Av. Hüseyin Özbek, mensubu olduğu Etno-Kimlikçi anlayışın;  “Toplumların kültürel yapısını etnik kökleri ile dinin kaynaşması sonucu ortaya çıkan kültürel alaşım oluşturmaktadır.” diye özetlenebilecek savını şöyle açıklıyor:

“İslamiyet olsun, Hıristiyanlık olsun, mensuplarının inanç dünyalarını oluşturmanın yanında kültürel kodlarının da belirleyicisidir. Zamanla iki din de inananlarının teolojik formunu oluştururken kültürel koordinatlarını da inşa eder. Süreç içinde teolojik kimlikle kültürel kimliğin sarmalından teo-kültürel kimlik ortaya çıkar.”

Metafizik bir bakış açısını yansıtan bu yaklaşım bana bir dönem Türkiye’nin siyasi ve sosyal gündemini etkilemiş olan Türk-İslam Sentezini anımsatmaktadır.

Tekrar değineceğim, Türk-İslam Sentezi konusunu burada bırakarak belirtmek isterim ki;

Kimliklerin oluşmasında dinin etkisi şüphesiz yadsınamaz. Ancak din tayin edici değildir. Çağımız insanının kimliğini, kapitalist sistem oluşturmaktadır.  Kapitalist sistemde bireyin işi, işi dolayısıyla yaşadığı ilişki baskın bir rol oynamaktadır. Sabah işine giden bir işçi için, gün boyu önem arz eden işyerindeki ilişkilerdir. Bu ilişkinin temelinde patron-işçi ve/veya emek-sermaye çelişkisi yatmaktadır.

Kısaca ifade etmek gerekirse; kültürü, yani üst yapıyı oluşturan alt yapıdır. Kapitalist sistemde bu, üretim güçleri ile üretim ilişkilerinin çatışması olarak formüle edilmektedir.

Kapitalizmin doğuşu, dinsel kültürü temelinden sarsmıştır. 1640 İngiliz Sanayi Devrimi,  1789 büyük Fransız İhtilali bunun en iyi örnekleridir. Fransız İhtilali ve öncesinde Avrupa’da yaşanan Rönesans ve Reform süreçleri, dinsel hurafeleri yıkarak kilisenin tahakkümüne son vermiştir. Bu dönem aydınlanma dönemidir, bu süreçte, devrimler kendilerinden sonraki devrimleri tetiklemiştir, ABD devrimi, Mustafa Kemal’in öncülüğünde gerçekleşen Anadolu İhtilali gibi.. Bütün bu devrimler aydınlanmanın ışığında gerçekleşmiştir.

Av. Hüseyin Özbek, “Seccadeyi İslam’ın Kâbe’sinden Kapitalizmin Kabesine Çevirmek”  başlıklı yazısında Disneyland için şunları yazıyor:

“Disneyland, ABD hayat tarzının, tüketim kültürünün, bir masal atmosferinin büyüleyiciliği içinde kutsandığı eğlence dünyasının adıdır. Bu masal dünyasının kapısından giren ziyaretçi, en popüler simge Miki Fare’den başlayarak diğer sanal kahramanlarla geçirdiği birkaç saatin sonunda ABD değerlerinin kültürel radyasyonundan etkilenmiş halde dışarı çıkmaktadır.”

Yazarın Miki Fare dediği Mikey Mouse’dur.

Disneyland’da birkaç saat geçirdiğinizde, ABD kültürel radyasyonundan etkileniyorsunuz. Ben ABD’de Disneyland’da bir güne yakın zaman geçirdim, Paris’te de... Çok ta sevdim doğrusu. Yazarın dediği gibi birkaç saat yetmez, buraları gezmek için. Birkaç gün belki… Disneyland’da  Batı tarihinin derinliklerinden başlayarak günümüzün modern, yüksek teknoloji ile donatılmış  eğlence yaşamına kadar, bir rüya aleminde zaman geçiriyorsunuz.. Orada ne kapitalizmden, ne İncil’den ne de Kur’an’dan bahseden yok. Müthiş bir eğlence ve tarih var…

Yazar tarihi, “Süreç içinde teolojik kimlikle kültürel kimliğin sarmalından teo-kültürel kimlik ortaya çıkar.” diye açıklıyor. Yani, yazarın anlayışına göre, toplumların hazır bir etnik kültürel yapısı var, bu yapı teolojik kimlikle birleşiyor ve toplumun yeni kültür yapısı ortaya çıkıyor.

İnsan toplumunun, ilkel komünal toplumdan modern topluma evrimi, yazar tarafından ıskalanıyor. Varsa yoksa etnik yapı ve din...

Oysa, toplumların evriminde en büyük sıçrama, sanayi devrimi ile yaşanmıştır. Bu devrim ile, köy toplumundan yani feodalizmden kent toplumuna geçilmiştir. Köyde, tarım toplumunda yaşayan insanın, buradan sanayi toplumuna, kent yaşamına geçmesi müthiş bir kültürel değişime neden olmuştur.

Bu değişimi, Türkiye toplumunda da görmekteyiz. 50 yıl önce Türkiye nüfusunun %85’i köyde yaşıyordu. Şimdi bu oran tersine dönmüştür. Bu değişim, yani köyden kente göç, hiç şüphesiz yeni bir kültürel yapıya geçiştir.  Bugün, “varoş kültürü” denilen olgu, köylülükten kent toplumuna geçişte yaşanan ara kültürdür.

Diğer yandan, yazar, Türk kültürel tarihini Keloğlanla noktalanmış gibi…

“Türk halkının kolektif kişiliğinin, etno-kültürel kimliğinin ana karakteri Keloğlan Masallarının ortaya çıkması binlerce yıllık ortak yaşanmışlıkla ilgilidir. Türk milletinin geçmişten geleceğe uzanan tarihi yolculuğunun oluşturduğu etno-kültürel alaşım, destan kahramanlarını, masal motiflerini, mizah karakterlerini de yaratmaktadır.”

Yazarın tüm yazı boyunca Türk Kültürüne verdiği örnek, Türk Kültüründeki ileri aşama, Keloğlan’dır. Türkiye’nin köy toplumundan sanayi toplumuna geçişte yaşadığı kültürel değişim, yazar tarafından yok sayılmış veya bu dönem emperyalist kültürün radyasyon etkisi olarak görülmüş… Böylece Türk kültürü sayılmamıştır.

Batıda yaşanan burjuva kültürüdür, bizim henüz yarım yamalak yaşadığımız kültür yani.. Burjuva Kültürü öyle bir takım şablonlarla açıklanacak bir kültür değildir ve topyekûn reddi akılcı olamaz. Lenin,  Ekim Devrimi’nden sonra yazdığı “Hangi Kültür Mirasını Ret Ediyoruz” adlı kitabında bu konuya değinmektedir. Lenin, Büyük Fransız İhtilali’ni övmekte ve burjuva kültürünün topyekün reddinin doğru olmayacağını yazmaktadır. Ayrıca hiçbir kültürün, topyekun reddedilemeyeceğini söylemekte, kapitalizm öncesi feodal kültürden de öğreneceklerimiz olduğunun altını çizmektedir.

Aydınlanmanın temeli, burjuva kültürü yani yazarın küçümsediği batı kültürüdür. İlhan Selçuk, hayatı boyunca aydınlanmaya büyük önem vermiş, bu konuda yüzlerce makale ve birçok kitap yazmıştır. İlhan Selçuk’u, Yön Dergisi ve Devrim dergilerinin öncüsü Doğan Avcıoğlu ile birlikte anmak gerekir. Zira, bu isimler Türk aydınlanmasının öncüleridirler. Sözgelimi, Nazım Hikmet’in şiirleri ile Türkiye’yi ilk buluşturan Yön’dür.

Ulusalcı v.s olmadan önce, şöyle bir dönüp geçmişe bakmamız lazım…

Burjuva Devrimi, büyük bir edebiyat ve dolayısı ile büyük bir kültür mirası üretmiştir. Rönesans ve Reform döneminde ve aydınlanma sürecinde yaratılan kültür birikimi, kabul etmek gerekir ki insanlığın en büyük kültür hazinesidir.

Yazarın görüşlerinin, neden Türk-İslam Sentezini anımsattığı konusuna dönersek…

Türk İslam Sentezi, 80’li yılların başında ortaya çıkan bir görüştür. Bu görüşün sahipleri, Aydınlar Ocağı’nda örgütlenmişlerdir.  Görüşlerinin temelinde, Müslümanlıkla özdeşleşmiş bir Türklük tanımı vardır. Siyasi arenada Türk-İslam sentezcileri, sosyal demokrasinin ve solun düşmanıdırlar. Bu anlayışı benimseyenler, o yıllarda, solun tasfiyesinde önemli bir rol üstlenmişlerdir.

Bu bağlamda, yazarın görüşleri ile Türk-İslam sentezi arasındaki paralelliği açıklamaya gerek yok sanırım.

Sonuç olarak; tarihi din ve etnik kimlikle açıklamak, bilimsellikten uzak bir yöntemdir. Bilimsel yöntem, dinin etkisini elbette yadsımaz. Ancak son tahlilde, din tayin edici değildir.

Av. Hüseyin Özbek’in yazısında belirttiği gibi, Müslümanlar seccadelerini İslam’ın Kabe’sinden kapitalizmin Kabe’sine çevirmemişlerdir.

Hepsinin tek bir Kabe’si var.

O da paradır.

Gerisi hikaye…

 

RAHMİ OFLUOĞLU'NUN DİSNEYLAND YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

CEVAP


O duvar
o duvarınız,
                vız gelir bize vız!
Bizim kuvvetimizdeki hız,
ne bir din adamının dumanlı vaadinden,
ne de bir hülyanın gönlü yakısındandır.
O yalnız
            tarihin o durdurulmaz akışındandır.

Bize karşı koyanlar,
karşı koymuş demektir:
Maddede hareketin,
yürüyen cemiyetin
                        ezelî kanunlarına.
Sükun yok, hareket var
bugün yarına çıkar
yarın bugünü yıkar
                        ve durmadan akar
                                                          akar
                                                                akar.
Biz bugünün kahramanı,
yarının
                        münadisiyiz.
Biz durmadan akan,
                                  yıkıp yapan
                                                      akışın
                                                            çizgilenmiş sesiyiz.
Biz,
adımlarını tarihin akışına uyduran
                    temelleri çöken emperyalizme vuran,
                                  yarını kuran—
                                                          —larız.
O duvar,
          o duvarınız,
                            vız gelir bize vız!

1925
Nazım HİKMET