Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atamasını protesto eden öğrencilerin gözaltılarını takip eden avukatlar tanık oldukları hak ihlallerini anlattı. Levent Pişkin, "AİHS'nin neredeyse tüm maddeleri tek tek ihlal edildi" dedi. Ezgi Önalan: "Gözaltılar arttıkça avukat sayısı da arttı. Bunun kendisinin de bir mesaj olduğunu düşünüyorum" dedi. Özgür Urfa ve Burak Duyar, ev hapsinin de Türkiye'de özgürlük ve hak ihlaline yol açan bir uygulama olduğuna dikkat çekti.

Boğaziçi Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından rektör olarak Melih Bulu’nun atanmasının ardından başlayan protestolarda son 2 haftada 500’den fazla öğrenci gözaltına alındı, 30’dan fazla öğrenciye ‘konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri’ verildi, 11 öğrenci ise tutuklandı. Süreci başından beri takip eden avukatlar Ezgi Önalan, Levent Pişkin, Özgür Urfa ve Burak Duyar ile avukatların kalabalık olmasının sağladığı olanaklar, gözaltı ve tutukluluk sürecinde tanık oldukları hak ihlalleri ile öğrencilere verilen ‘ev hapsi’ tedbiri üzerine konuştuk.

Her biriniz farklı kurumların içerisinde faaliyetlerde bulunan avukatlarsınız. Boğaziçi gözaltılarını da ilk gününden beri adliyelerde takip ettiniz. Avukatlar bu süreçte kendi aralarında nasıl organize oldu?

Ezgi Önalan

Ezgi Önalan: Bu süreç 5 Ocak’ta başlamıştı biliyorsunuz. 5 Ocak’ta zaten haber alan avukatlar olarak oraya toplandık. Gelen avukatlarla bir Whatsapp grubu açtık. “Buradan aktarım alalım, birkaç günlük bir Whatsapp grubu olsun” dedik. Sonra 1 aydır oraya yeni arkadaşlar geldikçe grup da 100 kişiyi aştı neredeyse, epey bir avukat oldu orada. Yeni gözaltılar, yeni ev baskınları olduğunda oradan haberleşerek uygun olan yere uygun olan kişinin geçtiği şekilde bir organizasyona giriştik. Aslında çok doğal gelişen bir süreçti. İhtiyaçtan kaynaklı, herkesin dayanışma içinde hareket ettiği bir şeye evrildi.

‘GÖZALTILAR ARTTIKÇA AVUKAT SAYISI DA ARTTI’

Avukatların bu şekilde kalabalık olmasının pratikte nasıl etkileri oldu?

Ezgi Önalan: Adliyelerde kalabalık olmanın hakim ya da savcı karşısına çıkarılan öğrenciler için olumlu bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. Adliyelere özellikle geç saatlerde çıkarıldılar ve arkadaşları, onlara destek olmak isteyen kişiler içeriye giremediler. Dolayısıyla orada o kadar avukat görmek olumlu bir etki yaratmıştır elbette. Onun da ötesinde, gözaltılar arttıkça avukat sayısı da arttı. Bunun kendisinin de bir mesaj olduğunu, bir şey ifade ettiğini düşünüyorum. Avukatların ayrıca emniyetlerde de sayıca fazla olmasının olumlu etkilerini gördük. Çünkü emniyetten çok fazla hak ihlali tarafımıza ulaşıyordu. Dolayısıyla orada avukatlar olarak kalabalık olmak, çok işi hızlıca bölüşebilme ve raporlayabilme imkanı sağladı.

Levent Pişkin: Avukat sayısının çok olması hem avukatlar arası dayanışmayı güçlendirdi hem de o gençlerin yalnız olmadığı mesajını vermek için önemliydi. Savunmanın pozisyonunun gittikçe güçsüzleştiği bir dönemde o bir aradalık hali hem bizi güçlendiren bir şey hem de yargının diğer erkleri karşısında o gençlerin yalnız olmadığına dair bir mesaj oldu. Aslında gençlerin haklarının çiğnenmesi yakalanma anında başlıyor. Normal şartlarda yakalama anından itibaren müvekkilinizin yanında bulunabilirsiniz. Ama bizim sıklıkla rastladığımız ve sıklıkla kavgasını ettiğimiz şeylerden birisi mesela gözaltı araçlarına alınmamak. Pek çok hak ihlalinin meydana geldiği yer gözaltı aracı. Ters kelepçeden tutun, fiziksel şiddete kadar pek çok şey var. Başarısız olduğumuz noktalardan birisi gözaltı araçlarına girememek. 

‘KALABALIK OLMASAYDIK ADLİYEDEN ATILACAKTIK’

Özgür Urfa

Özgür Urfa: En son Anadolu Adliyesi’nde geçen perşembe, Şilan ve Anıl’ın tutuklandığı akşam, yaklaşık 65 avukat vardı. Tutuklama kararı çıkınca bir alkış, tepki gösterildi. Polisler “Süpürün” diye talimat verdi. Üç milletvekili ve 60 avukat kol kola direndik. O akşam orada kalabalık olmasaydık, 20 kişi olsaydık bizi adliye binasından dışarıya atacaklardı. Daha tutanakları alamamıştık, imzalayamamıştık, müvekkillerle görüşememiştik. Çok somut bir örnek, bizi dışarı atamadılar ve müvekkillerimize ulaştık. İhtiyaçlarını giderdik.

Burak Duyar: Tutuklamaya sevk edilen beş kişinin olduğu günde de öyleydi. Duruşmalara polisin girdiğini gördük. Polislerin salondan çıkarılmasını talep ettik ama hakim yargılamaya devam edeceğini söyledi. Avukatlar da “Polisler çıkmazsa biz sorguya girmeyeceğiz” dedi ve sonuçta polisler dışarı çıktı. Savunmaya katılmayan ama orada bulunan arkadaşlar kuru kalabalık değil asla.

‘AİHS’NİN NEREDEYSE TÜM MADDELERİ TEK TEK İHLAL EDİLDİ’

Sizlerin gözaltı ve tutukluluk sürecinde tanık olduğunuz hak ihlalleri nelerdi?

Ezgi Önalan: Mesela Selahattin ile Doğu’nun tutuklandığı zaman, bütün evrelerde ‘Dini değerleri aşağılama’ suçundan işlem yapıp son dakika sevk ederken ‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçuna çevirdiler. Gözaltılarda ters kelepçe her aşamada uygulandı. Bulguları rapora yazmayan doktorlarla karşılaştılar. Zaten LGBTİ+’lara tacizleri, hastanelerdeki tehditleri biliyoruz. Ev baskınlarına kamerayla gidip basına servis etmeler var.

Levent Pişkin

Levent Pişkin: Aslında baştan itibaren her şey çok hukuksuz. Ne yakalama tutanağı var doğru düzgün gördüğümüz, ne hukuka uygun olarak alınmış bir gözaltı kararı var, ne uzatma kararları bize tebliğ edildi… Yakalamadan gözaltına ve adliyeye sevke dair, hatta savcılığın mahkemeye sevk yazılarına kadar hiçbirisi bize tebliğ edilmedi. Biz savcılığın sevk yazılarını polisten öğrendik mesela. Bunların dışında teknik el koyma kararı olmadan zorla telefonlarını ve şifrelerini almak istediklerini biliyoruz. Gözaltındayken kadınlara temiz ped almadılar içeriye. Taciz ya da kötü muamele meselesi için de LGBT+’lara yönelik özel bir muameleleri var. Tek başına tutulanlar var, 3 günlük gözaltı sürecinde neredeyse tecrit koşullarında kalan vardı. Aileleri aramaya başladılar birkaç gündür. Özel hayata doğrudan müdahale var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin neredeyse tüm maddeleri tek tek ihlal edildi.

‘TUVALET KAĞIDI VERMEK İSTEDİK, ‘TUVALET TIKANIYOR’ DİYE ALMADILAR’

Burak Duyar

Burak Duyar: Şöyle şeylerle karşılaştık, içeriye tuvalet kağıdı sokmadılar. Üç gündür orada olan 23 kişilik ekip için içeriye tuvalet kağıdı vermek istedik, “Tuvaletler tıkanıyor” diye almadılar. Kapalı olan hiçbir şeyi almadıkları için şeker bile veremedik, küp şeker verebiliyorduk sadece. Kadın koğuşunda maskeleri değiştirilmemişti, 24 saattir orada duran insanların maskesini gece 1’de değiştirdik. Şilan mesela vegandı, ekmek arası salatalık domates götürdük ama alınmadı içeriye. Şilan’ı aç gönderdiler cezaevine. Öyle bir süreç ki, hukuka uygun ne var diye saysak daha az şey sayarız.

‘DERS NOTLARINI GÖTÜRDÜM, ALMADILAR’

Özgür Urfa: Cuma gününden beri her gün, en az bir avukat hem Maltepe’deki hem Bakırköy Kadın Cezaevi’ndeki arkadaşları ziyaret ediyor. Bakırköy Cezaevi’nde korona virüsü önlemleri nedeniyle Şilan ve Beyza ayrı ayrı kalıyorlar. Kitap alamıyorlardı kaç gündür, yeni almaya başladılar. Ödevleri var, yaptırmamak için bin dereden su getiriyorlar. Beyza’ya ders notları götürdüm almadılar. Sınavı olduğuna dair üniversiteden kaşeli imzalı yazı istediler. Üniversiteyle irtibat kurduk, bölüm başkanı, dekan, rektör, her biriyle ayrı görüşmek suretiyle bir yazı hazırlandı. Pazartesi ödevlerinin son günü ve hala notlarını veremedim. Üniversiteden bir üst yazı ve yazıyı okuldan bir akademisyenin getirip vermesi zorunluluğu dayattılar. Ben yazıyı bir akademisyenle birlikte alıp götüreceğim. Anca o şekilde ödev yapmasına izin veriyorlar.

‘İTİRAZIMIZIN SONUÇLANMASINI BEKLEMEDEN ELEKTRONİK KELEPÇE TAKTILAR’

30’dan fazla kişiye konutu terk etmeme ya da daha çok kullanılan hali ile ‘ev hapsi’ tedbiri verildi. Daha önce bu kadar sık rastladığımız bir uygulama değil. Hem bu tedbirin mantığını hem de nasıl uygulandığını anlatabilir misiniz?

Düğün çarşısı, Kayseri’de çiftlerin uğrak yeri haline gelecek Düğün çarşısı, Kayseri’de çiftlerin uğrak yeri haline gelecek

Özgür Urfa: Bizim dörtten fazla müvekkilimize konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri verildi. Örneğin Anadolu Yakası’nda oturan iki kadın arkadaşımıza 24 saat içinde, itirazımızın sonuçlanmasını beklemeden taktılar elektronik kelepçeyi. Avrupa Yakası’na oturan iki arkadaşımızdan birisine daha yeni, dün gece 12’de gidip elektronik kelepçe taktılar. Şu anda ev hapsi nedeniyle işine, okula gitmesi gereken gidemiyor. Hastaneye izinle gidiliyor, rapor alması, raporunu teslim etmesi gerekiyor. Sanki bir rahatlık gibi gösteriliyor ev hapsi ama ciddi sıkıntılı, özgürlük ve hak ihlaline yol açan bir uygulama. Evin içinde bile 18 metreden daha fazla uzaklaşmama zorunluluğu var.

‘UYGULAMA, ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ İLE CİDDİ ŞEKİLDE ÇELİŞİYOR’

Levent Pişkin: Savcılar çok fazla kişiyi tutuklama istemiyle sevk ettiği için hakimler bunun daha hafif bir tedbir olduğunu düşünüp böyle karar veriyorlar. Bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararı var, en az hapis cezası kadar ciddi bir tedbir olduğunu, karar verirken buna uygun olarak verilmesi gerektiğini belirtiyor. Orantılılık ve ölçülülük meseleleri var tabii ki. Siz 2911’den (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu) suçladığınız insanları ev hapsine mahkum ederek ölçülülük ilkesini zedelemiş oluyorsunuz. Bu insanlar belki de buradan beraat edecekler. Valiliğin aldığı yasaklama kararı hukuka uygun kararlar değil. Dolayısıyla bir gösteri yürüyüşünü ya da basın açıklamasını hukuka aykırı hale getirmeye yeterli kararlar da değil. Velev ki öyle oldu, ev hapsi yine de ölçülülük ilkesiyle ciddi şekilde çelişiyor. Bir diğer konu da şu; ikametgâh adresin neresiyse orada kalman gerekiyormuş gibi uygulanıyor. Örneğin LGBTİ+ arkadaşlar açısından, aileleriyle kalmayan, ailelerine açık dahi olmayan, belki evde şiddet görecek insanlar o adreslerde kalmak zorunda bırakılıyor. Ne kadar süreceği ile ilgili hiçbir fikrimiz yok çünkü bu adli kontrol. En iyi ihtimalle ilk duruşmaya kadar sürecek gibi duruyor.

‘HEM PARMAKLA GÖSTERİP HEM BELLİ BİR ADRESTE TUTUYORLAR’

Ezgi Önalan: Tutuklamada aslında bir ceza infaz kurumu içerisinde bulunuyorsunuz ve bütün hayatınız devletin sorumluluğunda oluyor. Ama evinde kalan öğrencinin hayatının güvencesini devlet sağlayamıyor. Ev içinde bir kaza yaşadığı zaman bunun sorumluluğunu devlet üstlenmeyecek. Öte yandan bu öğrencilerin hepsi, şu terör örgütüyle, bu terör örgütüyle irtibatlı oldukları öne sürülerek hedef gösterildiler. Etraflarında hiçbir güvenlikleri yokken o evi terk edememeleri söz konusu. Bu kimsenin aslında üstlenemeyeceği bir sorumluluk. Hem parmakla gösterip hem de belli bir adreste tutmuş oluyorlar. Bu aynı zamanda kişinin güvenlik hakkının da ihlalidir.

‘KEŞKE TUTUKLAMAYA SEVK EDİLSEYDİK, EN AZINDAN HAKİM GÖRÜRDÜK’

Burak Duyar: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu konuda tedbirin yoğunluğu ve derecesini gözetiyor. Mesela Guzzardi/İtalya kararı var. Bir adaya hapsediyorlar mafya üyesi olduğundan şüphelenilen bir grubu. O adada dolaşabiliyorlar, günde 2 kere isimlerini ve numaralarını söyleyebilerek telefon edebiliyor, ailesini yanına çağırabiliyor ama AİHM, buna yine de ihlal kararı veriyor. Kişi özgürlüğü ve güvenliğini değerlendirirken bu tedbirin yoğunluğuna, derecesine, uygulanma tarzına, süresine bakıyorlar. Bu açıdan ev hapsinin Türkiye’deki uygulama tarzı aslında doğrudan AİHS’nin ihlali. Bir şey daha var; tutuklama değerlendirmeleri duruşmalı olarak yapılır. Ancak 23 kişinin olduğu ekipte, tutuklamayla değil de adli kontrolle sevk edilenler için kararlar, duruşma açılmaksızın dosya üzerinden verildi. Bu da savunma hakkını ihlal etti. Kişinin kendisini ifade dahi edemeden, hakim önüne çıkmadan doğrudan kendini ev hapsinde bulmasına neden oldu. İnsanların, “Keşke tutuklamaya sevk edilseydik, en azından hakim görürdük” gibi tepkileri oldu.

https://www.gazeteduvar.com.tr/