Cumhuriyet- Hayata Dönüş adlı korkunç ironinin üzerinden tam 11 yıl geçti. Evet, sis dağılıyor ve katliamın ayrıntıları giderek daha da netleşiyor. Hayat güzeldir sloganıyla devlet-hükümet ve medya işbirliğiyle gerçekleştirilen, ikisi asker 32 yaşamın solmasına, 241 kişinin de yaralanmasına yol açan, Türkiye cezaevlerine yönelik bu en büyük operasyon, Kıbrıs çıkarmasından bu yana en çok askerin katıldığı harekât olarak da tarihe geçti.

Arabulucularla tutuklu ve hükümlü temsilcilerinin görüşmeleri devam ediyordu, dışarıda da mahkûm yakınları, anlaşmanın sağlanmasını büyük bir umutla bekliyorlardı. Ancak her şey önceden planlanmış ve siyasi tutuklu ve hükümlüler Karşı Güç olarak çoktan adlandırılmışlardı. Henüz mahkûmiyet almasalar da, hâlâ yargılanıyor olsalar da içerdeki teröristler düşman idi ve daha bir yıl öncesinden savaşın adı konulmuştu: Tufan. Kanlı Tufan operasyonunu anlayabilmek için biraz daha öncesine dönelim.

12 yaşama mal olan 1996 ölüm orucu ve süresiz açlık grevini yine gazetemiz adına takip etmiştim. Devlet pazarlık yapmaz denir ya, yok öyle bir şey; pazarlık yapılmış ve anlaşma sağlanmıştı, hatta Hüzünle sevinç iç içeydi yazdığım izlenimin başlığı. Her şey anlaşma sağlanmasından sonra başladı. Devlet, o tarihte kendi yarattığı koğuş sistemini yıkmaya, Batının dayattığı tecrit uygulamasına yani hücrelere geçişe karar vermişti.

Diyarbakır Cezaevinde 10 tutuklunun öldüğü kanlı baskın, yine vahşete dönüşen Ulucanlar Cezaevi operasyonu, fırtınaların Tufana dönüşmesinin habercisiydi. 1997de tutuklu ve hükümlü aileleri sıklıkla gazeteyi ziyaret etmeye başlamıştı. O tarihte adı Oda Sistemi olan yeni nesil cezaevleri nedeniyle çocuklarına yönelik baskı ve şiddet uygulamalarının arttığını haykırıyorlardı.

Toplum susturulmuştu

Medya da görevini layıkıyla yapıyordu 5 Yıldızlı Cezaevleriiçin. F tipi cezaevleri hızla inşa edildi, 1990lı yılların ortasında sokakları mesken tutan toplumsal muhalefet susturulmuştu, sırada cezaevlerindeki muhalefet vardı. Operasyon hazırlıklarını gören tutuklu ve hükümlüler, 2000de tecride karşı, İçeride dışarıda hücreleri parçala sloganıyla ölüm orucu eylemine başladılar. Cezaevleri dışında mahallelerde de tutuklu ve hükümlü yakınlarının ölüm orucu eylemi sürüyordu, bu bir ilkti.

Ankara Jandarma Özel Asayiş Komando Birliği ile Elazığ Jandarma Komando Taburu, operasyonun en büyük hedefi Bayrampaşa Cezaevi baskınına katılmak için kargo uçaklarıyla İstanbula getirildi. Seçkin birliklere, Halkalı Jandarma Taburu da katıldı. Adalet Bakanlığının gözetiminde arabuluculuk görüşmeleri sürerken yaklaşık 10 bin asker, jandarmanın Dost Kuvvetler dediği binlerce polis ve yüzlerce infaz koruma memuru, 83 saat sürecek baskın için beklemeye geçmişti. 20 cezaevine yönelik eşzamanlı operasyonun başlama saati 05.00 ise günler öncesinden belirlenmişti. Arabulucu heyetinde yer alan eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu bu süreci, Kullanıldık diye özetliyor.

Bilirkişi bile bilmiyordu

Operasyon günü Bayrampaşa Cezaevine giren araçları ömrüm boyunca bir daha görmedim; bilirkişinin bile bilemediği, İsrail menşeili kimyasalların kullanıldığı, 20 bini aşkın gaz bombasının atıldığı, kadın tutukluların diri diri yakıldığı, bir askerin anlatımıyla yananlara benzinli battaniyelerin atıldığı, yaşayanların bugün bile enkaz görüntüsünden kurtulamadığı bu baskın, devletin kendi çocuklarından intikam almasıydı; bunun adı vahşetti. Psikolojik savaş teknikleri de kullanıldı, medya da sürece katkı sağladı. Irakta kimyasal silah var iddiasıyla ABD oraya demokrasi götürmüştü; bir benzeri yaşandı ve cezaevinde bulunduğu söylenen el bombaları, LAW ve roketatarlar asla bulunamadı.

Cezaevlerine gazeteciler dahil kimse yaklaştırılmadı, televizyon helikopterlerinin uçuşuna izin verilmedi, askeri helikopterler alçak uçuşla operasyon bölgesini kontrol altına aldı. Duvarlar iş makineleriyle, çatılar balyozlarla kırıldı.

Gaz maskeli komandolar, yüksek enerji ve uzun namlulu silahlar kullandı. Kömüre dönüşen cesetler, kurşun ve şarapnel parçalarıyla ölen gençler, uzuvlarını kaybeden kadınlar, erkekler. Düşman ölü ele geçirilmiş, esir alınan yaralı teröristler ise hastane yerine F tipi cezaevlerine sevk edilmişti.

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, F tipi cezaevlerine sevk yokdemişti oysa. Medya Devlet girdi”, “Sahte oruç kanlı iftardiyerek operasyonu alkışlamakta gecikmedi, tam sekiz copla tecavüz ve yüzlerce işkence iddiasına karşın, Eşek tıraşı oldular, uslu çocuklara döndülerdiye heyecanlandı üstelik. Dışarıda baskını protesto edenlerden 2 bin 145i gözaltına alındı, 147 kişi tutuklandı, beş miting yasaklandı, 18 dernek ve kültür merkezi basıldı, 228 yayın toplatıldı.

Ölüme yatan sayısı arttı

Hayata Dönüşü, ölüm orucu eylemini sonlandırmak için düzenlediklerini söylediler, ancak hücrelere nakiller, ölüm orucu eylemcilerinin sayısının artmasına neden oldu ve ardından 2007ye dek tam 75 ay boyunca sürdü ölüm orucu eylem; asri zamanların en uzun süreli eylemi, İkinci Dünya Savaşından daha uzun bir süreye yayıldı. Eylem 90 can daha aldı, 600 kişi ise sakat kaldı.Tufan operasyonunun ardından kendi cezaevlerini yıkan devlet, baskın sırasında mağdur olanlara dava açtı. Hazine, devleti zarara uğrattınız diyerek mahkûmlardan para istedi. İstanbul Valiliği üç kez, operasyona katılan askerlerin yargılanmasına izin vermedi; pek çok dava zamanaşımından düştü, Malatyada tutuklu ve hükümlüler operasyonun ardından ikişer yıldan toplam 120 yıl ceza aldılar, Uşak Cezaevinde de mahkûmlar, memura mukavemetten cezalandırıldılar.

Çanakkale Cezaevinde dört kişinin öldürülmesi ve onlarca yaralanma nedeniyle açılan davada yargılanan 563 jandarma beraat etti. Şu an üç dava sürüyor, biri Ümraniyede tutuklu ve hükümlülere, diğer ikisi ise Ümraniye ve Bayrampaşada güvenlik güçlerine açılan davalar.

Hayata Dönüşe rağmen hayatta kalanların psikolojileri ise darmadağın, arada bana ulaşıyorlar... Ne öyküler! İnanılmaz, çoğu özel, anlatılmaz. Âşık olduğu adam, kucağında can veren var; tepeden tırnağa insan dair öyküler bunlar. Umarım bir gün tüm travmalar atlatılır, herkes hikâyesini anlatır, romanlar yazılır, filmler çekilir. Çünkü onlar, Tufanı yaşayanlar, hâlâ hayata dönemediler. Umarım bir gün dönerler, susarak değil konuşarak elbette. İşte o gün eminim yaralarını sarar ve yeniden yaşamla kucaklaşırlar.