MURAT AKSOY

MİT Müsteşarı'nın da aralarında olduğu kişilerin KCK Davsı kapsamında "şüpheli" olarak sorguya davet edilmeleri üzerinde en çok konuştuğumuz olay. Ankara ve Türkiye'de bir kriz durumu söz konusu. Şimdilik bulunan çözüm CMK'un 250. Maddesinin yeniden düzenlenmesi. Peki durum nedir? MİT görevini mi yaptı, suç mu işledi? Sorun nedir, çözüm nerdedir, bu kriz nasıl aşılacak? Bu soruları emekli Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel'e sorduk. Gündel, somut olayda savcıların yetkilerini astığını söyleyerek, her ortaya çıkan krizi özel yasalarla çözmek yerine temel yasa olan anayasayı değiştirmenin daha önemli olduğunu söyledi. Haksız değil.

KCK soruşturmasını yürüten savcıların MİT Müsteşarı'nı, eski Müsteşar ve Yardımcısı'nı sorguya çağırmasının hukuki durumunu analiz eder misiniz?

Kamu görevini yürütenlere ilgili olarak yasal düzenlemelerde genellikle görevden kaynaklanan suçlar yönünden özel düzenlemeler yer alır. Bunun da amacı kamu görevlilerinin görevlerini rahatça yerine getirebilmelerini sağlamak, olur-olmaz şikayetlerden onları korumaktır. Benzer düzenlemeler MİT Yasası'nın 26. maddesinde de mevcuttur.

Kamu görevlileriyle ilgili yasalarda bu tür düzenlemeler bulunması ilke olarak onları özel yetkili savcıların görev alanından çıkarmaz. Durumu, güncel olan Hakan Fidan olayıyla somutlaştıracak olursak: Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi özel yetkili savcıların görev alanını belirlemiştir. Buna göre ağırlıklı olarak terör suçlarıyla ilgili soruşturma yapmak görevi özel yetkili savcılara verilmiştir. Peki özel yetkili savcılar herkes hakkında 250. maddede gösterilen suçlardan dolayı soruşturma açabilir mi? Bunun hiç istisnası yok mudur?

Var mıdır?

Bahsi geçen 250. maddenin 3. fıkrasına göre özel yetkili savcılar, yargılaması Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'da yapılanlar ile askeri mahkemelerde yargılanması gereken kişiler hariç mevki veya makamı ya da rütbesi ne olursa olsun bunların dışındakilerin tamamının 250. maddede göste-rilen suçları işlediklerine dair kuşkular varsa hiçbir kişi veya makamdan izin almaksızın haklarında doğrudan doğruya soruşturma yapabilirler. Suçun görevden kaynaklanıp kaynaklanmadığının veya 250. madde kapsamına girip girmediğinin takdiri soruşturma aşamasında savcılara yargılama aşamasında da mahkemelere aittir. Başbakanların da bu madde kapsamında özel yetkili savcılar tarafından soruşturulmasının önünde bir tek milletvekili dokunulmazlığı engeli vardır.

SESSİZCE HALLEDİLEBİLİRDİ

Görevi arasında terör örgütlerinin eylemlerini engellemek olan bir kurumdan bahsediyoruz. Yani MİT'in PKK'nın, KCK'nın içine sızması nasıl suç olabilir ki?

Medyaya yansıyan bilgilere bakılırsa özel yetkili savcıların soruşturma konusu, MİT'in PKK ve KCK ile ilgili çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Bu çalışmalar sırasında görev dışına çıkılarak özel bir suç işlenmediği takdirde bu suç görev sırasında veya görevle ilgili bir suç sayılır ve soruşturma Başbakan'ın iznine tâbi olur. Savcıların, önlerine gelen bilgi ve belgelerden şayet böyle bir durum tespit etmişlerse durumu fezlekeyle Başbakanlığa sunması ve soruşturma için izin istemesi gerekirdi. Başbakan da MİT Müsteşarı'nın yetkilerini kullanmasında bir sorun görmez ise ve olayda olduğu gibi "bilgimiz ve talimatımız doğrultusunda hareket edilmiştir" derse izin verilmeyerek konu kapatılabilirdi. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre de konunun bu sınırlar içerisinde değerlendirilmesi gerekirdi.

İZİN YOKSA SORUŞTURMA OLMAZ

Oslo görüşmelerinin hükümetin bilgisi dahilinde olduğunu biliyoruz. Ki görüşmeler sızdığı zaman Başbakan ve hükümet Fidan'ı savunmuştu. Bu olay yargının siyasete müdahalesi midir?

Yukarıda da ifade ettiğiz gibi özel yetkili savcılar MİT Müsteşarı'nın görev alanına giren birtakım faaliyetleri suç olarak algılayıp böyle bir soruşturmaya girişmişse bu elbette yargının siyasete müdahalesidir. Hükümetin veya MİT'in ya da herhangi bir hükümet biriminin icraatı yargının hoşuna gitmeyebilir. Bunlar ceza kanunlarında gösterilen suçları oluşturmuyorsa, hatta görevden kaynaklanan bazı suçları oluşturmasına rağmen ilgili mercilerce soruşturma izni verilmemişse yargı organlarının herhangi bir yargısal işlem yapmasına imkan kalmaz. Bu olayda savcılar yetkilerini aşmışlardır.

HSYK'NIN SESSİZLİĞİ ŞAŞIRTICI

Neden sessiz HSYK?

Ülke günlerce bu konuyla çalkalanırken Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun suskun kalması ve konuyla ilgili olarak ne düşündüğünü kamuoyuyla paylaşmaması dikkate değer bir durum arzetmektedir. Hükümeti yeni bir yasal düzenleme yapma düşüncesine sevk eden belki de HSYK'nın bu suskunluğu veya tutumudur. Yargısal sorunların ilke olarak yargı kurumları ve yargının bağımsızlığı çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Aksi halde her halükarda yasama organı devreye girecektir ve bu da hem yargıya hem de yasama ve yürütmeye zarar verecektir. Bu yöntemle sorunlara bir şekilde çözüm bulunsa da sonuçta ülkenin ve kurumların yıpranması ve zarar görmesi kaçınılmaz olacaktır.

Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ya da yeniden düzenlenmesi gerekmez mi?

Uzun yıllardan beri terörle mücadele eden ve ağır bedeller ödeyen Türkiye, özel yetkili mahkemeleri kaldırma gibi bir lükse sahip değildir. Bunun kimseye bir yararı da olmayacaktır. Özel yetkili mahkemelerin en önemli özelliği geniş bir kitle hakkında yargı yetkisine sahip olmasıdır. Bunun dışında genel yetkili mahkemelerden farklı fazlaca bir yetkileri mevcut değildir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yasalardan kaynaklanan fazlaca bir sorun yoktur. HSYK'nın uygulamayla ilgili olarak alacağı önlemleri beklememiz ve takip etmemiz gerekmektedir.

Kırmızı çizgisiz yeni anayasa artık zorunlu

Bana öyle geliyor ki eski Türkiye yasaları ile yeni Türkiye idare edilemez. Ne dersiniz?

Aslında bütün bu yaşadıklarımız yeni anayasanın zorunluluğunu bir kez daha gösteriyor. Dediğiniz gibi yeni Türkiye'yi eski anayasayla yönetmek mümkün değil. 12 Eylül 2010 referandumuyla Anayasa'da önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bu değişikliklerin bir kısmının uyum yasaları yürürlüğe girmiş bir kısmı ise henüz çıkartılamamıştır. Örneğin yeni Askeri Ceza ve Usul yasaları çıkartılamamıştır. Halen eski yasalar yürürlüğünü sürdürmekte bu da zaman zaman uygulamada problemler yaratmaktadır. Yeni anayasa yapılması elbette tüm toplumun ortak isteği.

Neden olmuyor, süreç yavaş işliyor?

Ancak herkesin kafasında kendi kırmızı çizgileri mevcut. Bu nedenle Anayasa'da değişiklik yapılması zor görünüyor. Bununla beraber Anayasa değişikliğinin gerçekleşmeyeceği anlaşılırsa mevcut Anayasa'ya dayanılarak yeni yasal düzenlemelere gidilebilmesi imkan dahilindedir. Örneğin Genelkurmay'ın görev alanı ve yetkileri ile yürütmeye bağlılığı ve sorumluluğu gibi hususlarda her zaman yasal düzenlemeler yapılabilmesinin önü açıktır.

Kolaycılıktan kurtulmalıyız

250. maddeye yapılması düşünülen ek bir çözüm mü?

Her sorunu yasal düzenlemelerle gidermeye çalışmak kolaycılıktır ve sorunları halının altına süpürmektir. MİT Müsteşarı'nı 250.maddenin 3. fıkrasındaki istisna kapsamına aldığınızda Genelkurmay Başkanı'nı ve kuvvet komutanlarını veya diğer üst düzey kamu görevlilerini örneğin Başbakanlık Müsteşarı'nı ne yapacaksınız? Ağır Cezalık suç üstü hallerde veya bu hallerin varlığı öne sürülerek Başbakan veya bakanlar ya da muhalefet partisi liderleri hakkında özel yetkili savcılarca soruşturma yapıldığında onlar içinde mi apar topar yasal düzenlemelere başvurulacak? Şu halde her sıkışıklıkta yasal düzenlemeye başvurmak çare değildir. Bunlar geçici çözümlerdir. Kalıcı olan yargının sağlıklı çalışması ve yanlış yapanların ayıklanmasıdır.

Yasa yetmez uygulayıcının zihniyeti değişmeli

Bu olaydan almamız gereken ders nedir?

MİT Müsteşarı'nın görev ağırlıklı olduğunu düşündüğümüz faaliyetlerinin özel yetkili savcılarca soruşturma konusu yapılması, bazı soru işaretlerinin cevaplarının verilmesi zamanının geldiğini göstermektedir. Ergenekon soruşturması süreciyle birlikte özel yetkili savcıların bu çalışmaları toplumda önemli bir destek bulmuştu. Hükümeti cebir ve şiddet yoluyla ortadan kaldırmaya kalkışmaya yönelik bazı iddialarda da önemli soruşturmalar gerçekleştirildi. Ancak özellikle son zamanlarda yapılan bazı soruşturmalar sıkça eleştirildi. Doğrusu biz de genelde Ergenekon türü soruşturmalara destek verirken birçok soruşturmayı anlamakta da zorluklar çektik. Medyaya yansıyan bilgilerden, Hanefi Avcı, Nedim Şener-Ahmet Şık, İlker Başbuğ ve daha bazı soruşturmalarda önemli yargısal sıkıntıların varlığını birçok kez ifade ettik. Benzer sıkıntıları Hakan Fidan soruşturmasında da yaşadığımızı düşündüren çok önemli göstergeler mevcut.

Ne yapılması gerekiyor?

Şu halde son zamanlardaki soruşturmalarda yaşanan sıkıntıların nereden kaynaklandığı üzerinde durmak ve bunların giderilmesine çalışmak gerekmektedir. Baştan söylemek gerekirse sıkıntı yasalardan kaynaklanmamaktadır. Hakan Fidan olayında da MİT Yasası'nın 26. ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinden kaynaklanan bir sorun mevcut değildir. Sıkıntı, bazı fiillerin zorlanmak ve geniş yorumlar yapılmak suretiyle ya da bazı özel düşüncelerle terör örgütü kapsamına sokulmasından kaynaklanmaktadır. O halde sorun uygulamadan, dolayısıyla bazı özel yetkili savcı ve yargıçların anlayışından kaynaklanmaktadır.

SORUMLULUK HSYK'YA DÜŞÜYOR

Burada görev kime düşüyor?

Bu durumda görev yasama organına değil yargıç ve savcıların denetimlerinde tek söz sahibi olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na düşmektedir. Her sıkıntıda yasayı değiştirmek gibi bir alışkanlığa sahibiz. Oysa en iyi yasaların kötü uygulayıcılar elinde bir anlam ifade etmeyeceğini hepimiz artık biliyoruz. Çözüm hemen yasal düzenleme yapmaktan değil yasaların iyi uygulanmasından geçmektedir.

Ülkenin son 4 yılına özel yetkili savcı ve yargıçların uygulamaları damga vurmuştur. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinde gösterilen suçlar son derece önemlidir. O halde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun buralara, bilgi ve becerisiyle, mesleki çalışmalarıyla öne çıkmış, deneyimli, bu nitelikleri kişisel hırs ve ihtiraslarının önüne geçen savcı ve yargıçları ataması, bunları yurt içinde ve dışında meslek içi eğitimlere tâbi tutması, yanlış yapanlar hakkında da en kısa sürede gerekeni yapması icabeder.