Ben, Vahap Coşkun hocamızın 3 Temmuz’da kaleme aldığı “Bir gün herkes terörist olabilir” (Radikal İki) başlıklı kavurucu yazısında sizlere “müjdelediği” “Terörle Mücadele Kanu’nunun (TMK) mağdurlarından” biriyim. Ayrıca akademi camiasının büründüğü sinikleşmiş memur tavrına karşı, kendi özgürlüğümün her zaman için farklı düşünenin özgürlüğünü savunmaktan geçtiğinin farkında olan bir üniversite personeliyim. Bunun da yanı sıra bu ülkedeki meselelerin başında gelen türban, Kürt sorunu, cezaevlerindeki hak ihlallerine karşı demokratik ve vicdani tepkisini her defasında ortaya koyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Sırf bu yüzden de olsa birçok kereler fiziki şiddete maruz kalarak uzun süre sakat bırakılan ve hakkında çeşitli davalar açılarak yıldırılmaya çalışılan bir mağdurum. Bunca zulmü neden çektiğimi sorarsanız eğer, bunda en büyük payeyi, daha ilk günden elime Edward Said’in ‘Entelektüel’ kitabını tutuşturarak beni “vicdan suçu işlemeye” sevk eden üniversite hocalarımda gördüğümü bilmenizi isterim.
Bu yüzden de, engin sabrınızın affına sığınarak, hakkımda yürütülen bir dava ile ilgili gelişen hukuki süreci sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Bir suçlunun ‘gühahı’
Bilenleriniz vardır Güler Zere’yi. Tutuklu bulunduğu cezaevinde hastalığının geç teşhis edilmesi ve kanser hastalığının “tedavi sırası” ve “mahkum koğuşunda yer bulunmaması” nedeniyle ilerlemesini de. Türkiye halkı, Güler Zere’nin serbest bırakılması için ülkenin çeşitli yerlerinde kamuoyu oluşturmuştu. Bu talepler cumhurbaşkanı, dışişleri bakanı ve meclis başkanı başta olmak üzere çeşitli milletvekilleri tarafından olumlu karşılanarak lehte kanaatlerde bulunmalarına vesile olmuştu. Neticede de Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104/2 maddesi uyarınca kendisine tanınan özel af yetkisini kullanarak Zere’nin serbest bırakılması yönünde büyük bir vicdani adım atmıştı. Böylece Zere, dışarıda “ölme özgürlüğüne” kavuşmuş, akabinde de altı aylık bir süreden sonra yaşamını yitirmişti.
Yukarıda dile getirdiğim tüm bu süreç boyunca herkes gibi ben de, kendimi büyük bir sorumluluk altında hissederek Tunceli/Hozat’taki bir basın açıklamasına katıldım ve Güler Zere’nin serbest bırakılması yönünde kanaatlerimi bildirdim. Cevval polisimizin görev aşkıyla yanıp tutuştuğu bir ülkede yaşıyor olmanın “unutkanlığıyla” olsa gerek ki, dile getirmiş bulunduğum ifadelere yönelik bir fezleke hazırlanıp Hozat Savcılığı’na sunuldu ve savcılık tarafından da hakkımda “suç ve suçluyu övme” mealinde bir iddianame hazırlanarak mahkemeye sunuldu. Nihayetinde de Hozat mahkemesi, bir yıla yakın yargılama sürecinden sonra savcılık iddianamesindeki suçlamayı az bulmuş olmalı ki, adı geçen dosyayı görevsizlik kararı ile TMK kapsamındaki “terör örgütü propagandası” yapmak gibi bir üst suçlama ile Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. İşin tuhaf yanı, bu terör örgütünün hangisi olduğu konusunda ne benim, ne polisin, ne savcılığın ne de mahkemenin bildiği bir şey var. Anlayacağınız, polisin fezlekesi, savcının iddianamesi ve mahkemenin hükmü bunu benden sır gibi sakladı! Şimdilik umudum, daha deneyimli yargıçların görev yaptığı Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekli gördüğü takdirde davayı açarak, bunu tarafıma bildirmesi veyahut lehime yönelik bir görevsizlik kararı vererek bu hukuksuzluk örneğine bir son vermesi. 

Cumhurbaşkanı da söylemişti
Açıkçası ben, bu ülkedeki yürütme erkinin başında bulunan cumhurbaşkanı tarafından affedilmiş bir tutuklunun hangi suçuna ortak olduğumu halen öğrenmiş değilim. Anladığım kadarıyla, anayasanın ilgili maddeleri tarafından suçlu da olsa devlet tarafından korunmaya alınmış ve hakkında lehte karar verilerek salıverilmiş bir hükümlünün haklarını dile getirmek suç olarak değerlendiriliyor. Şayet öyle ise, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve çok sayıdaki CHP milletvekilinin Güler Zere’nin serbest bırakılması için söylediklerini ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Zere’nin bırakılması yönündeki kararını nasıl değerlendirmek lazım? Özellikle de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun kendisini Belçika’da protesto eden gruba yönelik “Güler Zere’ler sizin değil bizim, ölmeyecekler” yönlü ifadeleriyle “Güler Zere bizim çocuğumuz” yönlü açıklamaları dikkate değerdi. Devletin dışişleri bakanının bir suçluya yönelik bu tür ibarelerde bulunması, benim söylediğim “Güler Zere’ye özgürlük ve Güler Zere serbest bırakılsın” yönündeki ifadelerden daha mı masum acaba?
Devlet erkinin başında bulunan yetkili kişilerce Güler Zere hakkında dile getirilenleri okuyup izleyerek takip eden bir vatandaşın, benzer yönde ifadelerde bulunduğunda hakkında dava açılmasınının nasıl bir gerekçesi var anlamış değilim. Bu durum, çifte standarda yönelik bir uygulama ve ayakların baş olamayacağı bir ülkede başlara tanınmış bir ifade özgürlüğü değilse nedir? 

Farklı iki içtihat
Kendi siyasi ideolojisinin meşrebine uygun olarak her defasında büyük bir açıksözlülükle Adnan Menderes’in geleneğinden geldiğini ifade eden bir Başbakanımız var. Başbakan ile bahsettiğimiz kişi aynı Adnan Menderes ise, kendisi döneminin siyasi bir komplosuna kurban giderek Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde yargılanıp idama mahkum edilmiş bir tarihi karakter de. Her ne kadar Güler Zere ile Adnan Menderes ayrı dünya görüşlerine sahip kişiler olsalar da, yasalar önünde ikisi de suçlu olarak değerlendirilip cezalandırıldı. Yargıya göre, Güler Zere’ye tanınan anayasal hakkı dile getirmek suç ise eğer Adnan Menderes’i yad etmenin de aynı suç kapsamında değerlendirilebileceğine dikkatleri çekmek istiyorum. Bu düşünceye göre, bir devlet kurumu olan Adnan Menderes Üniversitesi de, bugüne dek taşımış olduğu bu isminden ötürü suç ve suçluyu övücü bir propaganda faaliyetini sürdürüyor demektir! 

Sonuç olarak
Toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri olarak değil de, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir ederek, hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan “kutsal metin gardiyanları” ile mücadele etmekten çekinmiyorum. Bu yüzden de akademianın işinin, bir devlet kurumu gibi var olan haksızlıkları tahkim etmekten ziyade bunları teşhir edici “krizler yaratarak” daha da yaşanılası günler için sesini yükseltmesi gerektiğini düşünüyorum. 

YALÇIN ÇAKMAK: Arş. Gör., Tunceli Üni.

Radikal.