NURCAN GÖKDEMİR[email protected]

Türkiye’de önemli bir kitlenin 7 Haziran seçim sonuçlarını “demokrasinin zaferi” olarak tanımlamasından kısa bir süre sonrasında Türkiye tarihinin en önemli siyasal krizlerinden biri ile karşı karşıya kaldı. Siyasal krizi derinleştiren diğer faktör de çatışmalı döneme girilmesi oldu. Türkiye tam anlamı ile kaos ve şiddetin hakim olduğu bir ortama sürüklendi. Çatışmanın dozajı ile birlikte giderek artan sayıda polis ve asker cenazelerinin gelmesi Kürtlerden “hesap sormak” için sokaklara dökülen bir başka kitleyi ortaya çıkardı. Bu kitle ülkenin Batısında yaşayan Kürtlere, onların iş yerlerine, tarım işçilerine, doğu illerine yolcu taşıyan otobüslere, parti binalarına saldırıldı. Son haftalardaki saldırı ve linç girişimleri “sıradan faşizm”, “kitle faşizmi” gibi kavramlarla açıklanmaya çalışıldı. Gerçekte ne yaşadık? Yaşananlar kısa ve orta vadede ne tür hasarlar bıraktı? Bir arada yaşama zemini kayboldu mu? Bu soruları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Serpil Sancar’a sorduk.

7 Haziran seçimleri sonrası yaşanan çatışma ortamı hepimizi derinden endişelendirdi. Sanırım endişenin büyük bir korkuya yol açması Dağlıca ve sonrasına denk geliyor. Türkiye neler yaşıyor? Hesap sormak için sokaklarda terör yaratan bu aktörler kim?

Lümpen dediklerimiz sokaklarda. Polisin göz yumduğu birtakım örgütlenmeler tarafından organize edilen linç grupları, çeteler diyebiliriz. Türkiye’nin her yerinde saldırılar oldu, 400’den fazla olay meydana geldi. Geçici tarım işçilerinden, Kürt esnafa, dükkanlardan, parti binalarına birçok saldırı oldu. İnsanların arasında, Türkiye’nin her yerinde Türk-Kürt tartışması var. “Kürtler Türkiye’den ne istiyor, daha ne istiyorlar” diye soranlar çoğaldı.

Sorun tartışma değil, sorun döverek, öldürerek, linç ederek Kürtlerin yok edilebileceğini dair bir kitlenin yönlendirilebilirliği. PKK askere saldırıyorsa, Batı’da da Kürt vatandaşlara saldırılarak misilleme yapılması. Bunun kökeninde şiddet kültürü, kamplaşma ve düşmanlığa kışkırtma var.

Diğer taraftan da bu şiddet ortamında insanlar birbirleriyle kaynaşmak gerektiğini düşünüyor. Kürt-Türk dostluğu gereksiniminin eskisinden daha fazla olduğunu düşünüyorum. Ama bir taraftan da kışkırtılmış kitleler var.

Yıllarca yan yana yaşayan insanlar bugün düşman mı?

Yan yana oturanlar, aynı mahallelerde oturanlar bunu yapmıyor. Ben buna çok inanmıyorum. Bu çok istisnai bir durum. Linççiler o mahallenin delikanlıları değil, mahallenin delikanlılarını yönlendiren başka gruplar. Siyasal, organize bir iş bu yaşananlar.

Bu yaşananlar nasıl evrilir, en kötüsünü düşündüğümüzde neler olabilir?

İç savaş tehlikesi var, iç savaşın ucundayız. İç savaş başka bir savaşın uzantısı olarak örgütleniyor. PKK devlete karşı başkaldırıyor. Devletin silahlı güçlerini pusuya düşürüp öldürüyor. Buna misilleme olarak birileri de başka bir örgütlenme ile sokakta, kolaylıkla harekete geçirilebilecek genç erkek nüfusu harekete geçiriyor. Esas problemin orada olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de yaklaşık 16-17 milyon arası ortaokul, lise mezunu, 25 yaş altı, mesleksiz, işsiz, bekar, her sorunu güçle çözebileceğini düşünen bir erkek nüfus var.

Aynı kitle başka şeyler için de mobilize edilebilir. Faşizmin kitle tabanı bu. Lümpen dediğimiz, işsiz, güçsüz mesleksiz, güvencesiz kitle. Bu bilinçli bir organizasyon ile oluyor tabii. Gerçi kendiliğinden olmasından daha iyi. Bunu örgütleyenler vazgeçebilir. Tabi o zaman her eskiye, şiddetsizlik durumuna dönmez o da ayrı.şey ama kendiliğinden olursa zaten kontrol dışı demektir.

"SORUN CEZASIZLIK"

Bu grupları cesaretlendiren faktörler nedir?

Devletin buradaki esas sorumluğu bu kitlenin cezasız kalması. Birtakım kesimler bunu örgütlüyor. Bolu’da olduğu gibi kamu görevlileri saldırganları önlemiyor, sakinleştirmeye çalışıyor. Temel hak ve özgürlüklere tehdit var. İnsan hayatı söz konusu, birilerini öldürmeye çalışıyorlar. Bir tarafta ifade özgürlüğünü kullanmak için yürüyüş yapanları biber gazına boğuyorsunuz, başka insanları lince kalkışanlara vali “evinize dönün’’ diyerek sakinleştirmeye çalışıyor.
Cezasız kalacağını düşünürse kolaylıkla şiddete başvuruyor. Kadına şiddette de aynı şey var. Kadını öldüren erkek ciddi bir ceza almayacağına inanıyor. Bir tür sindirme gücü.

İki gruptaki şiddet uygulayıcıları birbiriyle benzeşiyor. Biri namusunu temizlediği için diğeri de devleti, bayrağını koruduğu için takdir edileceğine inanıyor.
Otoriter rejimlerin davranış şekli bu. Devletin otoriterliğinin, erkekliğin yansıması. Sosyal sorumluluk ve yasaların denetiminden azade bir erkek nüfus oraya, buraya saldırıyor. Bu faşizmin eril tabanı, faşizmin erkekçe hali, çok tehlikeli. Sokak gücü, Hitler zamanındaki SS’ler gibi. Her otoriter rejimde bu var. İran’daki başı açık kadınları döven ahlak polisleri gibi. Polis göz yumuyor, yargı cezalandırmıyor. Sokaktaki erkek yarın askere gideceğini ve ölme riski olduğunu, bedelli asker olamayacağını, bu parayı ödeyemeyeceğini biliyor. Zaten şiddet karşıtı bir kültürü yok, vicdani retçiliği duymamış, böyle bir eğitimden geçmemiş. Yapacağı tek şey düşman bellemek ve düşman gördüğünü bertaraf etmek. Mağdurların bir tarafı, aslında hem mağdur hem fail. “Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez” sloganını atarken şehitliğe aday olanın kendisi olduğunu biliyor. Doğu’ya, Güneydoğu’ya asker olarak o gidecek, o çatışmaya girecek ve o ölecek. Bir taraftan bundan korkuyor da…

Çözümü nerede görüyorsunuz?
Bir başka siyaset tarafından yeniden kuşatılıp yeni bir şekilde inşa edilmedikçe bu genç nüfus, bu böyle devam edecek. Bunu ne seçim çözer, ne başka bir şey çözer. Türkiye’nin ne gelişmişlik düzeyi ne heterojen nüfus yapısı bunu kaldırır. Böyle giderse iki seneye kalmadan herkes birbirini boğazlar. Olmadı kendini öldürür. İçeri doğru çöküş diye bir şey vardır. Toplumsal cinnet noktasına doğru gidiliyor.

"ŞİDDET SIRADAN GELİYOR"

Son yılların yarattığı bu genç nüfusun toplumun daha da olumsuza doğru dönüşmesine nasıl etkisi olacak?
Daha bilmiyoruz. Bunların anne babaları köyde büyümüş, göçle kentlere yayılmış, birinci ya da ikinci kuşak gençler. Kentin modern olanaklarından yeterince yararlanamamış, en fazla ortaokul, lise okumuş, önünde üniversite öğrenciliği hayali yok. Bütün anlatıları, aile ilişkileri, tüm yaşamları şiddet üzerinden. Aşkı bile “Kızla çıkıyorduk, bana yamuk yaptı, çaktım” diye anlatıyor. “Çaktım, vurdum, bıçak çektim” lafları sıradan konuşma içeriği. Şiddet o kadar sıradan ki hayatlarında, inanılmaz.

Otoriter, faşist rejimlerin kitle tabanı bu grup insan. Gelir bunun üzerine sivil ama despotik denetim mekanizmalarını inşa edebilirler. Biz bu kitleyi şiddetten vazgeçirmedikçe, mesleklendirip, insanileştirmedikçe, hukuk içine çekmedikçe bu böyle sürer.

Bunları da hayatlarında haksızlığa karşı koruyan hiç kimse olmamış. Polis ya da ailesi haksızlıktan korumamış, çoğu babalarından dayak yemiş. Hayatlarında adalet, misilleme ile karşı güçle, karşı şiddetle sağlanıyor, düşmanı korkutup uzaklaştırırsın. Polise anlatmazsın, gelip polis çözmez, kendin çözersin. Bu, Türkiye’nin görmek istemediği alt kesimi, öteki kesimi.

Tek tek hayat hikâyelerine baktığınızda kaybedecek bir şeyleri olmadığını görüyorsunuz. Geleceği yok. Üniversite okuyamamış, ailesinin geliri yok, yeterince becerisi, aklı yok, çalışma niyeti yok, kendini zora sokmuyor. Yoksulluk travması yaşıyor. Ya tetikçi olacak ya bir yere kapılanacak. O kadar çok böyle genç var ki.

Sokaklarda sözünü ettiğiniz lümpen kesimin ortaya koyduğu şiddette ekonomik güçlükler belirleyici faktörlerden birisi diyebiliriz değil mi?

Türkiye’nin batısındaki yoksul sınıfa baktığımızda göçü görüyoruz. Geliyor bir yere takılıyor, orada tutunmak için yeterli kaynağı yok. Onun alternatifi ondan sonra gelen Kürtler. Kürtlerin dayanışmaları güçlü, daha fazla çalışmayı, daha az gelirle yaşamayı beceriyor. Küçücük bir pasta var.

Bu gerginlik nasıl sona erecek, bu kan ne zamana kadar dökülecek?
Değerler savaşını siyaset yoğurur, bundan nemalanmaya çalışır. Kamu sorumluluğu düzgün örgütlenebilirse sıradan insanların adil, eşit yaşaması o kadar kolaylaşır. Kendi aralarındaki sivil çatışmalar o kadar kolay çözülür. Çatışmanın esas nedeni kamunun adalet dağıtamaması, eşitsiz davranmasıdır. O vatandaş ayrı, bu vatandaş ayrı. Türkiye’de Kürt olduğunuzda başınıza gelen insan hakları ihlalleri konusunda bıyık altından hoş görülen bir şeydir. “Onlar hak ediyor’’ deyip hoş görürseniz onlar da sokağa çıkar. Onun da karşısına başkası çıkar. Hukuk değil, intikam hakim olur. Bu tutumdan vazgeçilene kadar bu kan dökülecek.

Kaynak: Birgun.net