AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kabine toplantısı sonrasında ‘yeni anayasa’nın vakti geldiğini söyledi.

Otoriter başkanlık rejimlerinde bu tür hamlelerin yapıldığını işaret eden Siyaset Bilimci Prof. Dr. Murat Somer, söz konusu hamle ile iktidarın muhalefeti bölmek ve bazı muhalefet aktörlerini yanlarına çekmek gayesinde olduğunu söyledi. Anayasanın toplumun geniş kesiminin uzlaşısı ile ortaya çıkması gerektiğini hatırlan Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun, ise Cumhur İttifakının oy kaybettiğini ifade ederek, “Bunu iktidar kanadının görmemesi mümkün değil. Bu durumda; Türkiye’nin önünde birikmiş devasa sorunlar karşısında yeni bir gündem belirleme stratejisi olarak okumak gerekir” dedi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’nin tekrar yeni bir anayasayı tartışmasının zamanı gelmiştir” çıkışını siyaset bilimciler ve siyasi partilerle konuştuk.

Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Somer, otoriter başkanlık rejimlerinin bu tür hamleleri üç nedenle yaptıklarını anlattı.

Somer üç nedeni şöyle açıkladı: “Biri “otoriter rejimde reform”, yani sistemi daha da baskıcı, kendi açılarından daha kontrol edebilir yapan değişiklikler. Eğer desteklerinden çok eminlerse veya başka çare görmezlerse bunu yapabiliyorlar. Buna tabii reform dememek daha doğru çünkü demokrasiden daha da geriye gidiş. Ama onlar gene de reform diyorlar, demokrasiyi geliştirdiklerini iddia ediyorlar. İkincisi kendi partilerine, destekçilerine yönelik kısmi açılımlar. Bunu eğer kendi partilerinde hoşnutsuzluklar varsa ve onların desteğine muhtaçlarsa yapıyorlar. Bunlar da gerçek demokratikleşme değil. Kendi seçkin destekçileri arasında biraz daha rekabet ve yükselme imkanı sunan, yeni makamlar ve arpalıklar yaratan, partisindeki ılımlıların kontrollü demokratikleşme beklentilerine yanıt veren ama asla kendi iktidarlarını riske atmayan değişimler. Benzer yollardan da muhalefeti bölmek ve bazı muhalefet aktörlerini yanlarına çekmek gayesini güden hamleler bunlar. Üçüncüsü ise muhalefetle uzlaşarak yapılan gerçek reformlar. Bunu ancak eğer muhalefetle uzlaşmadıkları taktirde iktidarlarının daha çok tehlikeye gireceğini düşünürlerse yapıyorlar. Bu ise ancak muhalefet bir tür demokrasi bloku halinde ve inandırıcı bir şekilde bir araya gelirse olabiliyor. O zaman antidemokratik bir sistemde seçim kaybetmek riski yerine uzlaşmak ve sistemi bazı güvencelerle demokratikleştirmek yoluna gidebiliyorlar.” Şu anki koşullar ve sinyaller “yeni anayasa” hamlesinin ikinci senaryoya uyduğunu gösterdiğini belirten Somer, “Ama zamanla birinci veya üçüncü senaryoya da evrilebilir. Bu muhalefetin ne yapacağına, birleşip birleşemeyeceğine, nasıl, ne temelde ve ne için birleşeceğine bağlı” ifadesini kullandı.

‘DEMOKRASİ VE LİYAKAT MESELESİ’

Boğaziçi Üniversitesine Eski AKP Milletvekili Aday Adayı Prof. Dr. Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasını kayyum olarak niteleyen öğrencilerin başlattığı protesto eylemlerinde öğrencilerin nefret söylemi üzerinden linç edilmesinin ardından 2 öğrencinin tutuklanması ve sonrasında öğrencilerin yaptığı eylemin polis tarafından engellemesi yaşanan gözaltılara ilişkin Murat Somer şu değerlendirmede bulundu: “Sayın. Bulu’nun atanmasındaki yanlışın ideoloji, yaşam tarzı, sosyal sınıf, dinle vs. hiçbir ilgisi yok. Demokrasi ve liyakat meselesi. Kendisi bu makama gelmeyi hak edecek bir başarıya ve birikime sahip değil. Ve hakkında çok ciddi intihal yani akademik yolsuzluk iddiaları var. Yani liyakate ve hakkaniyete aykırı. Öte yandan Boğaziçi gibi köklü bir kurumun geleneklerini çiğniyorsunuz. CB’nın rektör atama yetkisi olsa bile bu yetkinin keyfi ve antidemokratik süreçlerle kullanılmaması gerekir. Başkanlar değil ama mütevelli heyetlerinin, valilerin rektör atama veya onaylama yetkilerinin olmasının dünyada örnekleri var. Bunun yanında öğrenciler dahil tüm üniversite mensuplarının katıldığı seçim örnekleri var. Ama atama olsa bile bu yetki üniversiteyle istişarede bulunarak, geleneklerine saygı duyarak kullanılmazsa antidemokratik olur. Rektörlerin üniversite içinden olması ve üniversite camiası tarafından kabul gören bir şahsiyet olması Boğaziçi’de yerleşmiş bir gelenek. Böyle bir geleneği oluşturmak çok zordur, yıllar hatta yüzyıllar alır ama yıkmak çok kolaydır. Yani CB’nin bu özellikleri taşımayan Sn. Bulu’yu atamaması, onun da bu görevi kabul etmemesi gerekirdi. Zaten göreve başladığı andan itibaren, ve en son polis şiddetine maruz kalan ve göz altına alınan öğrencilerine sahip çıkmayarak, Sn. Bulu bu üniversiteyi anlamadığını ve yönetemeyeceğini fazlasıyla gösterdi. İstifa etmeli.

Öte yandan bu olanlar ilk defa Boğaziçi’nin, buradaki öğrencilerin, hocaların ve diğer çalışanların başına gelmiyor ve sadece onların sorunu değil. Aynı antidemokratik tavırlar başka birçok üniversitede, Marmara’da, Şehir’de, başka birçok yerde gösterildi. Şimdi ülkenin en köklü ve nitelikli kurumlarından birinde oluyor. Ülkedeki genel antidemokratik ve liyakat-karşıtı yönetimin sonucu ve devamı. Hepsine ideolojiler üstü bir yaklaşımla ve beraberce tepki göstermek gerekiyor. Bir de bence çözümde birleşebilmek çok önemli. Çözüm şu veya bu kişinin veya ideolojinin yönetmesi değil, ülkeye demokrasinin, hukukun ve hakkaniyetin hakim olması.

‘DEVASA SORUNLAR KARŞISINDA YENİ BİR GÜNDEM BELİRLEME STRATEJİSİ’

Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun, Türkiye’de 1982 Anayasası’nın kabul edildiği 7 Kasım 1982’den beri yeni anayasa yapımı tartışmalarının yaşandığını hatırlatarak, “Fakat bunu başarabilmiş de değil. Bu konuda sadece kısmı değişikliklerle yetinilmiş, Anayasa’da 18 kez değişiklik yapılmıştır” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasının “Cumhur İttifakı’nın anayasa değişikliği için değil, yeni bir anayasa için harekete geçme isteğidir” dedi. Yeni bir anayasaya duyulan ihtiyacın yıllardan beri AKP dışındaki farklı siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, toplumun çoğunluğunun talebi olduğunu da belirten Tosun, “Üzerinde büyük ölçüde uzlaşılan yeni anayasa ihtiyacına rağmen, ülkenin üzerinden 12 Eylül rejiminin gölgesi kalktığı yıllardan itibaren bunun bir türlü gerçekleştirilememesinin nedeni bir boyutuyla anayasada ifadesini bulacak hak ve özgürlükler rejimi başta olmak üzere, kurumların yetki, görev, birbirleriyle ilişkisi, devlet toplum ilişkisi anlamında siyasi elitler arasında uzlaşma tesis etme imkanının zorluğudur” ifadesini kullandı.

Anayasallaşma ya da anayasa yapım süreçlerinde izlenen yönteme dikkat çeken Tosun şunları söyledi: “Diğer yandan, özellikle politik konjonktür veri alındığında, yeni bir anayasa yapımı talebinin muhalefet tarafında kabul görmesi mümkün görünmüyor. Muhalefetin bir süreden beri dillendirdiği talep, güçlendirilmiş parlamenter sistem temelinde yeni bir hükümet sistemidir. Bunun yöntemi de erken seçim ve erken seçimle oluşturulacak yeni parlamentodur. Muhalefetin bu talebin gerçekleşmesine yönelik adımlar atılmadan, yeni bir anayasa yapımı olasılığı mümkün görünmüyor. Gerek parlamentodaki sayısal dağılım gerekse kamuoyu araştırmalarına göre Cumhur İttifakının yüzde 40-45 aralığında seyreden oy tabanı veri alındığında, iktidar kanadının yeni anayasa talebinin karşılık bulması mümkün değil. Bunu iktidar kanadının görmemesi mümkün değil. Bu durumda geriye; Türkiye’nin önünde birikmiş devasa sorunlar karşısında yeni bir gündem belirleme stratejisi olarak okumak gerekir. Ayrıca politik kutuplaşmanın bu ölçüde yoğun olduğu bir konjonktürde toplumun tüm kesimlerinin uzlaşısı olmadan yeni bir anayasallaşma süreci başlatılacaksa, çok geniş bir uzlaşı ile bu sürecin işletilmesi olmazsa olmaz. Aksi takdirde, yeni bir meşruiyet tartışması yaşanır.”

KABOĞLU: ÖN KOŞUL OLARAK PARTİ BAŞKANLIĞINDAN ÇEKİLMELİ

CHP İstanbul Milletvekili ve Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi Prof. Dr.  İbrahim Ö. Kaboğlu, Erdoğan’ın yeni anayasa çıkışıyla ilgili, “Parti başkanlığı yoluyla devlet ve hükümet üzerindeki yönetim tekelini sona erdirmek mi, yoksa pekiştirmek için mi?” diye sordu.

OHAL ortam ve koşullarında dayatılan 2017 Anayasa değişikliği, meşru olmadığı gibi demokratik bir anayasanın asgari gereklerini yansıtmaktan uzak olduğunu hatırlatan Kaboğlu, “Türkiye’nin anayasal kazanımlarını yadsıdığı için ne ulusal ne de yerli” dedi. Türkiye’nin güncel olarak anayasa adına bir fiili ve keyfi yönetimle karşı karşıya olduğunu belirten Kaboğlu, bu durumu, “anayasa/anayasaya aykırı ve anayasa dışı olmak üzere üç ayrı düzen/düzensizlik” olarak değerlendirdi. Söz konusu kaos karşısında Erdoğan’ın yaptığı anayasa çıkışının nasıl okunması gerektiğini ise belirten üçlü düzen veya düzensizliğin ne olduğunu şöyle açıkladı: “Bir: Demokratik hukuk devleti kuralları, Anayasa’nın özellikle “Genel Esaslar” kısmı (md.1-11): Devlet, yasama, yürütme ve yargı şeklinde erkler ayrılığı ekseninde örgütlenmiştir: kuralı koyan (yasama), kuralı uygulayan (yürütme) ve uyuşmazlıkları çözen (yargı). Hukuk ise, normlar hiyerarşisinde üstlük-altlık ilişkisi çerçevesinde yapılanmıştır: Anayasa+ yasa+ tüzük+ yönetmelik. İki: Anayasa’nın demokratik hukuk devleti ile bağdaşmayan maddeleri, 2017 düzenlemeleri olup; özetle, devlet ve hükümet yetkilerini elde eden toplayan kişinin; sorumluluk ve  hesap vermekten bağışık kılınması, kural koyma yetkisi ile de donatılması. Yargı üzerinde geniş yetkilere sahip kılınmasıdır. Üç: Uygulama, her iki anayasal hükümler demetine aykırı olup ne demokratik ne de anayasal: Anayasa dışı yönetim: Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, yasama yetkisine müdahale, yargı erkine müdahale.”

Parti başkanlığının, Anayasa’ya aykırı olduğunu belirten Kaboğlu, “Devlet başkanlığını, diğer partilere göre bir üstünlük ve bütün yurttaşların vergilerini bir nüfuz aracı olarak kullanmakta.  Öte yandan, Varlık Fonu başkanlığı ile kamu tüzelkişisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni şirketleştirirken, bir özel hukuk tüzel kişisi olan siyasal partiyi devletleştirdi. Mali kaynakların denetimini eline alarak, bir kişi-parti devleti kurdu. CB, Anayasa’ya aykırı biçimde parti genel başkanı olarak kaldığı sürece Anayasa’nın üstünlüğünü sağlama olanağı kesinlikle yok. Bu nedenle, eğer “yeni anayasa” konusunda içten ise, ön koşul olarak parti başkanlığından çekilmeli” ifadelerini kullandı.

2017 Anayasa değişikliği için 10 Aralık 2016 günü TBMM Başkanlığına sunulan 21 maddelik değişiklik önerisinin, “kapalı kapılar ardında” yapılan çalışmaların ürünü olduğuna vurgu yapan Kaboğlu, “Nerede yapıldı ve kimler katıldı? Tutanakları nerede? Hiçbir resmi bilgi ve belge yok. Bu nedenle, CB’nin saydamlık vurgusu eğer bir öz eleştiri ise, bu bir olumlu adım olarak görülebilir. İçerikle ilgili olarak ise, demokratik hukuk devletine dönüş iradesinin varlığı ölçüsünde anayasa çıkışı tartışılmaya değer görülebilir” değerlendirmesinde bulundu.

HAK ARAYANA DEMİR YUMRUK GÖSTEREN İKTİDAR, HALKÇI ANAYASA YAPAMAZ

EMEK Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz ekonomik kriz ve pandemi sürecinde faturayı halka yıkan, 2021 bütçesine dair itirazları yok sayarak noktası virgülünü değiştirmeden Meclisten geçiren bir iktidardan halkçı bir anayasa beklenemeyeceğini söyledi.

Akdeniz şöyle devam etti: Somalı, Ermenekli madencilerin, Ankara’ya yürümek isteyen metal işçilerinin önünü polis şiddetiyle kesen, 18 yılda 200 bin işçinin grevini yasaklayan bir iktidar partisinden emekçi anayasası beklenebilir mi? Derelerini, toprağını HES’lere, JES’lere karşı savunan köylüleri hiç acımadan yerlerde sürükleyen bir siyasi anlayıştan köylüler lehine bir anayasa beklenebilir mi? Elbette beklenemez. Bölge kentlerinde belediyelere kayyum atayan, Boğaziçi örneğinde olduğu gibi atanmış rektör istemeyenlere devletin ve 12 eylül kurumu olan YÖK’ün demir yumruğunu gösteren, seçilmişlerin iradesini yok sayan bir iktidardan ne halkçı ne de demokratik bir anayasa beklentisi olabilir.

Erdoğan-AKP iktidarının yapacağı anayasanın sermaye programına bağlanmış tek adam sisteminin tahkimi olabileceğine dikkat çeken Akdeniz Yeni anayasa ile birlikte sunulan reform paketinin “piyasa dostu” olarak ifade edilmesini de bu sebebe bağladı. Bu vesileyle siyasi partiler ve seçim yasasının antidemokratik biçimde  AKP-MHP bloku lehine değiştirilmesinin de olası olduğuna dikkat çeken Akdeniz şöyle dedi: Açık ki halk iradesinin olmadığı, halkın yok sayıldığı bir anayasanın hayali bile halk için yok hükmündedir. İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, demokrasi ve halk güçlerinin elbette emeği merkeze koyan, halkçı ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Bunun yolu ise ülkeyi tek adam yönetimi anlayışından kurtarmak, halkın dolaylı değil doğrudan katıldığı bir anayasa hazırlama sürecini başlatmaktır. Bu ihtiyaç emek ve demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemez. Başka bir ifadeyle halkın talepler uğruna sürdürdüğü mücadele ne kadar güç kazanırsa, demokratik bir anayasa tartışması o kadar mümkün ve yakın olabilecektir.

HDP: İKTİDARIN YAPACAĞI ANAYASA TEK ADAM ANAYASASI OLACAK

HDP Şırnak Milletvekili ve Meclis Anayasa Komisyon Üyesi Hüseyin Kaçmaz, Türkiye’nin yeni bir anayasa ihtiyacının elzem olduğunu ve bunu yıllardır dile getirdiklerini söyledi.

Fakat nasıl bir anayasa olacağı hususunun önem arz ettiğini belirten Kaçmaz şunları söyledi: “Yani yapılması planlanan bir anayasa mevcut Anayasa’nın bile gerisinde olacaksa, toplumun nefes alma hakkı bile gasbedilecek tarzda bir anayasa çalışması ise bu durum Türkiye’nin içine girdiği karanlığı zifiri karanlığa sürükler. AKP-MHP İktidarının yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Bu sebeple Erdoğan’ın yeni anayasa çıkışı toplumun tüm katmanlarını mı kapsayacak yoksa sadece iktidar ve ortağını mı kapsayacak? Yapmayı düşündükleri anayasa taslağı ortaya çıkınca belli olacaktır. Fakat yapılan referandum sonucunda partili cumhurbaşkanlığı sisteminin Erdoğan tipi bir başkanlık olduğu da ortadadır. 2017 yılında yapılan referandum öncesinde biz HDP olarak bugünkü mevcut duruma ilişkin kaygılarımızı dile getirmiştik bu sistemin toplumu kutuplaştıracağını, adeta toplumu nefessiz bırakacağını ve koca bir ülkenin kaderinin bir kişinin iki dudağı arasında olacağını ifade etmiştik, tek adam rejimi kurumsallaşmasını sağlamak üzere baskı ve zulümle toplumu dizayn etmeye çalışacak dedik ve maalesef bugün tam da bu noktadayız. Pratikleri ortada olan bir iktidarın yapacağı anayasanın tek adam anayasası olacağı kaygıları tüm toplumun haklı gerekçesidir. Bu noktada yapılacak yeni bir anayasanın toplumdan ziyade AKP-MHP İktidarının anayasası olacağı işaretleri de aşikardır.  Biliyoruz ki yine “kırmızı çizgilerin” peşinen masaya yatırılacağı bir durumun ortaya çıkacağının da emareleri var.”Türkiye’nin hâlâ bir darbe anayasası ile yöneltildiğini belirten Kaçmaz, “Yeni bir anayasanın genel çerçevesi toplumun kendisi olmalıdır. Yani toplumun tamamını kapsayacak. Vatandaşlık tanımından tutalım farklı dil, kültür, inanç vb. gerçeklikleri esas ve güvence altına almalıdır. Anayasa bir kişinin ve bir topluluğun çıkarlarına dönük değil tamamıyla bir toplumun çıkarlarına ve bu çıkarların güvence altına alınmasına yönelik yapılmalıdır. Türkiye gibi bir halklar bahçesinin tüm halklarını kapsamlıdır. Yani eşit yurttaşlık temelli yeni bir anayasa ihtiyacı toplumun tümünün beklentisidir” ifadelerini kullandı.

Küçükesence sağlıklı içme suyuna kesintisiz ulaşacak Küçükesence sağlıklı içme suyuna kesintisiz ulaşacak

https://www.evrensel.net/