Radikal'den Ezgi Başaran'ın yazıcı şöyle;

Hukuk sistemimiz toplumun bir kısmını Cumhuriyet’e düşman olarak görme alışkanlığına mı sahip?
Evet. Hem toplumun bir kısmını düşman gören hukuk normları var hem de bu zihniyete sahip hâkim, savcı ve avukatlar var. Geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre yargıçların azımsanmayacak bir kesimi “Devletin menfaatlarının tehlikede olduğunu düşünürseniz devleti mi korursunuz, hukuktan yana mı tavır alırsınız” sorusuna “Devleti korurum” yanıtını verdi. 

Türk hâkimi tarifi yapar mısınız?
1925’te Ankara Hukuk Fakültesi açılışında Mustafa Kemal yeni bir devlet kurulurken hukuk sistemi nasıl olacak, anlatıyor. Hukukçulara da “Sizler Cumhuriyet’in muhafızısınız” diyor. O dönem için bu tanımın haklı yanları olabilir ama bu söz hukuk fakültelerinde okuyanların kafasına şöyle kazındı: Sistemin, ulus devletin teminatlarından biriyiz. Anadolu’da herhangi bir yerde göreceğiniz yargıçlar öncelikle kendisini laik sistemin koruyucusu olarak görür ve karşısındakine farklı gözle bakar. Çünkü Cumhuriyet ideolojisi aynı zamanda bir elit ideolojisidir. Mantık çok açık: Çöken imparatorluğun. beyni hurafelerle dolu tabanına karşı yeni bir kadro vardır. O kadro devlet kurmaktadır ve kendisini elit bir zümre olarak görür. 

HSYK’daki değişiklikler ve benzer yargı reformlarıyla hedef bu elit zihniyeti dönüştürmek mi?
AKP bu elit kadroya hesap soran bir zihniyete sahip. Siz bugüne kadar topluma yukarıdan bakıyordunuz, artık yeter diyorlar. Böyle bakınca haklılar. Ama bu hesaplaşmadan sonra ne olacağı, neye dönüşeceği meçhul. Elit kadrolar gidince yerine adil yargılamaya saygı gösteren yargıçlar mı gelecek? Evet yanıtı zor. Hatta kötü emareler var. 

Ne gibi?
Özel ceza yargılamasının hak ve özgürlüklere bakışı tüyler ürpertici. Elit zihniyete hesap soran bir iktidar hak ve özgürlükleri özümsemeli ki biz ona inanalım. Yoksa biz onun o elit makama talip olduğunu düşünürüz. Yani o makama geçip bizi azarlayacak insanın sadece tipi değişmiş olur. Ama biz vatandaşlar olarak bizi azarlayacak başka tür bir elit kadro istemiyoruz. Şiirden yargılandım diyen Başbakan’ın ülkesinde yazarlar mahkemelerde. Kitap yazan gazeteciler terörist muamelesi görüyor. 

İfade özgürlüğüne saygısızlık bu iktidardan önce de yok muydu? Ceza yasalarımızın ruhu böyle değil mi zaten?
Haklısınız, yeni değil, yasalar buna imkân veriyor. Ama AKP bu zihniyetle savaşacağım diye geldi. Bize de öyle umut verdi. Evet, ezelden gelen hatalar var, ama zaten biz de onlarla hep mücadele ediyoruz. Şimdi susalım mı? 

Tabii ki yargı bağımsız değil
Gazetecilere hapisle, yazarların söyledikleri sözler nedeniyle yargılanmasıyla ilgili eleştirilere AKP ‘Bizim ne suçumuz var?’ diyor.
Türkiye’de yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı. Yasaların ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir ruhu var, ama bu ruhun tutuklanmalara vardırılması ayrı bir şey. Yargıç, savcı keyfi düşünmesi için değil, tarafsız olabilmesi için bağımsızdır. Ama mümkün olmuyor. Bir kere hâkim ve savcılar kendilerini her zaman Adalet Bakanlığı’nın memuru olarak görür. Kendisini nezaret altında tutan bir bakanlığın emrinde çalışarak bağımsız olunamaz. Diyelim ki izne çıkacak, izin dilekçesini Adalet Bakanlığı personel dairesine verir. Bağımsız yargıç dediğiniz kişi bakanlıktaki bürokratların karşısında önünü ilikleyerek durur. Sonra da gidip bağımsız kararlar verecek! 

HSYK’yla ilgili yeni düzenleme bu durumu nasıl etkiledi?
Düzenleme iyi de uygulama kötü. Elbette HSYK’nın içindeki kast sistemi değişmeliydi ama şimdi oraya Adalet Bakanlığı’ndaki bürokratların seçtirilmesi anlaşılır gibi değildi. HSYK çoksesli olmalı diye bu düzenlemeyi destekledik ama uygulaması çoksesli olmadı. Kendimiz gibi düşünen insanlardan mürekkep bir HSYK tahayyülüyle nasıl yargı reformu yapılır, bilemiyorum. 

Kitapta DGM’lerin yerine kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin hepimizin geleceğini tehdit ettiğini söylüyorsunuz. Niçin?
Savunmanın ve sanık haklarının ne olduğuyla ilgili yasalar eksik olsa da net tanımlamalar içerir. Uymak zorunda olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları var zaten. Dolayısıyla her savcı tüm bunları hesaba katarak bir adil yargılama yöntemi benimsemeli. Ama böyle bir yöntem yok. Özel yetkili mahkemelerde ise durum daha vahim. Gözaltı süreleri daha uzun. Mekanizmada savunma neredeyse hiç yok. İtiraz hakları da çok sınırlı. 

DGM’den daha mı kötü?
Benzer hükümler daha da ağırlaştırılmış vaziyette. Biz demokrat hukukçular olarak yıllarca DGM’lere karşı çıktık. Böylelikle kaldırıldı ama bir şark kurnazlığı yapılarak DGM hükümleri ceza muhakemesinin içine kondu. Özel ceza yargılamasında insan hak ve özgürlükleri ciddi biçimde tehlikede. Bakın, Ceza Kanunumuzun 26. maddesinde artık hak kullanana ceza verilmez diye bir hüküm var. Örneğin bir makale yazıyorum ve ifade özgürlüğünden kaynaklanan hakkımı kullanıyorum. Savcı ve hâkimler istisnai durumları aşırı ihtimamla değerlendirmeli. Karşılarında önce insan, sonra vatandaş olduğunu unutmamalı. Bu vatandaşımın ifade, örgütlenme özgürlüğü var diye düşündükten sonra ona sanık olarak bakmalıyım. Ama mahkemeler karşısındakini önce suçlu olarak görüyor. Özel yetkili mahkemeler ise düşman. 

Daha da kötü yani…
Korkunç bir şey. Mesela ABD Guantanamo üssündeki tutuklular için ‘unperson’ terimini kullanıyor. İnsan değil yani. Çünkü insan olarak görse demokratik haklar vermek zorunda kalacak. Terörle mücadele yasalarıyla o noktaya doğru gidiyoruz. 

Askerin adil yargı isteği ironik
Hukuk meseleleri niçin bu kadar gündemde? Ergenekon davası mı ilgimizi o yöne çekti?
Hangi vesileyle olursa olsun, bir toplumun hukuk konularını konuşur hale gelmesi demokratikleşme açısından önemli bir adım. Hukuk, hukuk teknisyenlerine bırakılmayacak kadar hayati bir meseledir. Bunları konuşuyor olmamızın en önemli sebebi, Ergenekon davası sebebiyle elit olduğunu düşünen, topluma talimat verme yetkisi gören kadronun içinde yer alan unsurlar yargılanıyor ilk kez. Ve orada müthiş bir ironiyle karşı karşıyayız. 

Nedir o?
Özel yetkili mahkemelerin kurulma, terörle mücadele kanunlarıyla ilgili komisyonlarında mutlaka Genelkurmay temsilcisi vardır ve hak ve özgürlükler aleyhine en sert maddeleri önermişlerdir. Şu anda bunların handikaplarını bizzat tecrübe ediyorlar. İlk defa bu ülkede tutuklama nedir, sorgulama nasıl yapılır, iddianame nasıl hazırlanır görüyorlar. İlk defa çıksın çıksın diye uğraştıkları ceza normlarının kendilerine uygulanmasını yaşıyorlar. Ve evet biz de şimdi onlara dokunulduğu için tartışıyoruz hukuku. Bir yıl önce Genelkurmay adli müşaviri çıktı ve ‘Bazı sanıkların adil yargılanma hakları ihlal ediliyor’ dedi. Bu farkındalık büyük bir devrim. 

YSK’nın anlaşılmaz bir karar verip sonra geri adım atması ülkede hukuk olmadığını mı kanıtladı?
Yargıtay’ın yılda verdiği 1.5 milyon dosyanın neredeyse hepsinde böyle hatalar var. Yani sadece YSK değil. Türkiye’de yargı şu anda bu durumda. Aynı mahkemenin aynı konuyla ilgili arka arkaya verdiği farklı kararlar var. Hukuk şu anda Türkiye’de adaletin peşinde değil. Şeklen dosyalar üstünde kararlar veren bir mekanizma sadece. YSK’daki yargıçlar gerçekten vekil adaylarından istediği memnu hak belgesinin çoktan kalktığını bilmiyor olabilir mi? Valla olabilir. Hukuk var mı, var. Ama rastlantısal olarak diyeyim! 



‘Pamuk’un davasını temyize götüreceğim’
“Yargıtay’ın Orhan Pamuk’a, yabancı bir dergiye verdiği röportaj nedeniyle tazminat davası açılabilmesiyle ilgili kararını temyize götüreceğim. Sakin sakin anlatacağım: ‘Sayın yargıçlar böyle bir karar olmaz. Hiç kimsenin beynine, düşüncelerine ambargo koyamazsınız. İnsanlık tarihi bu tutumu 150 yıl önce terk etti. Gelin siz de terk edin.’ Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği bu karar müthiş ayıp ve geleceğimiz için büyük tehlike.”

 
Radikal