14-15 Ağustos günü ve gecesi Ankara semalarında nöbet bekleyen F-16 ve Awacs uçakları eşliğinde darbe girişiminin üzerinden bir ay geçmiş oldu.

Ama hâlâ 15 Temmuz gecesi Ankara'daki MİT, Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları, Emniyet ve devletin üst kademelerinde o altı saatte "ne oldu, ne yaşandı?" bilgisi kalın bir sır perdesi gibi duruyor.

Şimdilik devletin iskeletine kadar inmiş, marazi yerleşiklik kazanmış ve adeta ‘kurumsal tasfiyeyi’ bitirmiş, sapkın dinci örgütü kıyasıya lanetleme ve milletten af dileme yarışı "ben de söyledim ohh" rahatlığıyla sürüyordu.

Bir zamanlar Fethullahçı örgütün yanaşma ağında yer alan şahıs ve kuruluşların billboardlara, gazetelere verdikleri pahalı lanetleme ilanları, TSK'nin eski komuta kademesinin ana akım medyada dile getirdiği nedamet, ‘kandırılmış, aldatılmış’ 14 yıldır ‘Büyük Türkiye'yi’ yönetenlerin ‘naif’ siyasi itirafları sadece bu kanlı darbe girişiminde sorumluluğu bulunan üst düzey aktörleri ‘gölgelemeye’ yarıyordu.

Parasına kıyana köşe kiralayıp aklına gelenin yazdığı ana akım medya, darbe girişimi sonrasında da ‘hayati rol’ alıp eski FETÖ'cü itirafçıları ekrana doldurup her gece güya ‘heyula grotesk bir yapının’ reytingi yüksek magazinel tanıtımını yaparken TSK, Emniyet ve Yargı’da yuvalanarak on binlerce insanın hayatını yıkan ve yakan nihayet siyasal iktidarı devirmeye kalkan, küresel etkinliğe sahip İslamcı organize suç şebekesini ‘bir grup uçuk-kaçık meczuba’ indirgemeyi başarıyordu.

Ama bu ‘bir grup meczubun’ devlet içinde ‘İslamcı dayanışma ve çıkar’ koalisyonu gibi uzun yıllar gayet kritik görevlerde gölge kadro gibi yönettiği ‘gerçeğine’ kimseyi yaklaştırmıyordu.

Bu arada ülkemizde darbecilerle mücadele, 2010'da "mezardakiler bile oy kullansın fetvasına" uygun siyasal iktidar ve Fethullahçı yapının ‘rejimin otoriterliğe geçiş eşiği’ olacak anayasa değişikliği referandumuna "hayır" diyenleri liberal blokla beraber ağız birliği içinde ‘darbecilikle’ itham ettiği zamanlar gibiydi.

Fethullah'ın okulları birer birer imam hatip okullarına dönüşürken, yeni cemaat ve dinci vakıflar ‘boşalan alana’ İslamcı ideoloji taşıyıcısı- sermaye aktarım düzeneğini kurmak için Milli Eğitim Bakanlığı'nın himmetine sığınıyordu.

Bugün de değişmiyor ve ‘milli mutabakat’ gövde gösterisine katılmayan darbe karşıtı muhaliflere faşizan, cinsiyetçi dayatma ve sosyal şiddetle ‘lümpen idrak’ demokrasi dersi veriliyordu.

Ve gittikçe istikrarsızlaşan barut fıçısı bölgede bir ay önce başkenti ve Meclisi bombalanmış ülke üzerine çökertilen ‘sis, pus’ dağılmıyordu.

Kamu kuruluşlarına çöreklenmiş bu ‘hayalet devlet örgütlenmeni’, açığa alınan veya kamudaki görevinden atılan 81 bin ve tutuklanan 11 bin kişiyle ‘temizleneceği’ sanılıyordu.

Elbette örgütün kırk yıllık ‘karanlık, kirli geçmişini’ bilmezden gelip, kurumları değerleriyle yutan tüketen ‘hizmet’ faaliyetlerine göz yuman siyasi otorite ‘namevcud’ sayılıp hukukun meselesi olamazdı.

Ve 1980 darbesi sonrası laik ve kamusal eğitimin tedrici piyasalaştırılması ve ticari sektör haline getirilmesiyle Fethullahçı örgütün ‘okul-dershane-yurt- çalıntı sınav sorusu-kamu kurumlarını ele geçirme’ uzun erimli stratejisi arasında en küçük bağlantı kurmaktan itina ile kaçınılırdı.

Hatta daha da vahimi yeni darbe girişiminin ‘laiklik mücadelesi üzerinden’ örgütleneceği kehanetiyle toplumun laiklik ilkesini savunma direnci kırılmaya çalışılırdı.

Laiklik talebinin, Müslüman kimlikte buluşmuş kitle iradesine karşı ‘darbeci faaliyetler’ kümesi içine atılması için gün sayılıyor gibiydi.

Fethullah'ın okulları birer birer imam hatip okullarına dönüşürken, yeni cemaat ve dinci vakıflar ‘boşalan alana’ İslamcı ideoloji taşıyıcısı- sermaye aktarım düzeneğini kurmak için Milli Eğitim Bakanlığı'nın himmetine sığınıyordu.

Cemaat ve tarikatların, devlette örgütlenmesinin daha bir ay önce Orduda İslamcı cunta çıkartan trajik sonuçlarını ve Türkiye'nin ‘kurumsal iflasının’ devlet krizi olduğuna aldırış etmeden bu telaş sahiden ziyadesiyle ürkütücüydü!

Kaynak: Birgun.net