Sömürgeci uygar beyazların kıtanın asıl yerlisi vahşi Kızılderilileri ufak ufak soykırıma uğratmaya başladığı 1800’lü yılların Kuzey Amerikası’nda, avladıkları hayvanların paraya çevirecekleri postlarını toplayan bir grup işgalci avcıya kılavuzluk eden, uzun süre Kızılderililerle yaşayıp Pawne kızılderilisi bir kadından doğma, melez oğlu Hawk, avcıların paragöz önderlerinden Fitzgerald (Tom Hardy) tarafından öldürülecek beyaz rehber Hugh Glass’ın (Leonardo DiCaprio) inanılmaz intikam serüvenini hikâye ediyor, “The Revenant-Diriliş”.

Ani bir Kızılderili baskınıyla başlayan filmde, ormanda kürkleri saklayıp kaleye doğru yürüyen gruba yol gösteren Glass, kocaman bir anne ayının saldırısına uğrayıp ağır yaralanıyor ve bencil Fitz’le genç Bridger’ın (Will Poulter) bakımına bırakılıyor grup yola devam ederken...

Acı bir intikam yolculuğu

Ancak ayı pençeleriyle ölümüne yaralanan Glass, oğlunu bıçaklayıp öldüren Fitz’in ihanetine uğrayarak mezarında ölmeye terk ediliyor. Bundan sonrası, sık sık ölmüş karısıyla delikanlı oğlunun hayallerini gören, vahşi doğayla çok sert iklim koşullarına karşı, sürüne sürüne çabalayarak yoğun bir hayatta kalma mücadelesi veren, çilekeş Glass’ın, onca acı- eza- cefa içinde sürdürdüğü çok meşakkatli intikam yolculuğudur..

15 yıl önce bizde “Paramparça Aşklar, Köpekler” adıyla gösterilmiş o unutulmaz ilk filmi “Amores Perros”uyla hayranı ve hastası olduğum, yine senarist Guillermo Arriaga’yla işbirliği yapıp ünlü Hollywood starlarıyla İngilizce çektiği “21 Gram”, “Babel”, “Biutiful” ve 4 Oscar’lı “Birdman” gibi sonraki çarpıcı filmlerini de nispeten alkışladığım, genelde farklı kahramanların birbirleriyle kesişen hikayelerini uzun planlar halinde, melodramımsı ama etkileyici, sarmal bir anlatımla aktararak geliştirdiği o kendine özgü üslubuyla, çekimine kapıldığı o tekdüze Hollywood sinemasını da derinlemesine etkileyen,1963 doğumlu, Meksikalı senarist-yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu, kuşkusuz Guillermo Del Toro, Alfonso Cuaron, Roberto Rodriguez gibi, son dönemde Hollywood’a latin duyarlığı ve coşkusuyla taze bir kan sağlayan göçmen sinemacıların en önemlisi belki de.

Mesafeli ve nesnel bakış

Adından Gonzalez’i de çıkarıp artık iyice Amerikalılaşmış Inarritu’nun altıncı uzun metrajı “Diriliş”, genelde uygarlık temsilcisi, iyi beyazların öcü-kötü Kızılderilileri hep tepelediği, Hollywood imalatı, o bildik, ırkçı westernlerin bakış açısından bir nebze farklı, iki yana da mesafeli duran, nesnel bir yaklaşımın ürünü.

Bu intikam mücadelesini gerçekçi ve ayrıntılı biçimde, şahane bir görsellikle perdeye yansıtırken seyirciyi de baştan sona, 2.5 saat süresince tüm gördüklerine ortak ederek Glass’ın doğadaki acizliğinin de (inanılmaz azmiyle birlikte) altını çizen Inarritu, senaryosunu Michael Punke’nin ‘Bir İntikam Romanı’ adlı kitabından uyarladığı “Diriliş”i, kara kışa, soğuğa teslim olunmuş, ürkünç ama nefis doğa görüntüleriyle bezemiş.

Başroldekilere alkışlar

Başroldeki DiCaprio-Hardy ikilisinin başarılı oyunculukları, ses-müzik öğesi ve sanat yönetiminin yanı sıra, usta işi mizansenleri ve kamera hareketleriyle de göz alan filmi, yönetmenin “Birdman”den sonra yine işbirliği yaptığı kameraman Emmanuel Lubezki’nin şahane kadrajları uçuruyor resmen. Son tahlilde öç almanın kutsallaştırılıp yüceltildiği, beylik bir finale bağlanan o tanıdık hikâyesinden çok bütün gücünü sarsıcı görselliğinden alan ‘Diriliş’, baştaki ayı saldırısı, Missouri Nehri ya da kahramanımızın iç organlarını çıkardığı ölü atın içine girip uyuduğu gibi iz bırakan kimi sahnelere sahip, etkileyici bir destansı western seyirliği sonuçta.

Akademinin muhafazakâr kriterlerine uygun konusu ve yapısıyla önümüzdeki Oscar ödüllerinden birkaçına bence şimdiden aday gösterilebilecek bu “Diriliş” yine de seyredeğer, artık ABD sinemasına uyum sağlamış Inarritu’nun iyi işlerinden biri olmasa da.

(Meraklılarına Not: Paolo Sorrentino’nun bugün gösterime giren yeni filmi ‘Youth- Gençlik’ten de başka bir yazıda söz edeceğim.)

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr