuyor. Haklarında adli bir soruşturma yürütülmeden, yargılama süreci işletilmeden, kanuni bir hüküm verilmeden binlerce insanın hayatı karartılmak isteniyor. Bunun toplumsal barış ve bir arada yaşam üzerinde yaratacağı tahribat dikkate alınmıyor, yaratacağı kopuş hissi üzerine düşünülmüyor, sosyolojik dokusuyla böylesine pervasızca oynamanın bir ülkeyi hızla uçuruma doğru sürükleyeceği görülmüyor, görülse de umursanmıyor.

12 Eylül’ün üzerinden otuz altı yıl geçti, Türkiye 15 Temmuz’da bir darbe girişimi atlattı, şu an tanıklık ettiklerimiz ise 12 Eylül’de bile yaşanmadı, darbe hukukunda dahi böylesi görülmedi. Kenan Evren yaşasaydı ve darbe başarılı olsaydı darbecileri kesinlikle alkışlardı; darbe bastırıldı ama emin olun Kenan Evren bugün yaşananları da alkışlar, öğrencileriyle gurur duyardı.

Kaynak: Birgun.net