İSTANBUL - MURAT EĞİLMEZ

Başkanlık Sistemi ile ilgili AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi (İÜ) İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haluk Alkan, Türkiye’de bir sistem krizinin olduğunu herkesin kabul etmesi gerektiğini, bu krizin temel nedeninin de 1982 anayasası olduğunu anlattı.

"Kriz, 82 anayasasının parlamenter sistemin de doğasını bozarak bir tür otoriter hibrit rejim üretmesinden kaynaklanıyor." diyen Alkan, bunu sağlayan bürokratik vesayetin, seçilmiş hükümeti kontrol etmek için aşırı yetkilendirilmiş asker ya da yargı kökenli bir cumhurbaşkanını öne sürdüğünü, bu bağlamda 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kırılma noktası olduğuna işaret etti.

Abdullah Gül’e gösterilen direncin temel nedeninin, Ahmet Necdet Sezer’den sonra siyasal iktidardan gelen bir kişinin cumhurbaşkanlığı makamına geçmesi durumunda bu bloke edici gücün ortadan kalkacağı korkusu olduğunu ifade eden Alkan, bu nedenle partili cumhurbaşkanı istenmediğini, bunu iyi okuyan "Demirel'in mücadeleyi göze almayıp asker kökenli bir bürokrat gibi vesayetin temsilcisi olmayı seçtiğini" ve siyasetten uzaklaştığını ileri sürdü.

Anayasa Mahkemesinin 2007'deki kararı karşısında Meclisin, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yönünde anayasa değişikliğine gitmesinin sistemi çökerttiğini, başka açılardan da sorunlu hale getirdiğini kaydeden Prof. Dr. Alkan, şöyle devam etti:

"Türkiye'de 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra bir tür yarı başkanlık modeli oluştu. Bu modelde cumhurbaşkanı ile başbakan aynı partiden geliyorsa, parti içinde hangi otorite güçlüyse sistem ona göre çalışır. Farklı partilerden geliyorlarsa ve birbirlerinin önceliklerini tanımazlarsa sistemde iki yürütme otoritesi olur ve bunların arasında kilitlenme olasılığı yüksektir. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiyorken bile Özal ile Akbulut, Özal ile Yılmaz, Demirel ile Çiller, Ecevit ile Sezer, Sezer ile Erdoğan arasında büyük sorunlar olmuştu. İşte Meclis, parlamenter rejimi iyileştirebilmek için ‘Cumhurbaşkanını halk seçsin’ dedi. Dolayısıyla halkın önüne gelmiş bir meseleyi artık Meclise götüremeyiz. Bu koşullarda artık tam bir parlamenter sisteme dönüş tartışması yapma şansımız yok. Ya yarı başkanlığı işler hale getireceğiz ki bu çok zordur, çünkü melez bir sistemdir, işletmek çok zor bir anayasal mühendislik gerektirir. Ya da biz başkanlık sistemine geçeceğiz. Türkiye’nin koşullarına özgü, demokrasiyi yaşatabilecek bir başkanlık sistemi."

“Tamamıyla farklı bir yapı beklenemez”

Öte yandan Türkiye’nin büyük yatırımlarla ilerleme hedeflerini, hızlı karar alarak yakalayabileceğine işaret eden Prof. Dr. Alkan, bunun yolunun da başkanlık sisteminden geçtiğini vurguladı.

Prof. Dr. Alkan, bu sistemin anayasal form olarak Türkiye’ye özgü olması gerektiğini ifade ederek, şöyle devam etti:

“Toplumumuzda halka karşı saygılı, ondan aldığı güçle hareket eden ve devlete hakimiyet kurabilen liderler seviliyor. Menderes de Özal da Erdoğan da aynı bu ortak özellikten dolayı sevildiler. Milleti her zaman bir adım önde tutan Erdoğan, halkla hiç çatışmadı. Başkanlık sisteminde bu şekilde bir lideri öne çıkaracak mekanizmaları üretebilirsiniz, ama bu denetimsiz bir lider anlamına gelmemeli. Kuvvetler ayrılığı prensibi olmazsa bunun adı başkanlık sistemi olmaz. Elbette Türkiye’ye özgü düzenleme olacaktır ama başkanlık sisteminin temel ilkelerini yansıtmak durumundadır. Başkanlık sisteminden tamamıyla farklı bir model beklenemez.”

"Dünyada kaç tane başkanlık sistemiyle yönetilen ülke varsa o kadar başkanlık modeli, yarı başkanlık modeli, parlamenter sistem modeli olduğunu" savunan Alkan, Almanya’daki ile İngiltere’deki parlamenter sistemlerin birbirine benzemediği gibi, ABD'deki başkanlık sisteminin tamamıyla Türkiye’ye getirilmesinin mümkün olamayacağını ifade etti, “Elbette bizim koşullarımıza göre uyarlanacak.” dedi.

Algılamanın her yerde farklı olduğunu belirten Prof. Dr. Alkan, “Bizde mesela biraz baba olacak ama Amerika’da bireyci bakış çok gelişmiştir. Latin Amerika’da çok ciddi reformlar yapıldı, bunlara da bakılabilir, Avrupa’daki yarı başkanlık sistemlerine de bakılır. Bunların hepsi değerlendirilir. Mesela Amerika’da başkan, muhalefete güvenini göstermek için bakanlardan bir ya da ikisini karşı partiden atıyor, yönetim kilitlenmesini önlemek için. Meclis ve başkanın karşılıklı fesih yetkileri var.” değerlendirmesini yaptı.

"Beşer yıldan en çok iki dönem olmalı"

Türkiye’nin 1876’da parlamentoya sahip olduğunu, 1950’den beri de seçimle iş başına gelen çoğulcu bir yönetim yapısının olduğunu belirten Prof. Dr. Alkan, “Dolayısıyla başkanlık sistemine geçişe sadece bir hükümet sistemi değişikliği olarak bakılmalı. Hükümet sistemi değişikliği diktatörlük üretmez. Beşer yıldan en çok iki dönem seçilebilir başkan, ne kadar güçlü olursa olsun, biter. Bence iki dönemde bitmek zorunda. Diktatörlükle yönetilen ülkelerde iktidar değişimi seçimle değişmez. Tek parti vardır, diğerleri onun türevleridir. Bunlar genellikle doğalgaz ve petrol gelirlerine sahip rantiyer devletlerdir. Gelir doğrudan devlete gider. Oysa Türkiye kendi üretmeye çalıştığını, dış pazarlarda satmaya çabalayan ekonomisinde de çoğulculuğu yakalamış bir demokrasi ülkesidir.” görüşünü dile getirdi.

Başkınlık sistemi gelirse federatif bir yapının dayatılacağı endişesinin de yersiz olduğunu dile getiren Prof. Dr. Alkan, federalizm ile hükümet sistemleri arasında doğrudan ilişki olmadığını belirtti.

Federal sistemin, o devletin varlık nedenlerinden biri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Alkan, şunları kaydetti:

"Tarihsel koşullar onu mecbur kıldığı içindir bu. Almanya, Hindistan Amerika, Brezilya bunların hepsi federal. Ama Almanya ve Hindistan parlamenter, Brezilya ve Amerika başkanlık. Güney Kore ve Şili başkanlık ama üniter devletler. Bizde üniter yapı anayasal sistemde değişmez bir ilke. Milli Misak'ta üniter yapı var. 1876 anayasasında üniter yapı var. Anayasada Türkçe bilmeyeni memur bile yapmıyorlar. Osmanlı federal değil, bir imparatorluk, çok milletli devlet. Ama Almanya, hayatı hep prensliklerle geçmiş, devleti kurguladıkları zaman federal yapı içinde olmuş. Bizde üniterlik nasıl değişmezse, onlarda da federal yapı değişmez. ABD’da zaten 13 tane koloni. İngiltere’ye karşı ayrı devlet mi kuralım demişler, anlaşıp federasyon kurmuşlar. Ayrıca kimsenin federalizm talebi de yok zaten. Etnik temel üzerinde ayrım hiçbir zaman olmuş değil, yapay bir tartışmadır, yani başkanlık sistemine geçilmesiyle Türkiye’nin bölüneceği savı sakattır.”

“Yüzde 10 barajıyla yürütemezsin”

Anayasa uzmanı Prof. Dr. Ersan Şen ise başkanlık sistemindeki en büyük arızanın yasamanın, yani parlamentonun bağımsızlığının nasıl sağlanacağı sorunu olduğunu belirtti.

Şen, “Bugün yürütmenin etkisinde kalan parlamento, yarın başkanın kontrolüne geçecek mi, geçmeyecek mi? Ayrıca başkanın kararname çıkarma yetkisi, kanunları veto yetkisi, karşılıklı Mecliste birbirini feshetme yetkisi bunlara bakmak lazım. Denetimi, yargıyı doğru dürüst kurabiliyorsanız, yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını kurabiliyorsanız, başkanlık sistemi diktatörlük değil. Federatif yapıya geçilmeyecek, bunların güvencesi verilecek ve parlamentonun bağımsızlığı sağlanacak. Bu koşullarda başkanlık sistemi istikrarı sağlayabilir. Yoksa zaten şu anda Türkiye’de uygulanan sistem parlamenter sistem değil ki.”

Prof. Dr. Şen, Türkiye’nin şu anda yaşadığı sorunları başkanlık sisteminde de yaşayabileceğini, bunun önüne geçmek için tedbir alınması gerektiğini ifade etti.

Yüzde 10 barajıyla parlamenter sistemin devam ettirilemeyeceğini vurgulayan Prof. Dr. Şen, şöyle konuştu:

“Ben diyorum ki halkın iradesinin, parlamenterleri doğru yansıtması gerekir. Dar bölge olmadan parlamenter sistemi kuramazsın. Ama yine hangi sistemi kurarsan kur, uygulayan insan, uygulanan yer önemli. Eğer parlamento başkana hakimiyet kurarsa veya başkan parlamentoya hakimiyet kurarsa bu durumda yine sorunlarla karşılaşırsın. Tek adamlık olmayacak şekilde denetim sistemini kuracaksın, bir federatif yapı olmayacak. Parlamentonun bağımsızlığı sağlanacak. Yani parlamenterlerin parmak kaldır hesabı olmayacak. Başkanın kararname yetkisi ne kadar olacak, Meclisi veto ettiğinde kanunları tekrar nasıl geri getirecek ona bakılacak. Bir de karşılıklı fesih yetkisinin olmaması gerekir, halkın seçtiklerini feshetme yetkisinin olmaması gerekir. Bu şekilde dizayn edilirse Başkanlık sistemi, mevcut sistemden daha iyi olur.”

“Yüzde 50 artı 1’i alan hükümet olur”

İstanbul Ticaret Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Stratejik Araştırmalar Direktörü Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın ise Türkiye uluslararası hedeflerine ulaşmak istiyorsa başkanlık sisteminden başka bir tercihinin olamayacağını savundu.

Türkiye’ye karşı yapılan bütün operasyonların bir hükümet sorunu yaşamasını sağlamaya yönelik olduğunu ileri süren Yalçın, “Erdoğan sayesinde biz bunu yaşamıyoruz. Erdoğan’ı resimden alırsanız bu kaçınılmaz olur. Birileri tuhaf şekilde başkanlık sistemini otoriterlikle, bilmem neyle özdeşleştirmeye çalışıyor. Bu doğru değil. En iyisinden, en kötüsüne başkanlık sisteminin hükümet sorunu yoktur. Yüzde 50 artı 1’i alan hükümet olur. Türkiye’de sorun hükümet istikrarsızlığıdır. 90’lı yıllarda parlamenter sistemin en fazla oy dağılımının olduğu dönemler, Türkiye’nin en çalkantılı dönemleridir. 1960’lı, 70’li yıllar yine öyle.” diye konuştu.

Yalçın, Türkiye’nin, Bulgaristan gibi Avrupa Birliği çeperinde bir devlet olmakla, kendi kaderini eline almış bir oyuncu olmak arasında tercih yapıyorsa, siyasal sistemini, anayasasını da ona göre ayarlaması gerektiğini ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı:

“İtalya’ya bakın yürümüyor, devlet diye bir şey yok. Avrupa’nın korunaklı bölgesinde, kenarında Suriye, Irak yok. Parlamenter rejim devam ediyor belki ama hükümet krizlerinden krizlere sürükleniyorlar. Çeşitli önlemler almaya başladılar. Fransa’da yarı başkanlık sistemi var ve iktidar sorunu yok. Ama bizim sistemimiz hükümet sorunu doğuruyor. Şu anda siyasal liderlik, tonlarca şey boca edilmesine rağmen Türkiye’nin ayakta kalmasını sağlıyor. Başkanlık sisteminde Erdoğan olmadığında bile hükümet sorunu olmayacak. Öbür türlü iç çekişmelerden, uluslararası sistemde derlenip toparlanmaya fırsat bulamıyoruz.”

Kaynak: AA