Dün 28 Şubat’ın yıldönümüydü... Başbakan, partisinin Meclis Grubu’nda askeri müdahalelere ve zulme uğradığını düşündüğü kesimlere dikkat çekti.

Özellikle de 28 Şubat döneminde, türbanlı kızların “ikna odaları”nda işkence gördüğünü öne sürdü. Bunu yaparken, gözleri yaşardı!

Doğrudur; askeri darbeler on binlerce kişinin zulüm görmesine neden oldu...

Peki; zulüm, sadece darbe dönemlerinde mi yapıldı?

Sivil iktidarların işbaşında olduğu günlerde; örneğin 27 Mayıs darbesinin öncesindeki hükümet döneminde bu ülkenin gazetecileri, yazarları, öğrencileri, işçileri büyük baskılarla karşılaşmadı mı?

Düşünenler ve düşündüklerini ifade edenler, tabutluklara konulmadı mı? Gazetelere sansür uygulanmadı mı? Kitaplar toplatılmadı mı? Dernekler kapatılmadı mı? Aydınlar, sırf düşündüklerini savundukları için tutuklanmadı mı?

GÜNCEL ZULÜMLER!

Bırakın elli iki yıl öncesini... Aynı baskılar bugünkü “sivil iktidar” döneminde sürmüyor mu?

İktidarı eleştirenler; o ya da bu nedenle cezaevlerine tıkılmıyor mu?

Hak arayan işçiler dövülüp, kış ayazında havuzlara atılmıyor mu?

Gencecik kadınlar, polis tekmesi yüzünden çocuklarını düşürmüyor mu? Basılmamış kitaplar yasaklanmıyor mu? Milyonlarca kişinin telefonları dinlenmiyor mu? Özel yetkili mahkemeler ve savcılar, hukuk dışı kararlarla hayatı zindana çevirmiyor mu?

BALBAY NEREDE?

Hepsini bırakın; Mustafa Balbay diye bir gazeteci, hem de milletvekili seçilmesine, yani Başbakan’ın çok önem verdiğini söylediğini milli iradeyi arkasına almasına karşın son bir yılını hâlâ bulunduğu“hücrede tek başına” geçirmedi mi?

Bu ülkenin gençleri bugün saçlarını sıfır numara kestirdikleri, şemsiye ya da yumurta taşıdıkları, poşu taktıkları, konser bileti sattıkları, pankart ya da afiş astıkları, hidroelektrik santrallerini protesto ettikleri, Dünya Kadınlar Günü gösterilerine katıldıkları için önce dayak yiyip, sonra onlarca yıl hapis istemiyle cezaevlerine gönderilmiyor mu?

Engin Çeber isimli bir genç, sırf dergi dağıttığı için kendi iktidarları döneminde bu ülkenin önce karakolunda, sonunda cezaevinde işkenceden geçirilip öldürülmedi mi?

Kaderin cilvesine bakın ki; Başbakan’ın Meclis’te 28 Şubat’ta zulüm gördüğünü öne sürdüğü türbanlı kızlardan söz ettiği sırada, Tuzla 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yine bir dava açıldı.

Savcı, 4 Aralık 2010’da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın üniversite rektörleriyle görüşmesini protesto etmek isteyen ve polis dayağı yiyen 10 öğrencinin, 120 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istedi.

VE BİR RİCA!

Başbakan, övündüğü “kin”inin esiri olmuş, tarihte yaşıyor...

Necip Fazıl şiirleri okuyup, kendi “dindar gençliğini”, “kin sahibi” olmaya davet ediyor!

Dersim’den, İstiklal Mahkemeleri’nden söz edip, Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan, Atatürk’ün öldürülmesi için fetva veren İskilipli Atıf’ın uğradığı (!) büyük haksızlığı anlatıyor... Onu kahramanlaştırıp adını, bir hastaneye vermekle övünüyor...

Ama...

Bugünkü fiziki ve psikolojik işkencenin, polis şiddetinin, baskının, haksız tutuklamaların ve yargılamaların, sözünü etmeyi bırakın; varlığını bile reddediyor...

Başbakan istediği kadar kahramanlaştırmaya çalışsın, Necip Fazıl’dan bir değil bin şiir okusun, İngiliz işbirlikçisi İskilip Atıf’ın adını bir hastaneye değil, yüzlerce meydana versin; gerçek değişmez:

Bugün yapılan zulüm; geçmiştekilere rahmet okutuyor!

Rica etsem bu zulmü de bir Meclis Grup Toplantısı’nda dile getirmeyi düşünür mü?