Temsil:
Dar gelirli, muhafazakâr bir ailenin çocuğu... Sobalı evde doğmuş; parasız yatılıda büyümüş; çocukken su, simit satmış; futbol oynamış; babasından “Top peşinde koşma, oku, adam ol” azarı işitmiş. Biyografisinin girişinde, ortalama Türk insanının tüm unsurları var. O yüzden, “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısına haykırarak katılıyor kitleler...

Kasımpaşalılık:
İster “delikanlılık” deyin, ister “lümpenlik”, Erdoğan bu algıyı keyifle sırtladı. Yürüyüşünden, belagatine kadar yansıyan Kasımpaşalılık, sahicilik imajına hizmet etti. Başbakanlık konutu yerine halkın içinde oturan, eve dönerken mahallenin çocuklarına top dağıtan, her fırsatta seçkinlere dokunduran “halk adamı” imajı, tapelere yansıyan servetini başarıyla örttü.

İmam hatiplilik:
Aldığı din eğitimi, mutaassıp tabanıyla ortak dil kurmasını kolaylaştırdığı gibi, İslami referanslardan destek almasını da sağladı. Vaizlere özgü hitabet yeteneği, kürsüde işine yaradı.

Tecrübe:
22 yaşında, partisinin Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanı idi. Aynı yıl İstanbul Gençlik Kolları Başkanı oldu. 40 yıldır siyasetin içinde olması, ona siyaset bilgisi, sezgisi, deneyimi kazandırdı.

Vefakârlık:
Hapisteyken kendisine gönderilen mektupları saklaması, içerdeyken kendisine el uzatanları unutmaması ona prim yazdı. Kendisine bağlı olanları, (“hakaramakara” yapan Egemen Bağış’ı bile) harcamadı. Yandaşı işadamlarını servete boğdu.

Kadınlar:
Eve kapatılmış mütedeyyin kadınları sokağa çıkarmayı ve seçim için seferber etmeyi başardı. O kadınlar da, Başbakan’a hayranlık göstermelerine evde cevaz verilmesinin sevinciyle seferber olup mitinglere koştular.

Otoriterlik:
Gürleyen sesi, dinmeyen öfkesi, yasakçı siyaseti ile toplumsal hafızanın bilinçaltında yatan “kudretli hükümdar” tutkusunu, “Bize eli sopalı lider lazım” algısını kaşıdı. Suç işleyen hiçbir polisi cezalandırmayarak onları daha fazla şiddete teşvik etti. Yerel seçim olmasına rağmen adaylar yerine kendisini merkeze koyan taktiği sonuç verdi.

Kontrol:
TV’deki altyazılardan gazete manşetlerine, resmi ihalelerden kupon arsalara kadar her ayrıntıyla bizzat ilgilendiğini ve yakinen takip ettiğini tapelerden öğrendik. Gayretkeşlik değildi; otoriter bir liderin, iktidarda en ufak sızıntı deliği bırakmama azmiydi. Muhaliflerini, polisiyle, yargısıyla, medyasıyla, Maliye’siyle, muhasaraya aldı; kimini caydırdı.

Efelenme:
Davos şovundan beri, dünyaya posta koymanın iç politikadaki kıymetini anladı. Batı karşısında yıllardır ezik halkın bastırılmış öfkesini, “Eyy Batı”, “Eyy Twitter” hitaplı meydan okumalarla oya tahvil etti. Zaman zaman en ağır teslimiyetleri, bu efelenmelerin gürültüsüyle bastırabildi.

Mağduriyet:
Kendisini iktidara taşıyan mağduriyet görüntüsünden, en kudretli anında bile vazgeçmedi. Devletle derdi olan insanlara, aslında devlet kendisi olduğu halde, değilmiş gibi devleti şikâyet etti. Kendisi yasaklar koyarken, kendisine konulan yasaklardan yakındı. İktidardayken muhalif bir görüntü verebildi.

Hırs:
Seçim öncesi sesi kısıldığında, gülen muhaliflerine ve “İptal edelim” diyen danışmanlarına kulak asmadı ve o halde miting yaptı. Dezavantajını avantaja dönüştürüp “Çilekeş lider” duygusu yarattı.

İnat:
Yanlış kararda ölümüne ısrar, Gezi’de neredeyse iktidarına mal olacaktı. En ufak mağlubiyete razı olmaması, yakınında itidal telkin eden seslere kulak asmaması, hep bildiğini okuması, her zaman üste çıkması, asla geri adım atmaması onu tamamen yalnızlaştırdı. Ama bu sayede iktidarını mutlaklaştırdı.

Paranoya:
Dünyaya hükmetmiş diktatörlerin en popüler politikası olan “Bayrak yere düşüyor” paranoyasını hem reklam filminde hem kürsüde iyi kullandı. “Lobiler”, “vampirler”, “haşhaşiler” gibi sanal düşmanlar yaratarak korkuyu büyüttü, tabanını kanatları altında topladı. Bu sayede yolsuzlukların üstünü örtebildi.

Gözyaşı:
Kürsüde şiir okuması, arada duygusal çıkışlar yapması, her konuşmasının sonunda aynı şarkı sözünü tekrarlatarak mitingleri ortak itikat ayinine çevirmesi, annesinin mezarında döktüğü gözyaşını bile reklam kampanyasında kullanması, propaganda tekniğinin eşsiz örnekleriydi.

Pragmatizm:
İlkeli görüntüsünün ardında müthiş kıvrak bir politika izledi. “Ben olsam asardım” dediği Öcalan’la pazarlığa oturduğunu ustalıkla sakladı. Nefret kampanyası yürüttüğü Cemaat’le yıllardır kol kola olduğunu unutturdu. Yolsuzluğu kendi sesiyle belgelendiğinde bile “Kefenin cebi yok” konuşması yapıyor ve kitleleri inandırıyordu.

***

Daha saymalı mı?  

Can Dündar/ Cumhuriyet