Bu ülkenin demokratlarının çoğu AKP’yi niye destekledi?

Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca askerlerin yaptığı “hukuku” değiştirsin, halk iradesi tarafından seçilmiş bir güç olarak sivil ve çağdaş bir hukuk yapsın diye.

12 Eylül darbesinin biçimlendirdiği bu zorba sistemi değiştirmeye tek aday olarak bu sistemi değiştirsin diye.

Parti kapatılmasını zorlaştıran hükümlerin Anayasa’ya konulmasını BDP’nin bile boykot ettiği bir ülkede sivil anayasayı hazırlasın diye.

Dün AKP’nin sözcüsünün televizyondan yayınlanan basın toplantısını dinlerken bir yandan da bunları düşünüyordum.

AKP’li Bozdağ, Hatip Dicle’nin neden “milletvekili” olamayacağını anlatıyor, özellikle de Başbakan Erdoğan’ın durumu ile Dicle’nin durumu arasındaki farkların kaynaklandığı “yasaları” sıralayıp, “İki durum hiç birbirine benzemiyor” diyordu.

Benzerlikleri ve benzemezlikleri “yasa maddelerinde” arayan bir anlayış bana çok zavallıca gözüktü.

Başbakan Erdoğan şiir okumuştu, Hatip Dicle de ANKA Ajansı’na bir demeç vermişti.

İkisi de “söz”den dolayı mahkûm olmuştu.

Onları benzer kılan, bu ülkede “söz ve fikir özgürlüğünün” olmaması ve bu yasakların onları mahkûm etmesiydi.

Meselenin, “özgürlük ve yasak” boyutunu hiç görmeyip, sadece “yasalar” kısmını görmek siyasi bir aczin ve yetersizliğin işaretiydi bence.

Bir de tabii inanılmaz bir bencilliğin.

Bu ülkede “fikir özgürlüğünü” yasaklayan yasalar var.

Siyaset, bu yasaları değiştirme gücüne sahip olmak demek.

Bu “yasalardan” değiştirilemez “kutsal” metinler gibi bahsetmek demek değil.

Başbakan, “şiir” okuyarak fikrini söylemiş, Dicle konuşarak fikrini söylemiş, bu benzerliği görmek gerçekten çok mu zor?

Erdoğan bir Kürt siyasetçiye benzemekten hoşlanmadığı için mi bu benzerliği şimdi AKP inkâr ediyor yoksa Başbakan artık bir “mağdur” olmaktan kurtulduğu için mi?

Değişik yasalardan mahkûm olup, değişik yasaların kurbanı olmak, iki siyasetçiyi birden ezen “zorba” sistemin yarattığı ortaklığı yok etmeye yetiyor mu?

Bülent Arınç sabahleyin çok daha çağdaş, siyasetçiye çok daha yakışan bir tavırla, “Meseleyi Meclis’te çözebiliriz” demişti; doğrusu da buydu, fikirlerinden dolayı birisinin hapsedilmesine duyduğun tepkiyi dile getirir, bu zorbalığı Meclis’te elbirliğiyle değiştirmeyi önerirsin.

Bir özgürlük sürecini başlatırsın.

Yasakçılığı, “Ne yapalım yasalar böyle” diye savunmazsın.

O yasaları değiştirme gücün ve hakkın var çünkü.

AKP, “gerginliği” yatıştıracak bir dil kullanmayı, bu sistemin baskıcılığını dile getirmeyi istemedi.

Kendisini, yanlış yasaların yanına yerleştirdi.

Şimdi bir kaosla karşı karşıyayız, BDP destekli bağımsız milletvekilleri Meclis’e gitmeyeceklerini açıkladı.

Bu, yeni bir anayasa yapacak olan Meclis’i zora sokacak.

AKP “yatıştırıcı” bir dil kullanmadı ama BDP de “gerginliği” sürekli körükleyen bir dili tercih ediyor.

Değişir mi bilmiyorum ama şimdilik iki “çatışmacı” zihniyet karşı karşıya.

Ama belki Öcalan, BDP’nin Meclis’e girmeme kararını değiştirebilir ya da AKP bu “çatışmacı” ve “nerede koparsa kopsun” tavrını bırakabilir, burası Türkiye, her an bir değişiklikle karşılaşabiliriz, gerginlik yatışabilir.

Ya da bu pozisyonlarını korurlar, BDP Meclis’e girmez, AKP “adaleti” değil “yasaları” savunmayı sürdürür, sokaklar karışır, ateşkes tehlikeye girer ve yeni bir anayasa yapıp yeni bir toplum kuracağız derken belaya yuvarlanırız.

Ben, AKP’nin daha demokrat bir çizgiye kaymasının, BDP’nin de siyasetin sadece “tehdit ve tahrikten” ibaret olmadığını anlamasının ve “özgürlük ve eşitlik” paydasında ortak bir çözüm bulmalarının herkes için daha iyi olduğuna inanıyorum.

Çatışma “ölüm” demek çünkü, anlaşma ise hayat anlamına geliyor.

Siyasetçiler, siyaseti, “hayatın” yolunu açmak için kullanmazlarsa, sonunda hep birlikte pişman oluruz.

Bir yandan Apo’yla resmen müzakereleri sürdürüp, bir yandan da Apo’nun liderliğini yaptığı örgütü övdü diye insanları hapse atmanın saçmalığını, bunca yıldır yaralanmış, sinirleri yıpranmış, öfkeleri birikmiş bir toplumun taşıması zor olur.

Bir de milletvekili seçildikleri halde “tahliye edilmeyen” Ergenekon sanıkları var.

Fikirlerini söyledikleri için hapse girenlerin çıkması, “fikirleri” yasaklamak için darbe planlayanların da hapse girmeleri gerekir gerçek bir adalet ve evrensel hukuk uygulandığında.

Ama Mustafa Balbay’ın Meclis’e gitmesi halinde “delilleri” nasıl karartacağını kavrayamıyorum; mahkemenin bu gerekçesi bana ikna edici gözükmüyor doğrusu; eğer bırakılmaması için tek neden buysa, bu inandırıcı bir neden değil.

Seçim kazanan bir insanı hapiste tutmak için ya daha gerçekçi bir neden olmalı, ya da o insan serbest kalıp Meclis’e gitmeli.


[email protected]